“NFT, Metaverse ve Metamodernizm”

Neslihan Ekim

Luke Turner, yayınladığı son yazısında ortaya metamodernizmin varabileceği dijital süreçle ilgili bir tartışma pencresi araladı. Yazının yayınlanmasının ardından interweb, geç saatlere kadar çalkalandı. 

Yazı ile başlayan polemikler bizi blog gönderileri ve metamodernizm forumlarında her açıdan değerlendirilen bir felsefi bombardımana tuttu. Bu yeni şey de ne? Ne fark eder ki? Nereye varacak? İşlevselliği nedir? Gibi sorularla gittikçe derinleşen konuşmaları kısaca özetlemeye çalışacağım. 

Öncelikle bilmeyenler için dijital dünyadaki bazı kavramlardan bahsetmek gerekiyor. Teknolojinin akıl almaz hızıyla her alanda görülen dijital dönüşüm sanat dünyasına da sıçradı. Kripto para birimlerinin henüz yeni yeni anlaşılmaya ve yaygınlaşmaya başladığı günümüzün dijital dünyasında şimdi de yeni bir dijital varlıkla karşı karşıyayız: NFT’ler. 

Kripto token MANA’nın bir projesİ

Kripto sanat olarak anılan bu yeni varlıklar, resim, ses, video gibi çeşitli verilerin dijital bir ortamda blok zincire yazılması ve bu verilerin dijital olarak sertifikalandırılması anlamına geliyor. Bir başka deyişle NFT’ler, dijital pazar yerlerinde satışa çıkarılan dijital sanat eserleri 

Bir diğer kavram ise “metaverse”. Metaverse (Tür: “evren ötesi”), bir çok insanın kendi sanal temsilleri yani avatarları ile birbirleriyle ve dijital nesnelerle etkileşime girebildiği, sürekli açık olan sanal ortamlardan oluşan bir ağdır. Stephenson’ın, “meta” ön ekini kullanmasının muhtemel bir nedeni, metanın hem yerleşik bir anlamı hem de bilgisayar bilimi kültüründe daha yeni kök salmaya başlamış bir anlamının olması. Metamodernizm akımının dijital dünyalara bir çeşit yansıması. 

Kısacası metaverse, ötesinde anlamına gelen “meta” ön ekinin ve evren anlamına gelen “universe” sözcüğünün birleşimidir. Bu bağlamda terimin Türkçe karşılığı “öte evren”, “evren ötesi” olmaktadır. Metaverse’ün temel mantığı şu şekilde basitçe izah edilebilir: Amaç, 2 boyutlu internette barınan veya hayatlarımızda olup da dijitalleştirilebilecek olan her şeyi, 3 boyuta çevirip, dijital bir evrene aktarmaktır. 

Bu iki olgu birleştirildiğinde ise ortaya çıkan şey; Yaratılmış dijital bir evrende üretilen sanatların yine dijital bir ortamdan satışı. Tam bu noktada metamodernistlerin gerçeklik ile kurdukları tartışmalar başlıyor. İnsanın gerçeklik algısındaki bu dijital yırtılma, bir başka deyişle insan ve makinenin simyotik birleşimi temelindeki sanat üretimi, yeni bir görsel dil yaratımı açısından değerli bulunuyor. Kore’deki bir sanatçının dijital sergisini evinizde oturduğunuz yerden gezmeniz ve beğendiğiniz bir eseri satın almanızı mümkün da kılıyor. 

Tasarlanmış bir metaverse tiyatro salonu

“Metahuman” kavramı ise tam bu noktada devreye giriyor. Sergiyi gezen kişi siz değilsiniz, sizin avatarınız. Bu avatara metahuman adı veriliyor. Üstelik giyilebilir teknolojiler sayesinde sergisini gezdiğiniz sanatçı ile el sıkışmanız da mümkün. Burada ki temas ise sanal bir gerçekliğin hissedilebilir oluşu. 

Peki bu hissedilebilir sanal gerçekliğin metamodern sanat üretimlerine ne faydası var? Sınırsız sanat anlamı taşıyor iddiaları ile metamodern sanatın monad olma durumuna ters düşmesi gibi tartışmalar sürüyor. Makineler şüphesiz uzun zamandır sanatsal entrika ve deneylere ve beklenmedik teknolojik tuhaflıklara ve kusurlara konu olmuştur. Sanatın makineleşmesi ise beraberinde ne gibi kusurları getirebileceği, insan duygusun dijitalleşmesi ve küresel yalnızlık psikozları gibi distopik yorumlar mevcut.

Yaratılan metahumanlarımıza kendi yapay zekamızın entegrasyonu ile aynı anda Dünya’nın her yerinde sanat yapabilir oluşumuz, özellikle tiyatro, opera, müzik gibi canlı performanslar için metaverse evrenlerinde kendi sahnelerimizi istediğimiz gibi tasarlayabilme özgürlüğümüz ise ütopik yorumlar dahilinde. 

Bana göre, metamodern çevrelerin bu ikili karşıt görüşleri metamodernizmin temel yapısı içinde hala tutarlı gözüküyor. Evet ikisi de mümkün. Eserlerin ‘metaksi‘si, yapısızlaştırma ve yeniden yapılanma arasındaki salınımı ile gerçekçilik ve idealizm arasında sallanan meşhur sarkaçı görmek mümkün. Yeni estetik tartışmalar başlığında yazılan yazılar da ise aslında bu bağlamda ‘’yeni’’ bir şey yok. Sanatın makineleşmesi mi yoksa insan duygularının gerçekliği mi? Fütürizmin ve realizmin yeniden yapılandırılması ve geçmiş ile günümüz arasındaki devinimini sürdüren metamodernizm sarkacı. 

Metaverse tabanlı global bilet satışıyla gerçekleşen ilk canlı konser.

Elbette ben tüm bu tartışmaların kendi sanat alanımda, yani tiyatrodaki dramaturgisi ile ilgileniyorum. Tasarımcının rolünün değişkenliği temel meseleymiş gibi görünse de tiyatro sanatının ‘’canlı’’ olma durumu bu yeni devinimlerin içinde tartışmaya açık. Seyircinin giyilebilir teknolojileri ile dijital bir tiyatro salonuna girip, metahumanların oynadığı bir Hamlet izlemesi fikri kulağa biraz fantastik gelse de, teknolojinin evrimi bunu mümkün kılacak gibi gözüküyor. 

Peki biletlerini kripto tokenlerle aldığı tiyatro oyununu evinde tek başına yahut bir arkadaşı ile izliyor oluşu, tiyatronun sosyal formunu nasıl etkileyecek? Eğer hissedilebilir bir evrendeysek, yanımızda dünyanın her yerinden gelen seyircilerin varlığını hissetmek mesela? Yahut, dil ile ilgili seçim yapabiliyor oluşumuzun getirdiği özgürlükler… Tiyatro oyunu hangi dilde oynanırsa oynansın biz kendi dilimizde izliyor olabileceğiz. Buraya kadar seyirci açısından sanatın tüketiminde konforlu bir alandaymışız gibi duruyor. 

Gelelim sanatçının konumuna… Dekor, kostüm gibi sahne tasarımların ait detaylarda teknolojinin imkanlarının kullanılması oldukça yaratıcı ve sınırsız bir alan sunuyor. Oyuncunun rolü ile ilgili meseleye başka bir yazının konusu olarak şimdilik değinmiyorum. Yönetmenin ise bu dijital dünyada işi oldukça zor gözüküyor. Bir diğer kısım ise tiyatro sahibinin yahut yapımcının rolü. Üretilen eserin başta şimdilik NFT pazarı olmak üzere sonrasındaki açılacak olan diğer sanat pazarlarına sunumu ve satışı. 

Luke Turner’ın başlattığı tartışmalar nereye varacak bilmiyorum, fakat bizler şimdiden tüm bu gelişmelerin üzerine kafa yormaya başlarsak iyi olur. Tiyatro sanatında başta yönetmenler olmak üzere tasarımcı olarak rol oynayanların yazılım teknolojileri mi öğrenmesi gerekecek gibi sorular kafamı meşgul etmekte. Öyle ya, artık provalarda koltuğunda oturarak reji veren bir yönetmen yahut sahnenin/tiyatronun imkanları ile dekor kostüm yapmaya çalışan tasarımcılara gerek kalmayacak gibi görünüyor. 

Tasarlanmış kostümlerden bir örnek

Bir diğer alternatif olarak, yönetmenler ve tasarımcılar bu yeni metaverse evreninde yazılımcı ve teknoloji uzmanlarıyla birlikte çalışacaklar. Bir sanat eserinin üretim maliyeti oldukça artıyormuş gibi gözükse de, sahne kiraları, vergiler gibi masrafların ortadan kalması ve tiyatro eserinin tüm dünyada satışa açılması da oldukça kazançlı gibi duruyor. 

Tüm bunlar uzak bir gelecekte gerçekleşecekmiş gibi gelebilir. Yahut, ‘’Bize o teknolojiler gelse bile satın alamayız’’ gibi düşüncelerin kafamızdan geçmesi normal. Benim öngörüm ise risk almak üstüne… 

Faşizm çukurunda sansürlerle mi, direnerek mi sanat üreteceğiz? Yoksa sesimizi dijital dünyada özgürce mi duyuracağız? 

NESLİHAN EKİM

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku