Neray Pala yazdı: “Gölgeler İçinde Zabel”

editor
2,5K Okunma

Aysel Yıldırım ve Duygu Dalyanoğlu’nun Sevilay Saral danışmanlığında yazıp yönettiği Zabel, ilk kez 2015 yılında Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları ve Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü üyesi öğrenciler tarafından 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında sahneye taşındı. 2017 yılında ise Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) tarafından profesyonel olarak sergilendi. Osmanlı’daki Ermeni kadın yazarlardan Zabel Yesayan’ın hayatından kesitler sunan oyunun metni hazırlanırken Yesayan’ın çocukluğundan bahsettiği Silahtar Bahçeleri ve Sürgün Ruhum novellalarından yararlanılmış. Oyunda Yesayan’a Aysel Yıldırım hayat veriyor.

Oyun, Zabel Sovyetler Birliği’nde bir hücrede sorgulanırken başlıyor. Zabel, Ermenistan’a gittikten sonra Sovyet Birliği’nde Stalin döneminin cezalı yazarlarından biri olarak mahkûm edilmiş. Zabel’in künyesi sorgu memuru tarafından verilirken suçlandığı kitaplar da tek tek sayılıyor. Silahtar Bahçelerinin de adının geçmesiyle mazinin perdesi Zabel için açılıyor ve sahne somut olarak bölünmese de, Zilan Kaki’nin yaptığı ışık tasarımıyla bu etki yaratılıyor. Hücre olarak tasvir edilen bölümde daha çok beyaz ışık kullanılırken anıların canlandırıldığı tarafta sarı ve turuncu renklerde sıcak bir ışık tercih edilmiş. Bu şekilde hücrenin soğukluğu net olarak hissedilirken, diğer tarafta da geçmiş yeniden hayat buluyor. Sahnenin bir tarafına toplanan, üstü örtülü ya da üst üste koyulmuş eşyalar da bu bölünmeye katkı sağlıyor. Bu eşyalar, anıların değişmesiyle sürekli olarak kurulup sonra tekrar yıkılıyor. 

Dekor kurulumunda eşyaların tek yerde toplanması Zabel’in hafızasını yansıtıyor. Sonuçta tüm anılar, Zabel’in zihninde bir yığın olarak mevcut ve çoğunun üstü tozlu bezlerle örtülü. Değişen anılarla beraber dekorun kurulup tekrar dağıtılması ya da değişmesi, Zabel’in hafızasındaki anıların da değişkenliğini ve bu anıların kısıtlı olarak hatırlandığını anlatıyor. Oturduğu evlerden mütemadiyen sürgün edilen, kaçmak zorunda kalan Zabel, terk ettiği her evde anılarıyla beraber eşyalarını da bırakmaya mecbur kalıyor. Lakin oyunun çerçeve anlatısında bu eşyaların hepsinin üstündeki örtüyü Silahtar Bahçeleri ile beraber kaldırarak hafızasını tazeliyor. Zabel’in hafıza mekânında eşyalar sürekli değişirken sorgu odasının sabit kalması, anlatının şimdiki zamanındaki durağanlığı yansıtmasının yanında hücrenin katılığını ve soğukluğunu da imliyor.

Oyun, Zabel Yesayan’ın hayatı üzerinden 20. yüzyılın başında ve sonunda Osmanlı’da kadın, aile, etnisite ve dini kimlik konularına değiniyor. Zabel, hücrede anılarını anlatmaya başlıyor ve öncelikle doğduğu günden bahsediyor. Sonrasında Zabel’in hayatındaki çocukluğu, genç kadınlığa adım atması, yazar olmak istemesi ve yazarlığı, anneliği, Ermeniliği gibi dönemler ve kimliklere dair sahneler seyirciye sunuluyor. Üsküdarlı bir Ermeni olan Zabel’in semtteki yaşamından bahseden sahneler, Ermeni toplumunun Osmanlı zamanındaki sosyal yapısını gösteriyor.

Zabel için hayatının dönüm noktalarından biri, dönemin ünlü kadın yazarlarından Sırpuhi Düsap ile tanışması. Bu tanışma sahnesinde seyirci, kadın olarak toplumda var olabilmenin, bir kadının yazılarını okura ulaştırmasının ve yoluna çıkan ataerkil düzenin içinde sesini duyurabilmesinin ne kadar zor olduğuna şahit oluyor. Bu açıdan oyunda sadece kadınların sesinin bulunması önemli. Böylece erkeklerin yazdığı tarihte, kanonda kendine yer edinmeye çalışan, nihayetinde de sürgün ve mahkûm edilen Zabel’in, annesinin, büyükannesinin, arkadaşı Hatice’nin ve diğer tüm kadınların sesleri oyunda seyirciyle buluşuyor.

Oyunda anlatılan mühim bir tarihi olay, 1909 Adana Katliamı’nın ardından Zabel’in bölgeye gitmesi ve sonrasında da yetimhane müdürü olarak orada kalması. Kendi çocuklarına yaptığı anneliği sorgulayan Zabel’in yetimhane müdürlüğü yapması, onun idealleri doğrultusunda hareket eden bir kadın olduğunu vurguluyor. Ayrıca burada tarihsellik de önem arz ediyor. Söz konusu dönemde şehrin valisinin eşinin ve Amerikalı bir kadının yetimhaneye yaptığı ziyaret, o günlerdeki siyasi dengeleri de yansıtıyor. Sonraki bölümlerde zamansal atlayışlar daha hızlı yapıldığından oyunun ritmi artıyor ve dönemin siyasi gerilimi Zabel’de de kendini belli etmeye başlıyor.

Oyunun sonunda, Zabel anılardan yoruluyor ve yolun sonuna geldiğini anlıyor. Artık tüm anılarını yolculamanın ve bir bilinmeze daha gitmenin verdiği hüzün kendini daha çok belli etmeye başlıyor. Doğduğu topraklar onu sürekli bir yolculuğa çıkarıyor, nihayetinde ise sürgün ediyor. Kaçıp geldiği, yurt edinmeye çalıştığı yer ise düşüncelerini tutsak ediyor. Hayatının içindeki bu tezatlar onu bir meçhule sürüklüyor, tıpkı ölüm yeri gibi. “Hafızamın köşelerinde kapalı kapılar açılıyor ve geçmiş anlar uyanıyor. Bir söz, unutulmuş bir bakış, günlük hayatın çoktan geçip gitmiş teferruatı yeniden hayat buluyor. Bunlar sadece hafızamdan geçmekle kalmıyor; içlerindeki hüznü ya da saadeti de bana bir kez daha bahşediyorlar.” 

Sürgün Ruhum adlı kitabında da söylediği gibi hüzün, saadet ve anılar oyunun sonunda perdenin arkasında tek tek veda eden gölgeler gibi isimsiz, cisimsiz ve dönemsiz olarak kol geziyor. Lakin oyun, Zabel Yesayan’ın hayatını sahneye taşıyarak Ermeni yazarın anılarındaki tozlu bezleri kaldırması gibi onun seyirciyle tanışmasına ve buluşmasına da vesile oluyor.

NERAY PALA

Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı son sınıf öğrencisi ve araştırmacı (Kadir Has Üniversitesi, Avrupa Araştırma Konseyi Başlangıç Fonu Projesi, Ulusal Abjeksiyonu Sahnelemek: Türkiye ve Diasporalarında Tiyatro ve Siyaset)
NOT: Bu yazı, Avrupa Birliği’nin araştırma ve yenilik programı Horizon 2020 kapsamında Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) tarafından fonlanan bir projenin (ERC-2019-STG, STAGING-ABJECTION, Hibe Sözleşme No: 852216) parçasıdır.

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku