94 yaşında, çok uzun bir hastalık döneminin ardından hayata veda eden Sevgi Sanlı çok önemli bir tiyatro çevirmeniydi. Tiyatro eleştirileri, özgün oyunları da vardı. Son olarak bir roman çevirisi yaptığını ( Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini) çünkü tiyatroculara kırgın olduğunu söylemişti bana. Sevgi Hanım’ı bu yazıyla uğurlarken, sadece Bernard Shaw, Lilian Helman, Shakespeare (gerçi Alev Alatlı’nın pek beğenmediği bir yazar ama bence azıcık önemli), Aktör Kean, Yedi Kadın gibi popüler oyunlar, Kiss Me Kate gibi müzikallerin önemine değinerek, “iyi çevirmendi çünkü iyi eserleri Türkçe’ye iyi bir dille kazandırdı” demek haksızlık olur.
Artık ne yazık ki az önemsenen tiyatroda çeviri sanatının durumu ve Sevgi Sanlı‘nın üretim sürecine bakmakta yarar var.
Türkiye Tiyatrosu’nda ödenekli tiyatrolarda bile dil bilen çok az dramaturgun olduğu bir dönemde, oyunlar bazen seçildikten sonra çevrilir ve tiyatrolar en önemli çevirmenlere somut projelerle giderdi. Tiyatrolar, oyunu oynamayacak olsa bile bir çeviri avansı öder ve çevirileri opsiyonlardı. Bazen de çevirmenler, henüz çevirmedikleri oyun dosyalarıyla gelirler, bu çetin ve emek yoğun sürece tiyatrolardan prodüksiyon oluru aldıktan sonra başlarlardı. Zihni Küçümen gibi çevirmenler ise çeviriyi kağıt üzerinde vermeyi red ederler, eve ya da tiyatroya gelerek okumayı seçerler, bizleri titizliklerine hayran bırakırlardı.
Beğenmediğimiz bazı çevirmenler vardı, bazı yazarların oyunlarının tek çevirmen haklarını aldıkları için yıllar boyu o yazarın yanına yaklaşamazdık. Provaya çevirmen geldiği zaman, metin üzerinde yapmış olduğumuz değişikliklere itiraz etmelerinden ödümüz patlardı. Bazen oyuncularımızdan aman provada ve çevirmenin seyrettiği oyunda, “o bölümleri onun çevirdiği dilde oyna” dediğimizi de itiraf edeyim. İyi çevirmenin oyunu çevirdiği dilin inceliklerini bilmesi gerekir tabii ama, Türkçe’ye uyarlarken çok daha dikkatli olması lazım. Oyun dilinin oyuncunun ağzına uymaması gibi durumlarda, çevirmeni arayıp “biraz daha mahalle esnafı gibi konuşturmanızı rica etsek “ dediğimiz çok olmuştur.
Burada anmak istediğim başka bir çevirmen Filiz Ofluoğlu, daha sonra Haluk Bilginer, Esra Bezen Bilgin, Kürşat Demir tarafından başarıyla oynanan “PENCERE” oyununu İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan geri çekmişti. Gerekçesi ise, oyunun anlaşılmamış ve dramaturjik olarak çözümlenememiş olmasıydı. Kendisini çeviri sanatına adayan Filiz Hanım’ın “ben bu oyunu beğenmedim, kesinlikle çevirmem” dediği de olurdu kimi zaman, iyice içselleştirirdi durumu.
Tiyatroda çokluğun üretimle karıştırıldığı bu süreçte, çeviri sanatımız da hızla tüketiliyor. Haftada bir yeni çeviri yapanların hızlarına yetişemiyorum ama film uyarlamaları yapan bazı tiyatrolarımızın ekrandaki altyazıları birleştirerek sahne dili oluşturduklarını duyduğumda dehşet içinde kalıyorum. Almanca bilmeyen Haluk Bilginer Woyzeck’i İngilizce’den çevirdiği zaman, hem eseri muhteşem bir biçimde Türkçe’ye kazandıran Hasan Kuruyazıcı‘ya haksızlık etmiş oluyor, hem Büchner’e. Öte yandan, sanırım oyun seçerken, benim de yaşadığım gibi o kadar abuk sabuk çevirilerle karşılaşıyor ki, usta oyuncu bu işi de tamamen üzerine almak zorunda kalıyor besbelli.
Norveççe’den İbsen çeviren Rolf Fjelde’nin ortaya çıkmasıyla Amerika Tiyatrosu’nun en önemli yönetmenleri bile bu büyük yazarı yıllar boyunca yanlış yorumladığını itiraf etmişlerdi. Macide Tanır‘ın üçüncü perdesi edebi kurulun masasında unutulmuş bir çeviriyi, “bu oyunun finalinde bir tuhaflık var” diyerek oyun çıktıktan sonra sorguladığını ve gerçek finalin oyun başladıktan sonra keşfedildiğini anlatmıştı. O dönem bu durumu çok absürd bulmuştum. Şimdi de ödenekli tiyatrolarda, oyunlara hiç gerekmediği halde şarkı sözü yazan, oyunu eşine dostuna çevirten ya da telife ortak olanları absürd buluyor ve onları da tarihin çöplüğüne havale ediyorum.
Dünyada bir dile ait ayrıcalıklı çeviri hakları çok azaldığı ve artık Onk Ajansça da şart koşulmadığı için, bazı tiyatrolar bizim zamanında orijinal dilde seçip, çevrilmesini beklediğimiz oyunları artık çevirmenden okuduktan sonra, provada değiştiriveriyorlar.
Sevgi Sanlı‘yı uğurlarken, bu tiyatro ödülü enflasyonunda neden çeviri ödülleri artmaz diye sorgulamadan edemiyor insan. Cevat Çapan, Seçkin Selvi gibi duayen dil ustaları neden tiyatro yapıtı çevirmezler son yıllarda? Onlar da Sevgi Sanlı gibi küstüler mi acaba?
Sevgi Sanlı‘yı uğurlarken, O’nun büyük çevirmen ünvanını sadece güçlü eserlerin güçlü çevirilerinden değil, çeviri yapmanın değer taşıdığı bir dönemde üretmiş olmasından da kaynaklandığını bir kez daha vurgulamak isterim.
Yazıyı sonuna kadar okumadan, instagram story(!) lerine kayan gençler için very sorry ama, lütfen sınav parçası olarak seçtiğiniz çevirilere dikkat edin. Özellikle Tenesse Williams‘lar dökülüyor gençler. Bir de dil ile barışın lütfen. Bir çevirmenin günlerce düşündüğü bir satırı ağzınıza oturmadığı için şap diye değiştirerek, doğal değil, alelade olursunuz. Yapımcınızın mızıkçılık yapmanıza izin vereceğinden emin olsanız bile, bir değişiklik yapmadan önce o çevirmenin o sözcüğü neden seçtiği üzerinde biraz kafa yorun, dramaturglarla çalışın.
Süper İyi Günler’in çevirisi yedi ay sürdü. Oyun kahramanı olan otizmli bireylerin en önemli özellikleri konuşmamaları çünkü. Yazar İngilizce konuşturmuş, ama çevirmen 16 yaşında otizmli bireyleri tanımadığı için yedi ay didişmiş. Bu rolde büyük başarı kazanan Emir Özden’in en önemli yeteneklerinden biri de her sözcüğe değer vererek, otizmli bireylerin derin sessizliğinin ifade edildiği sözcükleri önemsemesiydi.
Sözcükler üzerinde düşünmeden edinilen oyunculuk deneyimleri yüzeysel kalıyor. Herkes evdeki gördüğünü oynasa, Hamlet ve Medea’ların hiç önemi kalmıyor, Alev Alatlı’ların istediği insan profili ortaya çıkıyor çünkü.
Güle güle Sevgi Hanım… (Goodbye’ın çevirisinden değil, acı çektiğiniz bir hayattan güle güle ayrılmaktan söz ediyorum. )
Sözcükler iyi oyunculara, çevirmenler iyi yapımcılara muhtaç…
NEDİM SABAN