Murat Cemcir ve Yasemin Kay Allen ile “Büyük Aşıkların Sonuncusu” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit
4,2K Okunma

Hayatınızın hep aynı seyirde ilerlediğini düşünün. Her gün aynı başlangıç ve aynı sonla geçen sayısız gün… Sorunsuz evlilik, sorunsuz iş hayatı ve sorunsuz aile ilişkileri… Hayatınıza ‘birazcık’ heyecan katmak için neleri göze alırdınız? Sınırların dışında sizi bekleyenleri görmek için ne kadarına cesaret edebilirsiniz?

Barney Cashman 40’lı yaşların başındayken, kendisini orta yaş bunalımında bulunca hayatını sorgulamaya başlıyor. Geçmişe dönüp baktığında hayatındaki her şeyin aynı mükemmellikte, sorunsuz ve tekdüze ilerlemiş olduğunu görüyor ve bazı şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyor. Değişime önce evliliğinden başlıyor Cashman ve kendisine 3 farklı kadınla 3 randevu ayarlıyor.

Neil Simon’un kaleminden, Zafer Kayaokay rejisiyle Funorg & Optimum Pictures ortak yapımı “Büyük Aşıkların Sonuncusu” geçmişten günümüze sürekli gündemimizi meşgul eden kadın-erkek ilişkilerine farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Oyun her ne kadar aldatma kavramı üzerinden çıkış yapsa da, konu “kimlik arayışı ve kişinin kendini bulması”na eviriliyor. 

Oyunda Murat Cemcir, Barney Cashman karakterine hayat verirken ve Yasemin Kay Allen’ı 3 farklı kadın karakterde seyretme şansına sahip oluyoruz. Her ikisinin de göz dolduran oyunculuklarına tanıklık ediyoruz sahnede.

“Büyük Aşıkların Sonuncusu” oyununun oyuncularından Murat Cemcir ve Yasemin Kay Allen ile oldukça samimi bir röportaj gerçekleştirdik.

Ayçe Özyiğit: Murat Bey, “Büyük Aşıkların Sonuncusu” oyununun ortaya çıkışı nasıl oldu? 

Murat Cemcir: Tiyatro ve gösteri sanatına ciddi bir ilgim olmasının yanı sıra, iyi bir tiyatro izleyicisiyimdir. 20 sene önce de tiyatro içinde yer almıştım ama o zamanlar profesyonel değildim. Profesyonel anlamda tiyatro yapmak istedim ve ilk oyunumuzun Britanya ya da Amerika Tiyatrosundan bir klasik olması düşüncesiyle -aynı zamanda benim de içinde yer alacağım- bir oyun arayışına girdim. Ben koyu bir Neil Simon hayranıyımdır. Çok seviyorum beyefendiyi ve kendisinin çok iyi bir diyalog yazarı olduğunu düşünüyorum. Biz ilk olarak “Büyük Aşıkların Sonuncusu” oyununu sahneye taşıdık. İlerleyen zamanlarda da başka oyunlarla devam etmeyi düşünüyoruz.

Ayçe Özyiğit:  Oyunun Mehmet Atay tarafından bir uyarlaması yapılmış. Fakat onun rejisinde üç kadın karakter üç farklı oyuncu tarafından sahnelenmiş. Üç kadın karakterin tek bir oyuncu tarafından canlandırılmasına nasıl karar verdiniz? Bunun dezavantajı veya avantajları oldu mu sizin açınızdan?

Yasemin Kay Allen: Ben kendi adıma herhangi bir dezavantajını görmedim. Oyuncu olarak aynı çatı altında, aynı proje içinde farklı karakterler canlandırmak, farklı renkler gösterebilmek her oyuncunun istediği bir şeydir diye düşünüyorum. İki saat boyunca farklı karakterlere bürünmek, sahnede metni taşımak ve o enerjilerin birbirine karışmaması benim için çok özel bir deneyim oldu. Bu yolda hâlâ çok şey öğreniyorum. O yüzden paha biçilmez bir avantaj gibi görüyorum açıkçası ve üç karakteri de oynamaktan çok keyif alıyorum.

Murat Cemcir: Yasemin de ben de kamerayla haşır neşiriz. Sinema genel olarak kadraj ve resim sanatı üzerine kurulu bir sanat dalı. Tiyatroda ise çok geniş bir çerçeve var. Tamamıyla performansa dayalı bir sanat ve kesmeden oynamak durumundasınız. 3 kadın oyuncu ve ben 4 kişilik bir kadro olacaktık. O yüzden o riski almak istemedim. Madem tiyatro yapıyorum o zaman alabileceğim kadar risk alayım dedim. Yasemin de kabul edince ikimizin -bir kadın ve bir erkeğin tüm yeteneğini masaya döktüğü- performansı olsun istedik. Mehmet Bey çok sevdiğim usta bir aktördür. Onların performansını seyretmek isterdim ama maalesef olmadı. Hatta onların oyundan bir hanımefendi bizim prömiyerimize geldi. Rejisörümüz Zafer Bey’le konuşurken “keşke bizim de aklımıza gelseydi” demişti. Muhtemelen bizi onore etmek için söylediği bir sözdü ama oyunu oynayan birisinin bizim oyunu seyrettikten sonra böyle düşünmesi beni çok mutlu etmişti. 

Ayçe Özyiğit: Oyun metninde değişiklikler oldu mu? Oyunu günümüze uyarlarken metne ne kadar sadık kaldınız?

Murat Cemcir: Modernize etmek ve günümüze uyarlamak adına ufak tefek dokunuşlar yaptık. Dramaturgumuz Dilek Tekintas aynı zamanda Şehir Tiyatroları’nın baş dramaturgu. Rejisörümüz Zafer Kayaokay Şehir Tiyatroları’ndan akredite olmuş, Neil Simon’a Amerikan ve İngiliz tiyatrolarına çok hâkim usta rejisörlerden. Oyunun çevirmeni Nagihan Cemcir daha önce film sektöründe senaryo yazmış bir isim ve o da Neil Simon’a, Britanya ve Amerika tiyatrosuna çok hâkim. Haliyle de dedik ki, “madem böyle bir şey yapıyoruz, old school bir şey yapmayalım, güncelleyelim, daha entertaining, daha show business bir iş yapalım.” Oyunun dramaturjisi yapılırken 6 ay çalıştık. Hani 100. oyun kutlaması yapılır ya, biz 100. oyun provası eğlencesi yaptık. (Gülüşmeler)

Yasemin Kay Allen: Metni farklı bir açıdan ele aldık. Karakterleri farklı açılardan irdeledik. Öyle olunca metinde söylenen kelimeler ve cümlelerin altında yatan anlama farklı bir alt metin eklemiş oluyorsun. Farklı bir şey söylüyorsun. Bu sefer oyunun da manâsı değişiyor tamamen. Tekrar ortak bir geçmiş oluşturmak, ortak bir anlam çıkarmak istediğimiz için provalar uzun sürdü tabii.  

Ayçe Özyiğit: Şu günlerde tiyatroların en büyük sıkıntısı prova alacakları bir sahne-mekan bulamamaları… Sizin bu konuda sıkıntılarınız oldu mu?

Murat Cemcir: Biz bu konuya dair güzel bir kamera arkası hazırlıyoruz. İnsanlar izlediği zaman Türkiye’de tiyatro yapmanın ne kadar zor olduğunu görecekler. Çok fazla salon dolaştık, bir çok sahnede prova yaptık. Tabii bu durum bize antrenman gibi oldu. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’de tiyatro sahneleri genelde belediyelerin elinde. O yüzden bir sıkıntı var. Belediyelerde sıkıntı olduğu gibi tiyatrolarda da bir sıkıntı var, ama tabii bu durum -prova sürecinin uzun olması ve sürekli farklı yerlerde prova yapıyor olmak- bizi ve oyunumuzu çok geliştirdi. Oyunu çok daha iyi bir yere getirdi.

Ayçe Özyiğit: Oyunda birbirinden farklı üç kadın karakter görüyoruz. Bu üç kadın karakterin ilişki üzerinde, Barney üzerinde ve de kendi kişiliği üzerinde değiştirmeye ya da iyileştirmeye çalıştığı şey gerçekte ne?

Yasemin Kay Allen: Bana göre ortada bir sevgisizlik ve iletişim sorunu mevcut. Metnin orijinalinde tiyatro, sinema ve görsel sanatlar tarihinde kadınların hikâye anlatımındaki varoluşuna şahit oluyoruz.  Bu üç karakterden ilki, cinsel eğilimleriyle erkekler tarafından objeleştirilmeyi içselleştirmiş, benimsemiş, özümsemiş bir kadın. İkincisi, bunu femme fatale tiplemesi olarak bir silah haline getirmiş, yani erkeklerin kendisini objeleştirmesini alıp kullanmış. Kullanılandan kullanana geçiş söz konusu. Üçüncü kadın Janet ile varılan nokta ise, bu objeleştirmenin yarattığı bir sevgisizlik hissi. Ve bu durum aseksüelliğe zemin hazırlamış. Tüm hikâye aslında bir sevgi arayışından kaynaklanıyor. Klişe bir laf vardır ya, “sen ne kadar anlatmaya çalışsan da karşındakinin anlayabildiği kadardır” diye, gerçekten öyle bir durum var. Bazen karşındakine ayna tutman gerekir. Seni o zaman daha iyi anlar ve o noktada iki taraf arasında bir eşitlenme olur. Öyle bir bağ kurdum ben.

Ayçe Özyiğit: Barney nasıl bir aşık sizce? Aldatmaya çalışma eylemini hayatının monotonluğundan ötürü mü gerçekleştiriyor yoksa evliliğinde her şeyi yoluna sokmak düşüncesinde mi?

Murat Cemcir: Bence, adından müsemma, büyük aşıkların sonuncusu Barney. Bu oyunu seçme, oynama ve içinde olmamın en büyük sebebi Barney karakterini çok sevmem. Neil Simon kendi ilişkilerinden kendi yaşantısından kesitleri oyunlarında anlatan bir yazarmış. Hatta bu durumdan dolayı bir eşiyle mahkemelik olmuş. Simon’un bununla eğlenebiliyor olması bana cazibeli geldi. Kaldı ki, ben komedinin her türlüsünü, özellikle ofansif komediyi çok seviyorum. Trajik ve gerçek durumlardan komedi çıkartma arzusu içerisinde oldum hep. Bazen hayatımıza dönüp baktığımızda “nasıl bir hayatım olmuş?” diye sorgularız. Ben ona orta yaş bunalımı diyorum. Barney bunu yaptığında hayatında her şeyin çok normal ve tekdüze geliştiğini görüyor. 16 yaşından beri aşık olduğu kadınla evlenmiş, üç çocuğu olmuş. Senelerdir aynı restoranda çalışıyor. Hayatı boyunca hiçbir risk almamış, herhangi bir suça bulaşmamış. Hayatında hiçbir sorun yaşamamış. Birgün bunu sorguladığında, üç farklı zamanda üç farklı kadınla ilişki yaşamaya çalışıyor. Benim Barney’de en çok sevdiğim şey Barney’in farklı karakterlerle kendisinin de farklı hallerini görmeye çalışma çabası oldu.

Ayçe Özyiğit: Monotonluktan kurtulmak isteyen kadın ya da erkeğin sorunu karşı tarafta görüp, onu değiştirmeye çalışması ne kadar doğru sizce?

Murat Cemcir: Rusya yapımı Dönüş isimli bir film izlemiştim. Filmde kadın kocasına, “bana her şeyi söyleyebilirsin, dürüstçe konuşabiliriz” dediğinde aldatıldığını duyuyordu ve neticede dürüstçe konuşamadıklarını görüyorduk. Bu çok zor bir şey bana göre. İnsanlar dahil oldukları birçok şeyi karşı tarafa cüretkarca söyleyebileceklerini düşünüyorlar fakat o noktaya gelindiğinde iki taraf da gerekli gücü gösteremiyor. İnsanoğlunun bence en büyük zafiyetlerinden biridir bu. Ancak yüzleşme sağlıklı şekilde gerçekleşirse -belki yaşarken biraz zor ama yaşadıktan sonra, zaman geçtikten sonra- çok eğlenceli bir zafiyet olur. Monotonluk, hayatın duran ve olağan akışında olan ve olması gereken bir durumdur. Bizden önce de böyleydi bizden sonra da böyle olacak. Bizim bunu eğlenceli hale getiriyor olmamız lazım. 

Yasemin Kay Allen: Sanırım olgunlaştıktan sonra içinde var olduğun sistemi daha çok irdelemeye başlıyorsun. Bazı şeylerin senin seçiminde olmadığını ve hayatının bile senin kontrolünde olmadığını anladıkça bazen bu içine doğduğun sisteme karşı bir serzeniş olabiliyor. İlişkilerde bunu beraber çözebilmek önemlidir.

Ayçe Özyiğit: Oyunda Barney’in hayatına giren kadın karakterlerin birbirleriyle neredeyse hiç ortak yönü yok. Oyun üzerinden soruyorum (spoiler vermemeye çalışarak); erkek karakter sabit dururken, kadın karakterin sürekli değişiminin asıl sebebi Barney’i değiştirmek diye düşündüm. Yanılıyor muyum?

Yasemin Kay Allen: Sürekliliği olan tek karakter Barney. Kadınlar onun hayatta başarmak istediği bir değişimin katalizörleri olarak giriyorlar sahneye. O yüzden aslında değişimi Barney’de gözlemliyoruz.

Murat Cemcir: Barney’in değişiyor olması lazım. Burada Barney X bir erkek. Ben bu oyunu her iki cinsiyetin gözünden -her iki cinsiyeti de ben oynayacakmışım gibi- okudum ve bu söyleyeceğimi seyirci olarak söylüyorum; erkek egemen ve eril bir hayat yaşıyoruz ve bu erillik hayatımızın her anına nüfus etmiş durumda olsa da zamanla değişim gösterecektir. Diyalektik gereği de değişmek zorunda. Bu da ancak sanatla, edebiyatla, tiyatroyla ve filmlerle olabilecek bir şey. Kadının daha fazla göz önünde olması gerekiyor. Bizde mesela iyi kadın karakterler yazılmaz. Dünyada da böyledir bu, ama son 5-6 yıldır değişmeye başladı. 

Yasemin Kay Allen: Oradaki problem aslında erkekler için yazılmış rollere kadınları eklemeye çalışmak. Kadının maskülenleşmesi, feminizmin topluma daha çok entegre olmasından sonra, bunun üzerine konular dönmeye başladı. Amaç aslında kadınlara has deneyimlerin daha çok ön plana çıkarılması ve hikayelerin o otantik deneyimler üzerine yazılması. “Ben de bir erkek gibi davranayım ya da ben de erkek kahraman olayım” gibi değil de, aslında bize özgün hikayelerin anlatılması daha önemli. Yoksa “hadi o da binsin bir tur” gibi oluyor ve bu da çok yama duruyor.

Ayçe Özyiğit:  Ataerkil bakış açısından düşünürsek, Barney aslında erkek egemen toplumda baba karakterini simgeliyor. Eğer Barney değişirse baba da değişecek. O yüzden amaç Barney’i değiştirmek midir?

Murat Cemcir: Evet, tam olarak söylediğiniz gibi. Babayı değiştirdiğimizde de aileyi dönüştürmüş oluyoruz. Zaten bu oyunun yazılmasının temel nedeni de o dönemlerde Amerikan aile yapısında bozulmaların görülmesi ve bunu toparlama isteğinden kaynaklanıyor. Ülke dışarıdan çok fazla göç aldığı için toplumu ve Amerikan aile yapısını korumak adına devlet tüm sanatçıları, yazarları, yönetmenleri bir araya getirip onlara Amerikan rüyası yaratma üzerine filmler, oyunlar sipariş ediyor. 1960-1975 arası bu tarzda çok fazla eser yaratılıyor. Ülke olarak aynı durumu şimdilerde biz de yaşıyoruz. Ülkemizde şu anda 20 milyon civarı expat bulunuyor. Tabii ki, insanların vatanlarını tehdit ettiler ama bu kişilerin ülkemize entegre olması ve bizlerin de ailemizi koruyor olmamız gerekli. Ben de bir komedyen olarak bu durum üzerine çok fazla kafa yorduğum bir dönemde okudum bu oyunu.

Ayçe Özyiğit: Oyunun feminist bir yanı var diyebilir miyiz? 

Murat Cemcir: Kesinlikle var. Yoksa Yasemin kabul etmezdi oyunu. (Gülüşmeler)

Yasemin Kay Allen: Diğer kabul etme nedenim ise, karakterlerin varoluşları itibarıyla yaşadıklarını dile getirme şekliydi. Her karakterin ayrı bir dünyası var ve metinde onları o noktaya getiren travmaları gözlemleyebiliyorsunuz. Örneğin ilk karakter; “Ben salt fiziksel bir güdüyle sevişmekten hoşlanıyorum. Bu benim içimi ısıtıyor, uyarıyor. Bana kadın olduğumu hissettiriyor.” diyor. Bunu sahnede söyleyebilmek, o karakterin içerisinden de olsa çok özgürleştirici bir duygu. Çünkü ne kadar biz bunu aşmış olsak da (?!) yine de kadınların erkekler kadar seksten zevk almadığına dair bir mit var. Öyle bir şey yok. Hatta evrimsel olarak bakarsak, bizim daha fazla zevk alıyor olmamız lazım. Çünkü doğurma eylemi kimi zaman bizim ölümümüze bile sebep olabiliyor. O yüzden bunun altını çiziyor olmak çok keyifli. O açıdan gerçekten özgürleştirici bir metin.

Ayçe Özyiğit: Özellikle son bir kaç senedir -belki pandeminin etkilerinden kaynaklı- televizyon sektöründe ilerlemeyi seçmiş veya tiyatroya uzun süre ara vermiş olan sanatçılar tekrar sahnelere geri dönmeye başladı. Sizi tiyatro sahnesine çeken ne oldu?

Yasemin Kay Allen: Televizyon içeriklerine günümüzde kolay tüketilmeli mantığıyla bakılıyor. Hatta yapımcılar bilhassa arka planda dönebilecek hikâye istiyor ki izleyici dizi-film seyrederken diğer bir taraftan da telefonuyla uğraşabilsin. Örneğin bir yapım içinde yer alıyorsunuz kimi zaman 1-1,5 sene sonra yayınlanıyor. “Çektim mi hatırlamıyorum” dediğim işler bile oldu. Öte yandan edebi değeri yüksek ve odak gerektiren metinleri oynamak bir oyuncu için çok haz verici bir şey. Çünkü o zaman bu yaptığın iş olmaktan çıkıyor ve oyuncu da sanat yaptığını hissedebiliyor. Sahnede olmak benim için hatalarımla da var olabilmeyi hissetmek ve bu varoluşu sevebilmek anlamını taşıyor. Çünkü orada seyirci faktörü var ve sen kendi kalbini, bedenini, her şeyini ortaya attığın için zaten 1-0 önde başlamış oluyorsun. O yüzden tiyatronun o seyirciyle olan bağlantısı, seyirciye güvenebilmek ve kendini onların eline teslim etmek çok güzel bir duygu benim için.

Murat Cemcir: Televizyonun da platformun da maalesef artistik bir değeri yok. Çünkü orada bir kütüphane var ve o kütüphanede milyonlarca içerik var. İnsanlar oradakilere film veya dizi olarak bakmıyorlar. Çok yetenekli oyuncular, çok yetenekli yazarlar, çok yetenekli yönetmenler var ama bir süre sonra hepsi deforme oluyor.  Sürekli ne satacak, ne izlenecek bunu yakalamanın peşindeler. Yoğun bir deformasyon var ve haliyle de oyuncu sanatçı olduğunu hissetmiyor. Sinemada durum biraz daha farklı… Orada görücüye çıkıyorsunuz. Bir senenizi veriyorsunuz, filmi yapıyorsunuz ve perdeye çıkıyor. İlk hafta saçların beyazlayabilir ya da her şey çok güzel gidebilir. Çünkü orada artist olarak puanlanıyorsunuz. Seyirci geliyor veya gelmiyor. Sinema perdesinde sanatçı olduğunuzu hissediyorsunuz. Tiyatroda da bu var. Batı’da çok büyük film yıldızları, büyük starlar tiyatro yapıyorlar, film çekiyorlar. O yüzden artistik değer noktasında ben kendi adıma tiyatroyu seçtim. Yasemin’de de onu gördüğüm için de onunla oynamayı arzu ettim. Çünkü günün sonunda biz bir şeyleri tercih ediyoruz. Hayat öyledir. Ya tercih edersiniz ya tercih edilirsiniz. Tercih eden sanatçı olur. Edilen endüstriyel bir iş yapar. 

Yasemin Kay Allen: Hepimiz endüstrinin içinde yer alıyoruz ama olabildiğince tekrar o hakimiyeti ele almak ve sanatçı olarak “ben bunları yapıyorum, bunun altına imzamı atarım” diyebileceğin işlerde olmak istiyorsun.

Ayçe Özyiğit: Günümüzde seyircilerin özellikle bu ekonomik koşullarda bütçelerinden artırıp da tiyatroya gelmesi çok zorlaştı. Oyuna seyircinin tepkisi nasıl? 

Murat Cemcir: Bursa Dastas’ta oynamıştık. Oyun öncesi kafeterya bölümünde bekliyoruz, orta yaşta iki hanımefendi yemek yiyor; “Murat Bey bize çok pahalıya patladınız” dedi. Önce anlamadım ben, “akşamki oyunu izlemeye geldik” dedi, “teşekkür ederim” dedim. Sonra “bir de yemek yiyoruz ya” diye ekledi. Yemek ve yol parasına bir de bilet paraları eklenince gerçekten de iyi bir miktar ediyor ve haliyle karşılığında da bir şey almak istiyor seyirci. Aynı hanımefendileri oyundan sonra yakalayıp “değdi mi verdiğiniz paraya?” diye sordum. Çok mutlu olduklarını söylediler. Bir tane akademisyen arkadaşımız oyun için şöyle bir yorumda bulundu:“Bu oyun bir yemek olsaydı Michelin yıldızlı bir yemek olurdu.” Geçen gün de genç bir beyefendi, hanımefendi geldi oyuna. Onlar da; “Uzun bir süredir yapılan diyetten sonra yenilen ilk baklava gibi” dedi.  Ayrıca kendi kendimize verdiğimiz notlar da var mesela. Bir listemiz var. Oyun sonrası performansımız için “İlk 5’e girer mi?” diye yorumluyoruz kendi aramızda. Bir de şunu fark ettim ben, oyun, oynadıkça oturuyormuş. Oyun hakkında yapılan eleştirileri de okudum. Örneğin ilk oyunları seyreden bir arkadaşımın tanıdığı bizim son oyunlardan birini izlemiş ve öve öve bitirememiş. Arkadaşım da beni arıyor; “Ben ikinci oyunu seyrettim, çocuğa diyorum ki abartıyorsun, ne değişmiş olabilir ki? Metin aynı metin değil mi?” diye soruyor. Öyle değil işte. Bu yazıyı okuyan ilk 5-6 oyunumuza gelmiş arkadaşların, sezon başı gibi sahneye çıktığımızda gelip oyunumuzu yeniden seyretmelerini isterim. O zaman; “ben daha önce ne izlemişim” diyecekler. Benim peşinde olduğum şey, mükerrer seyirciyi yaratmak. Bir defa daha gelsin izlesin oyunu. Çünkü bir performans her geçen gün daha da pekişiyor.

Ayçe Özyiğit: Peki, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

Murat Cemcir: Bende bir eksiklik varmış, sahneye çıktığımda bunu hissettim. Meselâ usta oyuncular sinemayı bırakıp tiyatro yaptıklarında sorguluyordum açıkçası. Çünkü sinema sanatını çok değerli buluyordum. Şimdi sahneye çıkınca anladım, tiyatro bulaşıcı bir hastalıkmış. Bırakması zormuş.

Yasemin Kay Allen: Böyle bir ekibi bir araya getirmek de vizyon gerektiriyor. O da Murat’ın kabiliyeti… Gerçekten benim açımdan rüya gibi bir deneyim oldu. Zafer (Kayaokay) Hoca’yla, Şirin Dağtekin (dekor tasarımı), Nagihan Cemcir (çevirmen), Dilek Kaplan (kostüm tasarım), Dilek Tekintaş (dramaturg), Pınar Ataer (koreograf) ve tüm diğer ekiple çalışmış olmak çok güzeldi.  O yüzden çok çok şanslı hissediyorum.

Ayçe Özyiğit: Bu güzel ve samimi sohbet için çok teşekkür ederim.

Murat Cemcir: Biz çok teşekkür ederiz size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne.

Yasemin Kay Allen: Çok teşekkür ederim. Çok naziksiniz. İyi ki geldiniz.

AYÇE ÖZYİĞİT

 

BÜYÜK AŞIKLARIN SONUNCUSU OYUN TARİHLERİ

6 Haziran Fişekhane Ana Sahne

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku