Ayçe Özyiğit
Mucizelere inanır mısınız? Hayatın sizler için hazırladığı güzel sürprizlere. Mesela gece karanlığında çıkacak olan bir gökkuşağı yeterli mi imkânsızı reddetmek için? Yahut da yazın ortasında yağan karlar ikna eder mi bizi ‘olmaz’ diye direttiğimiz her şeyde yine de bir umut olabileceğine?
İmkânsız biz o şekilde düşündüğümüz için mi imkânsız, yoksa gerçekten girdiğimiz yollar bazen çıkılmaz mı oluyor? Öyle ya birçoğumuz çoğu zaman hayatın “Artık yeter!” kısmında çok bulunmuşuzdur. “Gelme üstüme artık, ne zaman bitecek? Her şey beni mi bulur?” Ne kadar tanıdıklar değil mi? Böyle cümlelerle başlayan ve biten hikâyelerimiz var, şarkılarımız var, türkülerimiz mevcut… Oyunlarımız bizleri çağırıyor. Hepimizin derdi aynı bir bakıma. Sadece dillerimiz farklı, yöntemlerimiz farklı, dillendirişlerimiz farklı.
“Ay Işığında Gökkuşağı”. Eminim ki birçoğunuz şu an bile kendisine soruyordur? Olabilir mi gerçekten, yoksa sadece bir isimden mi ibaret? Sizi daha fazla meraka düşürmeden hemen söyleyeyim. Nadir de olsa bu tür bir olayın gerçekleşmesi, evet, mümkün! Gökkuşağı gibi bir doğa olayının oluşabilmesi için ille de havanın aydınlık olmasına gerek yok. Gece yarısı, hava kapkaranlıkken dahi gökyüzünde gökkuşağının belirmesi “asla olmaz” diyebileceğimiz bir şey değil kesinlikle. Görüldüğüne dair kanıtlar var (2009 senesinde İngiltere’nin North Yorkshire kentinde bir gece eve dönerken böyle bir doğa harikasıyla karşılaşan Chris Walker bu mucizeyi görüntülemeyi başarmış). Ay Işığında gökkuşağının belirebilmesi için ayın yüksekliğinin 42 dereceden az olması ve Ay’ın tam karşısında yağmurun yağması gerekiyor. Bu bilgiyi paylaştıktan hemen sonra oyunumuza geçelim. “Ay Işığında Gökkuşağı” yönetmenliğini Yeşim Özsoy’un yaptığı Galata Perform’un yeni oyunu. Bir kadronun herhangi bir yerinde Yeşim Özsoy’un ismini okuduğumda kesinlikle boş bir oyun izlemeyeceğimi biliyorum. Seyredeceğim oyunun bana dokunacağını, beni sarsacağını bilerek oturuyorum o koltuğa. Bu oyun sizlerde de aynı etkiyi yaratacaktır muhtemelen. Bu defa karşımızda umut dolu, neşe, mizah ve hüzünle beraber kotarılmış bir oyun ve bizleri oturduğumuz sandalyelerden kaldırıp çok kolay bir şekilde kendi içine, kendi aile bireylerinin yanına çeken, her birimize onların yaşayabileceği tüm duyguları netlikle hissettirebilen çok başarılı ve çok samimi oyuncular var.
Serdar Kurt tarafından kaleme alınan oyunda Ayşe Lebriz Berkem, Özgün Çoban ve Oğuz Öztekin sahneyi birlikte paylaşıyorlar. İlk kez Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali 5’te, Ekim 2016’da okuması yapılan oyunumuzun konusu ise kısaca şöyle:
Neşe, Erinç ve Atınç… Ve bu üçlünün hazırlamış olduğu büyük sürprizin başrol oyuncusu Melis. Kimdir karakterlerimiz bunu size oyun söyleyecek? Çünkü benim verdiğim en ufak bir ipucunda hiçbir şeyin anlamı kalmayabilir. Sadece şunu bilin. Her bir kahramanımız mucizelere inanıyor. Çünkü mucizeler olmazsa, biz onlara inanmazsak hayatın ne anlamı olabilir ki?
Oyunculardan Ayşe Hanım’ın alışılmışın çok üstünde bir performans sergilediğini söyleyebilirim. Kendisine çok büyük bir saygım vardı. Onu sahnede ilk kez izledikten sonra saygım artarak hayranlıkla katlandı. Genç oyunculardan Özgün Çoban ve Oğuz Öztekin de bir o kadar başarılılar. Kendilerini bir defa daha tebrik etmek isterim.
Yazar Serdar Kurt, bizlere sonu açık bir oyun sunuyor. Herhangi bir mutlu son yok elimizde. Bunu takiben hüzünlü bir sonla da karşılaşacağınızı söyleyemem. Perdeler kapanıyor ve seyirci salondan çıktığında kendi zihnindeki sonu ortaya koyuyor. İyi veya kötü; mutlu ya da mutsuz… Hangi son sizi yansıtıyorsa…
“Oyunda Erinç, “Aynı gün hem doğum günü hem mezuniyet hem de evlilik töreni yapmak zorunda mıyız?”, dediğinde Neşe, “Başka zamanımız mı var?” şeklinde karşılık veriyor.” diyor Serdar Kurt. “Bir yandan çok istemeseler de kötü sona kendilerini hazırlarken bir yandan da bir mucizenin gerçekleşme inancını içlerinde yaşatıyorlar. Buradan yola çıkarak kimimiz Melis’in bu hastalıktan kurtulamayacağını, kimimiz kurtulacağını düşünebilir. Ancak Melis’in kurtulup kurtulmamasından ziyade kurtulduğu takdirde nasıl bir hayat yaşayacağı ve yaşadığı bu hayatta alacağı kararların ne kadar kendi elinde olacağı konusu beni daha çok ilgilendiriyor. Oyunda da anlatmak istediğim temel düşünce buydu. Bir nevi oyundaki karakterler Melis’in önünde yaşaması muhtemel hayatı gözler önüne seriyor. Oyunun sonunda bıraktığım açık kapıyı bu bağlamda düşünebilirsiniz.”
Oyundaki karakterlere ise dayatılmış bir hayatı sürdürme misyonunu yüklemiş Serdar Bey. Her bir karakter, içinde bulunduğu hayatı sevmiyor, kendilerine dayatılan bu rolü oynuyorlar. İşin acı tarafı ise oynadıkları rolün bilincinde gibi gözükseler de aynı konuma bir başkasını çok rahat şekilde oturtabiliyorlar. Serdar Bey’in de aslında bu oyunda dillendirmek istediği durum bu. Kaçımız içinde bulunduğu hayatı gerçekten kendi hür irademizle yaşıyoruz? “Bunu ben isteyerek yapıyorum.” Bu cümleyi kaç kişi gönül rahatlığıyla kullanabilir? Evet, bu bizim hayatımız. Verdiğimiz tüm kararların kendimize ait olduğunu düşünebiliriz. Peki, ya gerçekte biz kuklaysak ve iplerimizi çekiştiren birileri varsa? Biz aslında başkasının istediği hayatı yaşıyorsak? Oyunda kullanılan kuklanın da misyonu bu bir bakıma. Kukla, bizden içinde bulunduğumuz hayatın ne kadarının kendimize ait olduğunu sormamızı istiyor? Kukla bize, onunla ne kadar benzeştiğimizi soruyor. Hangimiz çıkıp da “Ne alakası var? Kontrol tamamıyla bana ait der.”; ki diyebiliyorsa ne ala. Önünde saygıyla eğilmekten başka yapacak bir şey kalmaz bizlere.
“Oyuna baktığımızda ailesi Melis için aynı gün içerisinde evlilik, mezuniyet ve doğum günü organizasyonu gerçekleştirmek istiyorlar.”, diye devam ediyor Serdar Bey. “ Çünkü Melis’in bu şekilde mutlu olacağını düşünüyorlar. Ama Melis, evlilik nedir? Mezuniyet nedir? Yaşamak nedir? Bunların farkında bile değil. Bu aslında tamamen ebeveynlerin kendilerini tatmin etmesidir. Melis’in yaşadığı takdirde mutlu olacağının, evlendiği takdirde mutlu olacağının ve mezun olduğunda mutlu olacağının garantisini verebilir miyiz? Aynı zamanda bu karakterlerin kendi hayatlarına da baktığımız zaman yapmak istedikleriyle yaşadıkları arasındaki çelişkiyi göreceğiz. Neşe 14 yaşında istemediği bir adamla evlendirilmiş ve mutlu olmamış. Erinç istemediği bir bölümde okumak durumunda kalmış mutlu olmamış. Atınç her ne kadar halinden mutlu gözükse de hayatının büyük bir bölümünü yoğun çalışmayla geçirmiş. Bu yaşadıkları sıkıntılara, olumsuzluklara rağmen Melis’in hayatına, kendilerinin yaşadığı hayata benzer bir şekilde yön vermeye çalışıyorlar. Sadece yakınlarımız değil, içinde bulunduğumuz sistem de bir şekilde hayatı istemediğimiz bir doğrultuda yönlendirebilen bir unsurdur. Örneğin oyundaki sihirbazlık ve market sahneleri dış çevrenin, sistemin üzerimizdeki etkilerini anlatıyor. Belki hayatımızdan yukarıda bahsettiğim yakınların ve sistemin etkilerini bertaraf edebiliriz ama işin bir de bizim elimizde olmayan tarafları var. Hastalık ve ölüm gibi…”
Serdar Bey oyunun son sahnesinde ise bu etkiyi yıkarak aslında söylemek istediği şeyi bize Erinç aracılığıyla söylüyor. Son sahnemizde Erinç eline aldığı kuklanın iplerini teker teker koparıyor. Serdar Bey’e göre bu aslında hayatımızdaki etkilere karşı bir isyan. “Ne kadar bizi bağlayan bu etkilerden kurtulup özgürleşirsek yaşayacağımız hayat bir o kadar güzel ve mutlu olacak. Aksi takdirde bu etkilerle beraber yaşadığımızda bunun adı yaşamak mı olur koca bir soru işareti. Tıpkı Melis’in durumu gibi…” diyor Serdar Bey.
Karşımızda sonunu bizlerin yazacağı bir oyun var. Bu oyuna bir son yazmalıyız. Bu defa bu kimsenin kontrolünde değil sadece bize ait olacak çünkü. Kendimizi mutlu edebiliriz ya da oturup ağlatabiliriz de. Ama yine de siz siz olun asla umudunuzu yitirmeyin. Öyle ya, şansımızın ne zaman döneceğini hiçbir zaman bilemeyiz ki. Bakarsınız her şeyin kopkoyu hale büründüğü gecelerin birinde bir yerlerden bir gökkuşağı da bizler için belirivermiş. Olamaz mı?
GALATAPERFORM HAKKINDA…
GalataPerform, 2003 yılında Galata Kuledibi’nde tarihi bir apartmanın birinci katında bağımsız bir tiyatro mekânı olarak kuruldu.
Yeşim Özsoy’un öncülüğünde kurulan tiyatro ve mekân, 2012 yılından itibaren yeni metinlere, yönetmenlere açık bağımsız bir alan oluşturma misyonunu geliştirdi. Bu yolla hem kendi oyunlarını, projelerini üretmeye devam eden hem de bir prodüksiyon ve yayınevi olarak işleyen yeni bir yapıya kavuştu.
Oyunlar ve performansların yanı sıra projelerin de hayata geçirildiği bir oluşumdur GalataPerform. Bugüne kadar Görünürlük Projesi (1-8), Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi ve Festivalleri gibi pek çok projeye imza atmıştır ve atmaya devam etmektedir.
“Yeni metinlerle uğraşıyor, yeni yazar ve yönetmenlerin var olabildiği bir alan yaratmaya çalışıyoruz.”, diyor, Yeşim Özsoy. “Bu anlamda bir misyonumuz var. Söylemler her oyunda farklıdır tabii ama ortak duruşumuz böyle. Ve bu noktadan hareketle süregelen bir tiyatro arayışı mevcut; dünyaya da açılabilen, dünya ile hep iletişim halinde olan.”
Yaklaşmakta Olan Oyun Tarihi
28-Şubat-2018 Garaj İstanbul