İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçısı Metin Belgin’in, 2008’de tadilat nedeniyle kapatılan ve yarın yeniden faaliyete geçecek olan Atatürk Kültür Merkezi’nin açılışı üzerine kaleme aldığı yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz:
Önce meraklıları için bir açıklama yapmalıyım! 23 yıl yapımı beklenen, 12 Nisan 1969’da açılan, ama maalesef 27 Kasım gecesi yangında kül olan Kültür Sarayı, 7 yıllık onarımdan sonra 6 Ekim 1978’de Atatürk Kültür Merkezi olarak tekrar açılıyor. İstanbul Devlet Tiyatrosu AKM’de yerleşik kadroya geçiyor, hocam Can Gürzap müdür koltuğunda, yine hocalarımdan Ahmet Levendoğlu da müdür yardımcısı. İşte bu tarihi oluşumun bir yıl sonrasında, 1979 yılının Eylül ayındayız… Heyecandan uçarak “müracaat” dediğimiz personel girişinden içeri adımımı atıyorum.
Büyük Salon’un altındaki Oda Tiyatrosu’nda prova yapılıyor, Fransız bir yönetmen gelmiş, Jean Anouilh’in Antigone oyununu çalışıyorlar. Kadroyu da sayayım; Arsen Gürzap, Haluk Kurtoğlu, Ahmet Levendoğlu, Nur Subaşı, Civan Canova, Gönen Aykaç Öktem, Tülin Oral, Cem Kurtoğlu, Faik Ertener, İsmail İncekara…
Bursa Devlet Tiyatrosu’nun çiçeği burnunda oyuncusuyum, ama İstanbul ve AKM öyle büyülüyor ki beni geri dönmeyi hiç düşünmüyorum artık… Her gün müdür odasının önündeki bankta mesai yapıyorum inatla… O gün, bir sürü giren çıkanın ardından müdürlük kapısı bir süre kapalı kalıyor, sonra tekrar açılıyor, Ahmet Levendoğlu görünüyor kapıda, bana bakıyor. Eyvah, diyorum içimden, sakın geri göndermesinler beni… “İçeri gel!” diyor soğukkanlı İngiliz tavrıyla, hemen heyecanla odasına giriyorum, masasına geçiyor, oturuyor, soruyor: “Antigone’yi izledin mi?” Hayır, hocam diyorum, henüz izleyemedim. Masada duran oyun tekstini alıp bana uzatıyor, “bu akşam izle, koro rolünü ezberle, yarın akşam sen oynayacaksın!” Ahmet hocam, şaka mı yapıyorsun? “Yo, Duruşma’yı yöneticem, oyun prova saatlerine denk geliyor, o yüzden sen oynayacaksın, sonra dönüşümlü devam ederiz.” Duyduklarıma, gördüklerime, hiçbir şeye inanamıyorum ama, hepsi doğruysa birkaç gece sonra oynasam olmaz mı? “Hayır, bu da sınavın işte!”
Müdüriyetten bir çıkışım var ki sormayın, ayaklarım yerden kesilmiş iniyorum merdivenleri, Oda Tiyatrosu’na giriyorum, oyuncu arkadaşlarıma başarılar dileyip, seyircilerin arasında oyun saatini bekliyorum. Siren sesleriyle başlıyor Antigone… Fransız yönetmen Alain Mergnat, yazarın İkinci Dünya Savaşı sırasında gördüğü vahşet üzerine yeniden yazdığı modern tragedyayı 1944’de Alman işgalindeki Paris’e taşıyor. Duyulan siren sesleri, dikenli tellerle çevrili sahne, oyunu satır satır takip eden Nazi subayları, adeta savaşın ortasında buluyorsunuz kendinizi… Üstelik Kreon sanki Şili’deki diktatör Pinochet’i andırıyor. Koro tek kişiye, yani kabare sunucusuna dönüştürülmüş; ışıltılı sarı ceketiyle seyircilerin arasında, lokal takip ışığı altında başlıyor olayları anlatmaya, sonra salondaki özel bölmesinde mikrofonun karşısına geçiyor, oyunun sonuna kadar aralara girip yorumluyor, şahane bir figür yani…
O gece muhteşem oyunu izledikten sonra eve gidiyorum, sabaha kadar ezber geçiyorum, nasıl olacak bilmiyorum? Birkaç saat uyukladıktan sonra tekrar AKM Oda Tiyatrosu’nun yolunu tutuyorum, kendi kendime prova yapıyorum, repliklerimi ezberledim ama oyunun neresinde söze gireceğimi bilmiyorum henüz… Bazı replikleri elime yazıyorum, bazılarını da mikrofonun çevresindeki dekor tahtalarına yapıştırıyorum, kopya çekmek için… Oyun öncesi hızlı bir prova geçiyoruz, ama kafam karışık, heyecandan ağzım kuruyor, ezberim belleğimden silinmiş gibi…
Oyunun gong yerine sirenleri çaldıkça, kalbim yerinden fırlayacak… AKM’de ilk kez sahneye çıkıyorum, aman Allahım, hayâllerimin gerçekleştiği gece, İstanbul seyircisinin karşısındayım, daha başka ne isteyebilirim ki? Benim kadar olmasa bile diğer oyuncular da hafiften tedirgin, repliğimi unutursam, çuvallarsam diye… Neyse, oyunu aksatmadan başlatıyorum, hafif bir rahatlama yaşıyorum yırttığımı sanıyorum, sevinmek için daha erkenmiş meğer, sonrasındaki sahnede bir anda lâfımı unutuyorum, elime bakıyorum çaktırmadan ama yazdıklarım terden silinmiş, oyun dışı birkaç cümle kuruyorum, hemen Arsen Gürzap vaziyete uyanıp, Antigone olarak sahneyi bağlıyor çok şükür! Ter artık sadece alnımdan değil, her yerimden damlıyor. Seyirci farkında bile değil ama oyunculuk böyle kendini yiyip bitirdiğin acayip bir meslek aslında!
Sonraki oyunlarda ezberim oturmuş, kendimden emin çıkıyorum sahneye, Ahmet Hoca’nın bana uyguladığı sınavı başarıyla geçiyorum. Bir süre sonra da mükâfatlandırılıyorum, yani tayinim onaylanıyor, İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncusu oluyorum artık! Yaşasın, Antigone de İstanbul’da, ben de…
29 yıl sürecek AKM macerası böyle başlıyor. Lysistrata’dan, Truva Savaşı Olmayacak’a; Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndan, Jül Sezar’a; İki Efendinin Uşağı’ndan, Budala’ya; Kösem Sultan’dan, Kuvayi Milliye’ye pek çok oyunda seyirciyle buluşuyoruz AKM Büyük Salon’da… Oda Tiyatrosu’nun yanı sıra Konser Salonu da benim için unutulmazlar arasında…
11 Ocak 1992’de yönetmen ve oyuncu olarak Patrick Süskind’in Kontrabas oyununa yine Konser Salonu’nda başlıyorum, daha sonra Oda Tiyatrosu’nda ve otoparkın altına kurulan Aziz Nesin Sahnesi’nde de sürdürücem oynamayı…
Yazdıkça anılar, anıları çağrıştırıyor, anlatmakla bitmeyecek gibi… Son olarak AKM’nin Kafeterya katına götüreyim sizi, çok özel buluşma mekanımız, hani olmasa, başka yerde bir araya gelebilir miyiz, sanmıyorum. Bakın, köşede Nur Bey birasını yudumluyor, az sonra “bana yarım bira çocuğum!” diye seslenecek garsona… Cüneyt Gökçer, Damdaki Kemancı’nın provasına ara vermiş kahvesini yudumluyor, dekoratör Refik Eren’le… Zehra Yıldız da burada, gelecekte diva’mız olacak, La Scala’da söylediği günleri görebilecek miyiz acaba? Tenhalığına bakmayın, operacılar 620’de provada, ara verilince iğne atsanız yere düşmez.
Şu masadakiler mi? Hülya Aksular, Oytun Turfanda, Oktay Keresteci, baleden… Numan Pakner’in yanındaki Alev Sezer tabii, Söz Veriyorum’u izlediniz mi, ah, bi Amadeus oynuyor ki, filmdeki aktöre on basar. Evet, onları da tanıyorsunuz, ama oyun kostümleriyle, sahne makyajlarıyla oldukları için çıkaramadınız, öyleyse tanıştırayım: Işık Yenersu, Zafer Ergin, Sermin Hürmeriç, Süha Tuna, Handan Ertuğrul, Zekai Müftüoğlu, Mefharet Atalay, Sadrettin Kılıç, Tomris Oğuzalp, Engin Şenkan, Mümtaz Sevinç, Payidar Tüfekçioğlu… Eyvah, karşıdan Nejat Boren geliyor, yakalanırsam şimdi, vosvosuna davet eder, arya söyler otoparkta…
2008’de perde tamamen kapanana kadar sanatın büyüsüyle soluk alıp vermeyi sürdürüyor, aramızdan ayrılanları sahneden uğurluyoruz alkışlarla…
Zaman hızla akıp geçiyor işte! Geçmişin izlerini sürerek, daha güzele, daha iyiye, daha doğruya inanan genç sanatçıların yapıtlarıyla aydınlanmanın heyecanı içindeyim, yeni AKM’yi beklerken…
METİN BELGİN