Kenter Tiyatrosu’ndan Kıyıcı Bir Protesto Olarak “Züleyha”

Gonca Katman
3,4K Okunma

Kenter Tiyatrosu’nda 8 Nisan 2019’da Türkiye’deki ilk gösterimini gerçekleştiren ‘Züleyha’, tek kişilik bir kadın oyunu. Oyun, toplumun kanayan yaralarından bir tanesini, aile içi cinsel şiddeti konu edinirken, cinsiyetçi söylemleri ve ahlaki normları toplumsal ve geleneksel yapıdaki sorunlarla hesaplaşarak protesto ediyor. 

Melisa Kenter’in tek kişilik performansı ile dikkat çeken yapımın yönetmenliğini sevilen oyuncu ve seslendirme sanatçısı Günyol Bakoğlu üstlenmiş. Oyunun çok katmanlı ve çarpıcı metni, akademisyen-yazar-dramaturg Hüseyin Erdoğan’a ait. Büşra Mirador Bakoğlu’nun kostüm tasarımını gerçekleştirdiği oyunun asistanı ise Deniz Sayar. 

Oyun, Züleyha’nın henüz küçük bir kız çocuğu iken maruz kaldığı şiddet ve cinsel istismarı parçalı bir anlatıya dönüştürüyor. Züleyha, birlikte olduğu adam onunla evlenmek isteyince on yıllık gizini açıklamaya karar verir: Dokuz yaşında öz babasının tecavüzüne uğramış ve ondan hamile kalmış, üstelik bu durumdan kendisi sorumlu tutulmuş ve ne annesi ne de devlet kurumları tarafından korunabilmiştir. Yıllarca babasının istismarına susmak zorunda bırakılmış ve yaşadıkları nedeni ile ötelenmiş, her türlü insani hakkı zapt edilmiştir! O elinden alınan, kâbusa dönen hayatının intikamını babası yaşlandığında onu zehirleyerek alsa da yaşadıklarını böylesi bir intikamla geçmişe gömemez. Oyunun şimdisinde direnen, savaşçı bir kadın olan Züleyha, böylece travmalarıyla, bilinçdışı ile yüzleşir; çirkin anılardan kurtulmaya çabalar; küçük bir çocukken zihninin karanlıklarına saklamak zorunda kaldığı hayallerine tüm masumiyetiyle ulaşmaya çalışır. 

Oyunun bu yerel gerçeğinin ardında, Yusuf ile Züleyha’nın aşk öyküsü olarak da bilinen ‘Yusuf kıssası’ var. Toplumun ahlaki olanla ilişkisi ve cinsiyetçi yargılar perspektifinden bu dinsel-mitolojik anlatı oyunda tartışmaya açılıyor. Züleyha’nın masumiyeti ile Yusuf kıssasındaki kadının (Zeliha/Züleyha) ‘baştan çıkarıcı’ ve ‘ahlaksız’ nitelikleri hesaplaşıyor, böylece ahlaki bir öğreti olarak bilinen Yusuf kıssasındaki değer yargılarının hastalıklı yapısı, oyunla sembolik bir bağ kuruyor. 

Yusuf ile Züleyha’nın anlatısında kadın, iffetsizliğin ve günahkârlığın bir ibreti haline dönüştürülmüştür; Züleyha erkeği baştan çıkaran ve onu günaha teşvik eden bir cinsel simge, nefsine hâkim olamayan kötü ahlaklı kimse durumundadır. “Allah’ın bu âyeti, kötü ahlaklı kadınların şerrinin gerçekten büyük olabileceğini göstermektedir.”  (1) Oyun ise kadına yönelik bu bakışı ters bir okumayla ele alıyor, dinsel motif üzerinden ataerkil düşünceyi besleyen tüm sistemlere başkaldırıyor. 

“El ne derse desin, Yusuf olmanın erdeminden çok Züleyha’nın cesaretidir bu masalı masal yapan…”

Anlatıdaki Allah inancı ve nefse dair iletiler oyunun öyküsüyle ironik ve çarpıcı bir karşıtlık oluşturuyor: Yusuf kıssası, haram ve helal olanın sınırlarını çizerken ‘Züleyha’ bu sınırların günümüzde geldiği korkunç noktayı acı bir tonda sahneye taşıyor. 

Züleyha, düşleri ile yaşam gerçekliği arasında gelgitler yaşarken seyirci aslında bir tür ayinle de yüz yüze geliyor. Doğum-ölüm, cinsel erginleme gibi ritüelistik olandan yola çıkarak oyun, dinsel dogmaların eleştirisini yapıyor. Züleyha oyun süresince acılarıyla yüzleşerek, ölü olanı simgesel olarak gömerek bir bakıma yeniden doğuyor, bu yeniden doğumu seyirciye müjdeliyor.

Bu noktada oyunun asıl meselesi ortaya çıkıyor; örtülü gerçeklerin görünür kılınması! Oyun,  susmak×konuşmak, üstünü örtmek×açığa çıkarmak gibi ikilemleri kölelik×özgürlük çatışmasında bütünlüyor. ‘Mankurt’ların (2) dayanılmaz acılar çekerek köleleştirilmeleri gibi Züleyha’nın yaşadığı işkence ve öz babasına yaptığı köleliğin detayları tüm dehşetiyle açığa çıkarılıyor. Çünkü yaşanan istismarların değil istismarcıların kuyunun dibine atılması gerekiyor! Susmak zorunda bırakılan Züleyha, sahnede olanca gücüyle haykırıyor yaşadıklarını!

Babasının sevgiyle şımarttığı küçük kızlar gibi o, pamuk şeker, oyuncak bebek, ya da dondurma istemiyor, bunlar Züleyha için masalsı bir dünyaya ait; o  “Baba bana ölüm al!” diye çığlık atıyor. Kardeşini doğurmak zorunda bırakılıyor Züleyha! Ve henüz 12 yaşında! Kimliğini keşfedemeden benliğini kaybediyor. Masumiyetine sahip çıkmaya çalışıyor ama dayatılmış etiketler izin vermiyor buna. Kadınlık yükleniyor omuzlarına!  

“Züleyha tutkusunun esiridir. Kasıklarının kölesi olur, Yusuf’a iftira atar saldırdı diye. Ama ben iftira atmıyorum. Dokuz yaşında kasıklarımın kölesi değildim. Neden bizim evde iki yatak odası var?”

“Cinsellik, bir terim olarak yalnızca bireylerin fizyolojik bir özelliği değil aynı zamanda toplum düzeninde bir politikadır; politika halini almıştır. Cinsel özellikler bakımından güçlü olarak tanımlanan kesimin güçsüz olarak tanımlanan kesime olan üstünlüğü olarak ifade edilebilen cinsel politikanın ayrımcı ve bölücü tavrı, doğuştan güç egemenliğini temel alarak içten sömürüyü kullanmasıyla, bütün sınıfsal ayrımlardan çok daha köklü ve sağlam bir temele oturmaktadır. Bu güç ve egemenlik ilişkisi, cinsel politikanın çıkış noktasıdır.” (3) Oyun, Millet’in Cinsel Politika’daki toplumsal sistemlerin kadınların her zaman ezildiği bir hiyerarşi yarattığı düşüncesini de somut gerçeklerle ortaya koyuyor. Ataerkil dayatmaları deşifre ederken çağımıza dair birçok toplumsal sorunu feminist bir bakışla irdeliyor; kadın kimliğine yüklenen edilgenlik, göreneklerden dışlanma korkusunun getirdiği vurdumduymazlık, evlilik kurumunun dahi istismarın bir parçası haline gelişi ve yalnızca erkeğin egemenliğine dayalı, gerçekleri örten bir normalleştirme dayanağı oluşu, ataerkil yapının erkeklere tanıdığı sınırsız güç algısının erkekte her alanda bir iktidar gösterisine dönüşmesi, ‘doğru ahlak’ savunuculuğu yaparken insani değerlerin hiçe sayılması ve ‘namus’ kavramının yalnızca göstermeci bir cinsiyetçiliğe hizmet etmesi gibi daha pek çok sorun, aynı öykünün içinde yerini buluyor. Bu bağlamda oyun metinlerarası düzlemde Macbeth ile bağ kuruyor. Sahip olma saplantısını doğuran güç ve erk hırsının salt otoriter konumların değil aynı zamanda cinsel politikanın da bir parçası olduğunu gösteriyor.

İçeriğine göre kategorize edilmesi gerekirse oyun, Radikal Feminizm ile temellendirilmiş. “Radikal Feminizm, kadınların ezilmesinin başlıca sebebinin ataerki olduğu inancı üzerine kuruludur… Ataerki tüm erkek egemen sistemleri temsil eder ve pek çok toplumsal problemin kökeni olarak ele alınır.” (4) Ataerkil yapının tüm araçlarına doğrudan bir saldırı içeren bu içeriksel yapı, kendisini yerel gerçeklikle bütünlüyor ve böylece feminist düşüncenin ereğine yönelik doğru bir adım atılıyor. Nitekim oyunun başlangıcında, ülkemizdeki kadınlara yönelik şiddetin boyutunun istatistiki verilerle sunulması böyle bir ereğe hizmet ediyor olsa gerek… Bu aynı zamanda ülkemizin saklı gerçeklerine sahne üzerinden açık ve kıyıcı bir protesto niteliği taşıyor:

“Protesto, bireyin toplumla kurmuş olduğu ilişkide toplumdaki varlığına, aidiyetine, kimliğine ilişkin arayışına tanıklık eden bir alandır. Jasper protestoyu “insana dair soruların sorulup ele alındığı ender alanlardan birisi olarak” tanımlamaktadır. Ona göre protesto “yaşamımıza nasıl yön vermeliyiz, biz kimiz ve neden yaşıyoruz türünden sorgulamaların en derinindeki anlamına dokunmaktadır” Dolayısıyla protesto ve sanat arasındaki ilişki ortak bir paydada buluşur: Yaşadığımız dünyayı dönüştürebilme gücünde.” (5)

Bu protesto, sahnenin anlatım olanakları ile birlikte kadının özgürleşme mücadelesi bakımından etkili bir ifade yöntemi olarak önem taşıyor: Feminist hareket için tiyatronun önemi deneyimin içinden seslenerek kurguyu değil bütün kadınların yaşadığı gerçeği, yaşadığı deneyimi dile getirmesi, görünür kılması ve somutlamasıdır.” (6)

Buradaki protestoyu siyasal, ideolojik ve ekonomik faktörlerden bağımsız olarak ele almak imkânsız. ‘Züleyha’, içimizi burkan ve toplumsal yaşamın kökeninde sarsılmaz bir yer edinmiş olan, kadının cinselliğine esaret hükmü veren ahlak yasaları ile günümüzün sosyo-patolojilerini görünür kılarak, aslında toplumsal bir portre sunuyor. Günümüz Türkiye’sinin sosyo-ekonomik bunalımlarını takip eden cinsiyetçi düşünce ve cinsel sapkınlıkların bir sonucu olarak ensestin, insana bahşedilmiş en saf duyguları nasıl yerle bir ettiğini gözler önüne seriyor!

Oyunun ilk ağızdan yapılan bir protesto niteliği taşıması, Züleyha’nın yaşadığı şiddet ve istismar anlarını yer yer doğrudan anlatıyor olması, oyunu ajite edici ve didaktik bir seyirliğe dönüştürmesi bakımından eleştirilebilir ancak farklı bir açıdan bu doğrudan anlatım, seyirciyi gerçeklerle birebir yüzleştirip şok etkisi yaratarak belirli bir bilince yönlendirmeyi de hedefliyor. 

Oyunun rejisinin oyunculuk formundan ziyade anlatıma ve söze yaslanması oyunda durağanlığa sebep oluyor. Ancak söz ve söylem oyunun yapısında kritik bir öneme sahip. ‘Erk’e hizmet eden bütün yapıları yerle bir eden, kıyıcı bir söz ve söylem bu. Seyirciyi uyaran rahatsız eden, saldırgan bir söz!

Bu saldırganlık ve kıyıcı tutum, kadının özgürleşmesi için önemli bir karşı duruş olsa da bunun tersine ciddi bir çelişki de yaratıyor. Züleyha’nın güçlü bir kadın olarak gösterilmesi aynı zamanda kadının yaşama tutabilmesi için erkekleşmesini olumlama hatasına düşüyor. Züleyha’nın yer yer cinsiyetçi düşüncenin ürünü olan cinselliğe dayalı küfürler savurması, her ne kadar babasının ölümüyle yaşadıklarından kurtulamayacağını anlasa da babasını öldürmesinin normal ve gerekli bir eylem olarak gösterilmesi oyunun bütünündeki feminist düşünce ile uyuşmuyor. 

“Kendi ellerimle bu kuyuya koyacağım seni. Hani bana anlattığınız Yusuf’un kuyusu gibi. Bakalım Züleyha’nın kervanları buradan geçecek mi? Yusuf gibi seni kuyudan çıkaracaklar mı? Yusuf masumdu. Ya sen?”

Buna rağmen Melisa Kenter, seyirci ile doğrudan bir ortaklık kurmayı başarıyor; samimi ve duru bir oyunculuk sergiliyor. Tek kişilik ve çok katmanlı, duygu yüklü böyle bir metni ismine yakışır bir başarıyla taşıyor sahneye. Kenter Tiyatrosu’nda, ailesinden devraldığı mirasını; kendi çaba ve birikimiyle zenginleştirdiği yeteneği ve sanatını böylesi güçlü bir oyunla sunması büyük takdir topluyor. Oyunda bir başka yeteneğini de icra ediyor; yer yer piyano çalarak sahnenin duygusunu yükseltiyor ve seyir keyfini arttırıyor.

Işık tasarımı da bu atmosfere olumlu katkı sağlıyor; oyunun parçalı yapısının anlaşılır ve etkileyici kılınmasına hizmet ediyor,  kimi sahnelerde nokta ve lokal ışık söylemin vurgusunu öne çıkarıyor.

Teknik etmenlerin oyuna katkısına karşın dekor, işlevsel olmamasının yanında sahnede kalabalık yaratıyor. Masa, sandalyeler, koltuk, askılık, piyano… Sahnenin yarısından fazlasını kaplayan eşyalar Kenter’in performansına yeterince destek olamıyor, üstelik yer yer ona engel oluyor.

Oyunun metaforik anlatımına katkı sağlayan bir aksesuar olarak simgesel bir ‘ceset’in kullanılması oldukça iyi bir buluş. Bu bembeyaz ve oyuncak bir bebeği andıran yapay beden, Züleyha’nın anlatısına katılıyor; kimi zaman babasının ceseti, kimi zaman âşık olduğu -ya da olmak istediği- adam, kimi zaman kendi karnında büyüttüğü kardeşi yerine geçiyor. Oyun-masal-gerçek sade bir simgede birleşiyor böylelikle. 

Bu etkileyici karşılaşma sona ererken ne yazık ki masallara dinleyici, oyunlara seyirci kalmanın verdiği edilgenliğinin rahatsızlığı hissediliyor. Ancak oyun, değişimi önceleyen bir farkındalık yaratmayı başarıyor. Böylece tiyatro bir kez daha insanın doğasına vurgu yapıyor, insanı özgürleştiriyor. Aile içi vahşete maruz kalan herkes için dile geliyor bu sefer masal… Büyülü bir dünyaya ait ya da mutlu sonlu değil. Bu sefer masal, yıkıcı bir çığlığa dönüştürüyor kadınların isyanını…

Ve tabii gökten üç elma düşüyor; biri anlatana, biri dinleyene, diğeri de bu ‘masal’ı düzenlere!..

 

Oyunun Künyesi:

Yazan: HÜSEYİN ERDOĞAN
Yöneten: GÜNYOL BAKOĞLU
Oynayan: MELİSSA KENTER
Afiş: BÜŞRA BAKOĞLU
Yönetmen Yardımcısı: DENİZ SAYAR
Prodüksiyon: ARDA IŞIK

Kaynakça: 

1 Hülya Söylemez, Kur’an’da Kadın Kıssaları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi (Ankara-2006), s.13

2 Mankurt:Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle. Mankurt haline getirilmek istenen kişinin başı kazınır, başına ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak Güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan bir köleye dönüşür.

3 Bkz. Kate Millet, Cinsel Politika, İstanbul: Payel (2.Basım)

4 Sue-Ellen Case, Feminizm ve Tiyatro, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi (1. Basım, 2010), s. 104

5 Bennan Havva Baran, Kadın Özgürleşmesinde Bir Protesto Aracı Olarak Sanatın Kullanımı: Ankara Tiyatro Öteyüz Örneği, Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, (Aydın-2016), s. 5

6Fakiye Özsoysal, Ataerkil Söylemin Maskesini Düşüren Feminist Oyunlarımız ve İstanbul’da Feminist Tiyatrolar, K. Karaboğa ve O. Arıcı, (Ed.), İstanbul: Habitus Yayıncılık(2014), s. 276

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku