Karanlık bir salon, sahnede kapı açılır, karanlıkta biri masanın başına geçer ve ışık ağır ağır masa ve masaya oturanı aydınlatır. Oturan kişi daktiloyla yazı yazmaktadır… Daktilo sesine eşlik eden arka fondaki müzik seyirci odaya davet eder…
Daktilonun başında bulunan kişi, kısa süre içinde nasıl bir rolü canlandırdığını izleyiciye aktarır; yazardır, yayınevinde yöneticidir. Kısa bir süre önce atanmıştır, yazdığı metni aynı zamanda seyirciye anlatandır. Metni okur gibi seyirciye aktarırken, metne uygun olarak sahnede görevini yerine getirmektedir. Zaman zaman oyunun içinde rolünü canlandırırken anlatıcı özelliğinin kaybolacağını bekleyebilirsiniz ama aksine öyle değildir, anlatıcılığı daha öndedir, ve bu oyun boyunca böyle devam eder.
Bir zamanlar, Yugoslavya’da, bir sonbahar günü pencereden gelen ışık demeti içinde yağmur sessizce yağmaktadır. Yan odadan çalınan yerel şarkıların sesi davet edildiğimiz odaya dolar. Ses masa başındakini rahatsız eder ama kesilmez… O sırada telefon durmadan çalar. Kitabını yayınlatmak isteyen bir yazarın inatçı aramaları devam eder. İnatçı yazar kitabının neden basılmadığını öğrenmek istemektedir… Henüz 5 aydır görevde olan yayınevi yöneticisi, kendisini reddetmediğini vurgular ama karşı taraftaki söz dinlemez… Batmakta olan bir yayınevidir söz konusu olan ve yayınevini canlandırması beklenmektedir. Ama zamanla öğreneceğiz ki, aslında o göreve başarılı olmak için değil, başarısız olsun diye getirilmiştir ve yazarımızın bu başarısızlık üzerinden itibarını kaybederek gözden düşmesi beklenmektedir. Eğer başarılı olursa, elbette atayanların bu gizli niyeti ortaya çıkmayacaktır!
Nitekim, her yeni rejim önce kendi yandaşını veya yandaş olarak gördüğünü yemekle işe başlar!
Öykü ilerledikçe, kara mizahın kıvrak dili ve kurgusu, beklenmedik olana açılan kapısı bizi kucaklar. Devleti adına çalışan bir polis ile devlet için potansiyel tehlike olan bu yazarı takip etmekle sorumlu olan polisin hikayesidir bu. Rejim değişikliği sonrası kurulan yeni iktidarın muhalif yazar ve eski istihbarat görevlisi ile yüzleşmesi sayesinde, iktidarın kimliği değişse de yapısal ve olgusal olarak işleyinin sabit kalışını izleriz.
Kara mizahın içindedir bu yüzleşme; bir anlamda yazarın hem kendi kişisel tarihi, eylemleri, düşünceleri hem de “iktidar olgusuyla” yüzleşmesi…
Oyunda geçen, çoban köpeklerin yaşlanınca yerini genç köpeklere bırakan öyküsü, bize yaşlı köpeklerin ormanın dehlizlerinde çaresiz ve bir başına bırakılmasını anlatır. İstihbaratçı polis, yazarın her adımını, toplum içindeki her konuşmasını, arkadaşlarıyla buluşmalarını, seyahatlerini, adeta yaşamının her anını kayıt altına almış ve getirdiği kocaman bavulun içinde yazara adeta kendi hayatını sunmuştur. Anılarını kapısını aralayan o kayıtlar aslında mahkemede kullanılmak üzere derlenen delillerdir.
Ancak rejim değişmiş, istihbarat görevlisi polis emekli olmuştur, izlemekle yükümlü olduğu yazara benzeyen oğlu sürgünde, devlet için tehlikeli yayınları yayınlamaktadır. Yaşamın bir ironisi olarak, takip ettiği yazardan etkilenmiş çocuğuyla başbaşa kalmıştır emekli polis…
Olaylar her ne kadar Yugoslavya’da, Tito döneminin hemen sonrasında geçiyor olsa da, bu türden süreçlere bir çok ülkede farklı tarihlerde tanıklık etmek mümkündür. Zira, kara mizahın coğrafyası ve zamanı yoktur; evrensel ve zamansızdır. Devlet ve siyasi rejimler var olduğu sürece, muhalifler ve muktedirler hep var olacaktır ve çelişkiler biçimsel olarak değişim gösterse de, özde hep aynı kalacaktır…
Yıllardır kapalı gişe oynayan ve bilet bulunamayan, artık İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun klasiği haline gelmiş “Profesyonel” oyununu yıllar sonra tekrar izlerken, ilk izlediğim günkü heyecanı duydum. Konuyu ve akışı biliyor olmama rağmen, kendimi önyargısız olarak sürprizlere açık bıraktım. Oyuncular, her zaman olduğu gibi sahnede devleşirken, kurgusu ve yönetmenin istemleri yönünde oyunu muhteşem bir uyumla yorumlarken, sahne düzenlemesi, ses, ışık ve diyaloglardaki akıcılık bizi bir kere daha sahneyle bütünleştirdi. Yazarı canlandıran ve aynı zamanda anlatıcı konumda bulunan Yetkin Dikinciler, zaman zaman seyirci ile diyaloga girip, seyirciden tahminlerde bulunmasını, ister ve bu yanıtlara verdiği mimikleriyle oyun seyircilerin verdiği karşılıklarla devam ediyormuş izlenimi yaratarak tüm salonu da bir anlamda sahneye dönüştürür. Bülent Emin Yarar ise, emekli polis rolünü o kadar içselleştirmiştir ki, yıllar geçmiş olsa da, sahneye ilk çıktığı günkü heyecan ve sahicilikle oynamaya devam etmektedir. Her iki oyuncunun olağanüstü jest ve mimik kullanımları, bedenleri ve tüm varlıklarıyla rolleriyle bütünleşmeleri seyir zevkini yükseltmekte, seyirciyi adeta mest etmektedir. Evet, oyuncular, sahnede oyunculuk dersi vermektedir! Gülen Çehreli‘nin ise oyunda hem rol almakta hem de yönetmen yardımcısı olarak görev almaktadır. Her iki görevi de yıllardır istikrarlı bir biçimde ve hakkını vererek yerine getirmektedir… Tonlamaları ve mimikleriyle sahneye ayrı bir güzellik katmaktadır. Cenap Oğuz, işkence görmüş, polis sorgusundan geçmiş bir yazar olarak küçük bir rolle sahnededir. Tüm oyuncular karakterlerini büyük bir başarıyla canlandırırken, sahnedeki uyumlarıyla birbirlerinin rollerini büyütmektedirler.
Işık, ses, dekor, kostüm… Hepsi bu tiyatro resitalinin bir parçası olarak ayrıntılı biçimde düşünülmüş ve oyunun çıtasını yükselten teknik ekibin başarısını yansıtmaktadırlar.
Ve elbette, oyunun yönetmeni, mimarı Işıl Kasapoğlu! Akıl ve duygu yüklü rejisiyle oyunu öyle kurgulamış, metni oyuncular, oyunun estetik boyutları ve tekniğiyle öyle yorumlamış ki, oyun 2010’dan bu yana hep dolu salonlara oynanıyor ve her seferinde dakikalarca alkışlanarak karşılığını alıyor…
Oyun yıllardır sahnede, öyle umuyorum ki yıllarca da sahnede olmaya devam edecek. Etmelidir de: Hem seyirciler için hem de oyunculuk dersi almak isteyen oyuncular için!
Son olarak… Oyunu İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Mecidiyeköy Sahnesi’nde bir kere daha izleme imkanımız oldu. bu imkanı bize sunan tüm çalışanlara teşekkür ediyorum… İyi ki varlar, iyi ki bu salonlar var ve iyi ki bu salonlarda birbirinden değerli oyunları izleme imkanı sunuyorlar izleyecilere…
İSMAİL CEM ÖZKAN