“Hurdacı” Brecht

Erkal Umut
5,9K Okunma

Brecht’in “Messingkauf” adlı, Hurda Alımı(1) olarak Türkçe’ye çevrilen kuramsal yapıtı için Epik Tiyatro üzerine yazılmış en kapsamlı ve derinlikli çalışmadır diyebiliriz. Karşılıklı konuşmalar üzerine kurulu kitapta Brecht’i yansıtan kişi daha çok Filozof kişisidir. 

Kitapta yer alan konuşmaların bir yerinde; klasik, gelenekselleşmiş, dramatik ya da Aristotelesçi tiyatro anlayışının savunucularından birine, yaşamdan alınmış olayları hangi amaç için sahnede canlandırdıklarını/ yansıladıklarını sorar Filozof. Aldığı yanıtlardan biri şöyledir: “İnsanları tutku ve duygularla donatmak, onları günlük yaşamlarından çekip almak.(2)

Tutku ve duygularla seyircileri donatarak, onları günlük yaşamın dertlerinden ve karmaşasından çekip almanın tiyatro sanılması, o günlerin de yani 1930’lu yılların da sorunuymuş demek. Sanatın büyüleyiciliğini, seyirciyi büyülemekle karıştıran bu yaklaşım, seyirciyi “başka bir aleme götürmeyi”, “günlük yaşamlarındaki mesele ve olayları geçici bir süre için sanki yoklarmış ya da hiç olmamışlar gibi hissettirmeyi,” -bugünlerde de olduğu gibi- tiyatronun amacı olarak tanımlayabiliyor. Bu anlayış aynı zamanda; duygularımızı, tutkularımızı seferber etmeden, yaşamın/ olayların sahnede canlandırılamayacağını ve tersi bir durumun kupkuru ve heyecansız bir oyuna yol açacağını savunuyor. 

Konu dönüp dolaşıp şu “duygu” meselesine geliyor yine. Özdeşleşmeye dayalı sahneleme özellikleri kullanılsın ya da kullanılmasın, benzetmeci olsun ya da olmasın, eğer ağırlıkta duygular temelinde hissedilenler üzerinden seyirci- sahne ilişkisinin kurgulanmasını tartışma konusu yapmaktadır Brecht. Tiyatroda duyguya, duygulanmaya karşı değildir: “Duygulara karşı bir diyeceğim yok. İnsanların yaşamından alınmış olayların yansılanabilmesi, bunların oynanabilmesi için duyguların gerekli olduğunu kabul ediyorum; yansılamaların duyguları ortaya çıkarması gerektiğini de kabul ediyorum.” (3) Ancak bir soru da sorar bu açıklamayla beraber:“Duygularımızın, özellikle bazı duygular uyandırma çabasının yansılamalar için zararlı olup olmadığını soruyorum kendi kendime.” (4)

Brecht, Filozof karakteri üzerinden duygu konusunda yine “işi yokuşa sürmektedir”. Konu, bir oyunda duyguların ortaya çıkıp çıkmaması değildir. Dolayısıyla tek başına duygu konusuna saplanıp kalmaz Brecht. Direttiği şey, sahnedeki yansılamaların başka türlü de olabileceğidir. Ancak klasik tiyatroya göre sahnedeki yansılama duygu üzerinden şu ya da bu şekilde seyirci üzerinde etkilemeler sağlamaktadır, yansılamanın bundan başka bir etkileme alanı olması düşünülemez; bu durumun değiştirildiği bir tiyatro da tiyatro olmaktan çıkar, başka bir şey olurdu. Tiyatronun tiyatro olmaktan çıkmasını önemsemez Brecht, hatta hafif bir alaycılıkla karşılar bu durumu: “Gerektiğinde bu sakınca (tiyatronun tiyatro olmaktan çıkma durumu, E.U) belki de büyük bir önem taşımayacaktır benim için. Böyle bir durumda ortaya çıkanı tiyatro olarak değil de başka türlü adlandıralım o zaman, örneğin ‘tiyatora’ diyelim.” (5)

Filozof, yani Brecht, sahnedeki canlandırmaların gerçek yaşamı en uygun şekliyle yansılamasında gerçeklik ve yararlılık öngörür. Sahnedeki canlandırmanın toplumsal gerçekliğe sahip olması ve toplumsal yararlılığa yönelik olması konusunda bir pusula önerir. “Tiyatro”cular tarafından saçma bulunan öneri şöyledir: “Sahnedeki canlandırmaları, yansılamaları konusu mekanik cisimler olan, fizik gibi bir şey olarak düşünebiliriz, buradan yola çıkarak bir teknik geliştirebiliriz.” (6)

Brecht, “haddini aşıyor”, tiyatro salonuna bilimi sokuyor. Yükselen tepkiler karşısında yine muzipliğini elden bırakmıyor: “’Tiyatro’ ile bilimin birbirleriyle ilgisi yok elbet. Zaten salt bu nedenle ondan ‘tiyatora’ diye söz ettim.” (7)

Hurda Alımı adlı kitapta Filozof (Brecht) kişisi, diyalektik düşünüşün temel uğraklarına götürüyor okuyucuyu. Birbirinden ilgisiz ya da bağımsız gibi görünen kavramların/ eylemlerin ilgi ve bağlarını ortaya koyuyor.

Bir tiyatro oyununda duyguların yansılama üzerinde etkilerini, duygu var – yok, olmalı- olmamalı gibi gereksiz ve faydasız bir tartışmaya girmeden, ilk başta ilgisizmiş gibi görünen tiyatro- bilim ilişkisi içerisinde de ele almaya başlıyor Brecht. Sergilenen oyunun gerçekliğe benzerliğini değil, gerçekliği içerip içermediğini merak ettiğini söylüyor. Sahnelenen oyunların kapsamak durumunda olduğu insanlar arası ilişkileri yani toplumsal ilişkileri merak ediyor: “İnsanlar birbirlerine karşı nasıl davranıyorlar, birbirleriyle nasıl dost ve düşman oluyorlar, nasıl soğan satıyorlar, savaş planları hazırlıyorlar, evlilik ilişkileri kuruyorlar, yün giysiler dikiyorlar, piyasaya kalp para sürüyorlar, birbirlerini yeğliyorlar, birbirlerini eğitiyorlar, sorularla sıkıştırıyorlar, birbirlerini yaralıyorlar, dayanışıyorlar, nasıl kurullar topluyorlar, ortaklıklar kuruyorlar, dolap çeviriyorlar… Benim için önemli olan, bunların arasında bazı yasalar elde etmek….” (8)

Taşın doğru gediğe konulduğu yer yukardaki cümlenin son satırı olsa gerek. İnsanlar arasındaki geçen olaylara, ilişki biçimlerine yön veren, onları oluşturan yasaların sahnedeki canlandırmalar, yansılamaların içinde görünür olması yani. 

Sergilediğimiz şeyin gerçeğe benzerliği ne kadar büyük olursa oynadığımız oyunların yaptığı etki o derece büyük oluyor.” (9) diyerek, yaşamın iyi bir kopyasını sahnede kurmaya çalışan anlayışın önüne iki temel itiraz ile çıkıyor Brecht. Birincisi özdeşleşmenin negatif etkileri ile toplumsal yaşayış ve ilişkileri var eden yasaların sis altında bırakıldığıdır, ikincisi de metin yazımında ve onun sahne yorumunda bu yasalardan bihaberliktir. Tiyatronun, seyirciyi tutku ve heyecana gark etmesini ve onun gerçek yaşamını bir süreliğine unutturmaya dayalı yatıştırıcı etkisini reddeder Brecht ve bu yüzden yeni bir tiyatrodan söz eder. 

Sadece kopyacı/benzetmeci olmak, yani yaşamın gerçekmiş gibi kopyasını sahneye kurmaya çalışmak ve/veya insanı ruhsal tepkilerinden fazlası değilmiş gibi ele almak yerine yaşamın gerçeğini öne sürer Brecht. Yani içinde olunan ilişkilerin, yaşayışın nasıl olageldiklerini, var olduklarını gözeterek “de” sahnede canlandırmalarda bulunmanın sahneleme yöntemini ortaya koyar. Yukarıdaki “de”yi özellikle vurgulamak için tırnak içine alarak yazıyoruz, çünkü, elbette ki insan duygularıyla da vardır; ama insan sadece duygularıyla açıklanamaz.  

İnsanı içinde bulunduğu toplumsal koşullardan yalıtarak, insanı salt ruhsal tepkiler altında incelemek ya da görmek kuşkusuz gerçekliğe aykırı olacaktır. Brecht’in özellikle altını çizdiği gibi “Yalnız dünyanın insan ruhundaki yansısı ya da dünyayı yansıtan insan ruhu anlatılarak ne Dünya’nın ne de insanın sergilenebilmesi, tanınabilecek ve yönlendirilebilecek gibi anlatılabilmesi düşünülebilir.” (10)

Gerçeğin irdelenmediği, gerçeğin ardının giz altında bırakıldığı tiyatro içinde mutlu değildir Filozof. “Benim sorunum, tiyatronuzda doğru olanı yanlış olandan kusursuzca ayıramamak. Merak dışında da bir tutkum var. Bu da tartışma hastalığı. Gördüğüm her şeyin üstüne özenle açıklanmış bir düşünceyi yaymaktan ve bu işte de bir parça tuzumun bulunmasından hoşlanırım. Kuşkulanmaktan zevk alırım. İnsanların söz ve eylemlerini, avcumun içinde, tıpkı yoksulların paralarını evirip çevirerek tarttıkları gibi, birçok kez çevirmeyi severim. Oysa tiyatronuzda, kuşkunun içeri sızabileceği en küçük bir gedik bile yok, işte sorun bu.” (11)

Gösterişli tiyatro salonlarının içinde kendisini dışarıdan gelme bir yabancı, çağrısız bir konuk gibi hissettiğini söyler. Tiyatro salonuna gelme, oyun izleme nedeni insanlar arasında geçen olaylara duyduğu ilgidir. Ancak bunun karşılığını alamadığını bir benzetme yaparak açıklamaya çalışır Filozof. Beklenti ve ilgisi böyleyken, kendini, çalgıları pirinç metalinden olan bir orkestraya pirinç metal hurdası almak için gelen bir hurdacı olarak gördüğünü söyler. “Trompetçinin trompeti pirinçten yapılmıştır, ama adamın çalgısını salt pirinç metali olarak, pirinç metali fiyatına, değeri şu kadar kilo pirinç metaldir diye hesaplayarak satması hemen hemen olanaksızdır.” (12)

Brecht bu benzetme ile günün tiyatrosunun/oyunlarının çağın seyircisinin gereksinmelerini ve beklentilerini karşılayamadığını belirtir. Sahnede, yaşama dair olayların -içeriğinin, gerçek yüzlerinin- görülmesi beklenirken; yaşamı teğet geçen, dışarıdaki gerçeklikle ilgisi bulunmayan, ilgisi varmış gibi görünerek onu yaşamın gerçekliği dışında ele alan, ya da gerçek yaşamın birebir kopyasını taklitlerle sahneye taşıyan oyunlar karşısında, tiyatro salonuna başka beklenti ve ilgilerle gelen seyircileri, hurda metal almak için bir bandoya/ orkestraya gelen hurda tüccarına benzetir. (13)

Hurdacıya benzetilen seyirci ile hurda satıcısına benzetilen tiyatro arasında; toplumsal bakımdan işlevli, yararlı, bilimsel ve estetik düzeyi yüksek yeni bir ilişki önermektedir Brecht. Yani Hurdacı olarak, hurda malzemelerini alabileceğimiz yere yönelmemizi ya da hurda isteyenlere hurda sağlayabileceğimiz bir noktada olmamızı. 

Özcesi, kendisi gibi “hurdacı” olmamızı ya da ihtiyacı olan “hurdayı” almaya gelenlere gerçek “hurda” vermemizi öneriyor Brecht.

ERKAL UMUT

 

Kaynakça:

1 Daha detaylandırılmış ve gözden geçirilmiş yeni bir çeviriye ihtiyaç duyan bu kitap, Epik Tiyatro üzerine sürdürülen çalışmalar için zengin ve doyurucu bir kaynak niteliğindedir. Özellikle yabancılaştırma, tarihselleştirme, gestus gibi kavramlara; Epik Tiyatro’nun politik, felsefi ve estetik içeriğine yönelik günümüzde de görülen yanlış değerlendirme ve yorumlara kitapta yer alan ve Brecht’i yansıtan Filozof üzerinden yanıtlar veriliyor.

2 Bertolt Brecht, Hurda Alımı, çev. Yaşar İlksavaş, Günebakan Yay., 1977. S.19.

3 Aynı, s.20.

4 Aynı, s.20.

5 Aynı, s.22.

6 Aynı, s.23.

7 Aynı, s.23.

8 Aynı, s.22.

9 Aynı, s.23.

10 Bertolt Brecht, Sanat Üzerine Yazılar, çev. Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 1990. S.102.

11 Bertolt Brecht, Hurda Alımı, çev. Yaşar İlksavaş, Günebakan Yay., 1977. S.25.

12 Aynı, s.21.

13 Bir hurda tüccarının bir orkestradan hurda metal (metalden üretilmiş/ yapılmış çalgılarını) almaya gitmesi metaforundaki tüccar- orkestra- çalgı tanımlamaları herhangi bir toplumsal değer- değersizlik atfı içermemektedir. Yalnızca bir beklenti/ ilgi alanına sahip birinin (sahnede yaşama dair gerçekleri görme arzusundaki seyircinin) bu beklentisinin gerçekleşemeyeceği bir yere gidişine dair bir benzetmedir. (Erkal Umut)

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku