Hikâyelerimiz Oyunu: “Ölü Kadınların Lanetiyle Yıkılacak Düzeniniz!”

Aycan Gürlüyer

Biteatral ekibinin son oyunu “Hikâyelerimiz”, yası tutulan, dillendirilemeyen, saklanması gerektiği tembih edilmiş eril şiddetin gizli kalmaması için yüksek sesle söylenen üç oyun ve bir baladdan oluşuyor. Mağdurları savunmamız, onlara yapılanlardan rahatsız olmamız için, sırf bunun için bazen hikâyeler yazılır ve oyunlar oynanır. İşte onlardan bazılarını izleyeceksiniz… 

İlk kez Zoom’da canlı oynanan bir oyun izliyorum. Oyunlardaki tüm karakterleri tek başına içtenlikle canlandıran Ayşe Lebriz Berkem’e hem çok uzağım hem de dokunsa değeceğim. İki duyguyu da aynı anda yaşıyorum çünkü tam karşınızda oturup hep gözünüzün içine bakıyor. Ve oyun başladıktan sonra yani tamamen anlatının içine girdikten sonra sahne ile ekranın pek de bir farkı kalmıyor. 

Tel örgülerin aralarından geçmiş ağaç dalları ve dallara bağlanmış küçük dilek bezlerinden oluşan sade bir dekorla sunuluyor hikâyeler. Dikenli telleri var gücüyle aralarken avucumuza bastırdığı hikâyelerle bizi kanatan oyunlar sırayla karşımıza geliyor. İlk olarak Ayfer Tunç’un yazdığı Fehime oyunu var. Çocuk anlatıcı Fehime’den dinlediğimiz oyun, Tunç’un Taş – Kağıt – Makas (Yapı Kredi Yayınları, I. Basım, 2003) kitabında yer alan hikayelerden biri. Noktasız virgülsüz yazılmış, soluk almadan okuduğunuz bir hikâye ve yazıldığı gibi ekranda da nefessiz oynanıyor. Kuşadası’na yabancı bir gemi gelmiştir. Fehime’nin teyzesi Fehime ve kardeşi Tahir’i turistlere kitap satışı yapsınlar diye Kuşadası sahiline bırakır ve sevgilisiyle buluştuktan sonra ortadan kaybolur. Teyzelerini bulmaya çalışan çocuklar gemiye yönelirler. Gemideki yabancı bir turiste bir Türk tarafında pazarlanan çocukların tecavüze uğramalarını tüyleriniz diken diken izliyorsunuz. Fehime bize her şeyi en baştan anlatmaktadır, hep nefes nefesedir. Bir pedofili öyküsünü bir çocuğun ağzından anlatan Ayşe Lebriz Berkem’in performansı gerçekten çok başarılı. Ne sahne değişiyor ne de kendisi yerinden kalkıyor, tıpkı Fehime’nin hiç ara vermeden anlattığı gibi anlatıyor bize, küçücük bir çocuk masumiyetinde ve doğallığında… 

İkinci oyun Gülfer başlamadan önce çiçek desenli bir kırmızı ekran geliyor ve oyuncu bu desenin aynısından bir entari giymiş olarak çıkıyor karşımıza. Bu ince detay oyuna çok yakışmıştı, söylemeden geçemeyeceğim. Ayşe Lebriz Berkem’in yazdığı hikâye Gülfer, başlık parası karşılığında kendisinden 15 yaş büyük bir adamla evlendirilen bir çocuk gelinin hikâyesi. Yaşadıklarını yöresel bir ağızla anlatan Gülfer, kocasından gördüğü kötü muameleyi çocuksu bir dille anlatıyor. Kocasının zihinsel engelli bir genç kıza tecavüz ettiğini ve onu hamile bıraktığını, sürekli dayak yediğini, kendisini ve çocuklarını ancak masallarla avuttuğunu anlatıyor. Pompalı tüfekle bacaklarından ve kollarından saldırıya uğrayan Gülfer’in saf kalbi yaşananlara ancak iyi tarafından bakarak katlanabiliyor, ölmediğine şükrederek. Her gün kadın cinayetlerine şahit olduğumuz dünyada gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak Gülfer’in sesini kadınların çıkmayan sesi yerine koyuyor, söylemek istediklerini bir türlü söyleyemeyen ve hep içine atan Gülfer’in derinlerinde meydana gelen kapanmaz çatlakları anlatıyor bize Berkem. 

Üçüncü oyun “Nur ya da Yalan” Duygu Asena’nın Kahramanlar Hep Erkek (Doğan Kitap, 2006) kitabındaki hikâyelerden biri. Nur’un yedi ay birlikte olduğu gazeteci Ömer’in hapse atılması, yaklaşık on yıl orada kalması ve sonrası anlatılıyor. Tutkulu aşkına yeniden kavuşabilmek için yıllarca sabırla bekleyen Nur, Ömer’in gerçek yüzü karşısında yaşadığı şokla altüst olur. Bir gün çok iyi davranan, sonraki gün çok kötü davranan Ömer’in ikiyüzlülüğü, dengesizliği, kıskançlıkları, Nur’u dövmeye başlaması, iş bulduktan ve ünlü olduktan sonra bambaşka bir adama dönüşmesi karşısında Nur afallar. Kadına Şiddet başlıklı bir konferansı dinlemeye giden Nur, orada Ömer’in kadınları savunan konuşmasını dinler. Birlikte olduğu yedi ay boyunca gerçek yüzünü göstermemiş bir adama deli gibi âşık olan kadının bu duruma dayanamayıp kendi sonunu hazırlamasından bile malzeme çıkaran bir erkektir Ömer. Ayşe Lebriz Berkem, Nur’un körkütük âşık olmuş hallerini, hayal kırıklıklarını ve yaşadığı acıları başarıyla canlandırıyor. Özellikle de Ömer’in kadın haklarını savunduğunu iddia ettiği sahnede elini kameraya yaklaştırıp yüzünü geri planda bırakması, şiddeti ve baskıyı yansıtması açısından iyi bir fikirdi. 

“Hikayelerimiz”in son bölümünde ise Süreyya Karacabey’in yazdığı “Kadın Savaşı Baladı” var. Eril tahakküme ve şiddetine dur diyen, kadınların artık düzene boyun eğmeyeceğini sessizce haykıran bu baladı Berkem dış ses olarak okurken, kendisini tel örgülerin arkasında görüyoruz, bez parçalarını sakin ve kendinden emin bir şekilde ağaç dallarına bağlıyor. Ve Erkan Yalçınkaya’nın müziği en çok da bu cümlelerle birleşince etkili oluyor. İşte tam bu sahnede geride kalanlar olarak şiddetin her türlüsüne maruz kalmış çocukları ve kadınları savunmamız gerektiğinin, onların “Hayır!” diyemediklerine karşı bizim savaş açmamızın, bir anlığına olsun onların yerine kendimizi koyup yaşananları sineye çekmememizin bayrağını dalgalandırıyor. Onların üçüncü sayfa haberlerinde sıkışıp kalan bedenlerine ve ruhlarına can verip, unutulmaya mahkûm olmayacaklarını, duymaya alışmayıp her geçen gün biraz daha genişleyen eril gücün sınırlarını yeniden ve yeniden daraltmaya sözleşmemiz gerektiğini gösteriyor. Sözleşmeler yaşatır değil mi? Şiddetin verili bir hak olmadığını gün yüzüne çıkarmanın zamanı yok çünkü nerede rastlanırsa orada karşı çıkılmalı. İşte bu yüzden bu baladı defalarca okumalı, paylaşmalı, hissetmeli ve savunmalıyız, çünkü onlar kendilerini savunamadıkları için ve onları koruyacaklar olmadığı için bugün hayatta değiller. 

Tiyatro Kooperatifi ortağı Biteatral ekibinde emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Oyun sonrasındaki Zoom toplantısında ekip ile izleyicileri bir araya getirmek, karşılıklı etkileşimi daha da artırdı. Ayşe Lebriz Berkem’in “İlk kez kendimi bu kadar cesur hissediyorum. Çare üretiyoruz, en kötüsü de çare üretememek” sözleri ne güzeldi! 

Bir yılı geçti, perdelerini açamayan tiyatroların çoğu kapandı. Belki dijital ortam tiyatro sahnesinin hiçbir zaman yerini tutmayacak, o büyülü atmosfere ulaşamayacağız ama tiyatrolar yeniden açılıncaya kadar ayakta kalabilmesi için hepimizin desteğine ihtiyacı var. Ve Hikâyelerimiz oyunu, şiddetin meşrulaştırılmasının karşısında durduğu, dile getiremeyenleri gözümüzün önüne getirdiği için sahne ile ekran arasındaki farkın da bir önemi kalmıyor. 

Şiddeti gördüğümüz, duyduğumuz ve yaşadığımız her an bu balad kulaklarımızda marş gibi çınlasın; hesap sormak, lanetlemek ve unutmamak için Kadın Savaşı Baladı burada dursun: 

KADIN SAVAŞI BALADI

İçimizden kırılgan düşlerin geçtiği masallarınız bitti, çiçekli böcekli bir elişi kitabına boyadığınız ya da kırık bir iğneyle kelebek gibi bir fon perdesine iliştirdiğiniz ömrümüz, cehennem kaçkını bir ruhla birleşip öldü ve yeniden dirildi ve acı çektirdiğiniz bütün kız kardeşlerimiz için hesap sormak için döndü.

Kutsal analığın besleyici sütü lanetimizle zehirlendi, sokaklarda, işyerlerinde ve evlerde hayatı bize zindan eden herkes için öfkemiz hançere dönüştü.

Bedenlerimize yüzyıllardır uyguladığınız eziyet için, yaşamaya bırakmadığınız her bir kadın için, incittiğiniz, yaraladığınız, sakatladığınız, öldürdüğünüz tüm kadınlar için and olsun ki size ve düzeninize boyun eğmeyeceğiz!

Salonlarınız, yatak odalarınız, mutfaklarınız, kadınları anneliğe hapsettiğiniz bütün kafesleriniz ölmüş kardeşlerimizin fırtınasıyla uçup gitti, isyan, sokaklara serildi en çok oralarda ölmemiz bundan.

Bizleri bir hayat bilgisi kitabına çizen kalemler bitti, kadınların itiraz ettiği için öldüğünü haykırıyor şimdi duvarlar, kadınları kendi hayat imgenize hapsettiğiniz mevsim bitti, direndiği için öldüğünü haykırıyor kadınların şimdi bıçaklar.

Eşit bir yoldaşlık kuramadığınız bütün yollar bitti, ötekileştirdiğiniz bedenlerin sabrı bitti, esaslı bir hayır çektiği için ölüyor kadınlar, evetlerin vakti bitti!

Bir melodrama oturttuğunuz karakterler öldü, gözyaşları ve mendiller, derin içlenmeler, kırılgan düşler; kanlı bir ormana benzettiğiniz dünyada eli hançerle dolaşacak kadınlar diyor ağaçlar, ölmeleri bundan.

Korkmadıkları için ölüyor kadınlar, çaresizliğinizin şiddete dönüşmesi bundan, ölü kadınların lanetiyle yıkılacak düzeniniz, hiddetiniz bundan!

Süreyya Karacabey

AYCAN GÜRLÜYER

 

 

 

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku