Gülden Ateş yazdı: “Çocuk ve Gençlik Tiyatrosunda Ötekilik Temasını Ele Alan Bazı Oyunlar”

editor

Bu yazıda sayıları az da olsa klişeleşmiş genel eğilimin dışında çocuk/genç izleyicinin yaş, deneyim, ihtiyaç ve ilgisine yönelik oyunlar yapmaya çalışan alternatif/ bağımsız olarak niteleyebileceğim bazı tiyatro topluluklarının çalışmaları üzerinden, neredeyse tabulaşmış öteki, ötekilik, ötekileştirme kavramlarının nasıl ele alındığını analiz etmek istiyorum.                                Asıl konuya geçmeden önce az bütçeyle nitelikli oyun yapmaya çalışan bu toplulukların genellikle sahne metninden yola çıkarak oyunlarını yapmayı tercih ettiklerini de söyleyeyim. Yaratıcı süreci sahne üzerinde biçimlendirmek zahmetli olsa da, bu durum oyuncunun bedensel yapabilirliklerini öne çıkarıyor. Dans edip şarkı söyleyen, enstrüman kullanan oyuncu genç izleyicinin işitsel, görsel ve kinetik duyularını daha kolay harekete geçirebiliyor, böylece izleyiciyle dilsel bağın dışında fiziksel bir bağ da kurulmuş oluyor.  Tabu olan meselelere değinirken aynı zamanda izleyicisine üstten değil, eşit bir mesafeden yaklaşarak gündelik hayatla ilgili sorunlarını, didaktik olmayan estetik bir dille ele almak ekiplerin ortak meselesi gibi görünüyor. Kanıksanmış yazım/ sahnelemelerin aksine bu ekiplerin sahneleme ve metin seçimlerinde genç izleyicinin sorgulayıcı davranmasına, yaratıcılıklarının harekete geçirilmesine ve estetik doyum sağlayabilmesine önem verdikleri de anlaşılıyor.

 Örneğin, ASSİTEJ Genç Sahne’nin Dünyanın En Küçük Hikâyesi adlı oyunda (Yazar: Soren Valente Ovesen, Yöneten: Soren Valente Ovesen& Tülin Sağlam, 2019   /devam)   kuklalar, dans ve canlı müzik eşliğinde 3- 7 yaş arası  çocuklara kısa bir arkadaşlık hikayesi anlatılıyor. Çalgıcı-anlatıcı-kukla oynatıcı oyuncular aracılığıyla biri kız çocuğu, diğeri de penguen olarak tasarlanmış kukla oyuncaklar aracılığıyla arkadaşlık, yabancılık, birliktelik gibi kavramlar danslar, şarkılar eşliğinde sahneleniyor. Oyunda oyuncak küçük kız yetişkinlerin dünyasında yalnız hissediyordur ve bir arkadaşı olsun ister. Yetişkinlerin belirlediği kurallara uymak istemez ve istemeyerek de olsa bu kurallara uymaya çalışır. Çocuk olmanın getirdiği en önemli sorunlardan biri çoğu çocuk gibi onun için de yetişkinlerin beklentilerine uyumlanmaktır. Kahvaltı saatinde uyanmak, farklı şeyler yemek isterken ebeveynlerinin sağlıklı olduğu için yemesini istediği şeyleri yemeye zorlanmak, etrafı dağıtmamak çocuklar için sıkıcı ve anlamsız görevler gibi… Ve bir gün uzak bir yerden ona arkadaş olacak bir yabancı çıkagelir. Ve artık küçük kız için oyun oynayabileceği bir arkadaş edinmiştir. 

ASSİTEJ Genç Sahne, Dünyanın En Küçük Hikâyesi

Çocukların yaşadığı sorunlara yakından bakmak ve didaktik olmadan empatik bir dille yaklaşmak diğer ekiplerde olduğu gibi bu topluluğun da dikkat ettiği hassas bir mesele gibi duruyor.  Aynı anda birbirlerini rüyalarında gören, ama daha önce hiç tanışmamış olan iki oyun kişisinin tanışıklık konusunu ele alan oyunda kutuplarda yaşayan penguenin arkadaş olmak için yaşadığı buzulları terk ederek uzun bir yolculuk yapması, sonunda küçük kızın yaşadığı eve ulaşması ve anlatıcı oyunculardan birinin çizmesinde yorgunluktan uyuya kalması gösteriliyor. Oyunsuluk oyununun genel havasını oluşturuyor. Örneğin çizmeden çıkan penguen gibi şaşırtıcı buluşlar, nesneler arasındaki zıtlık, minimal sahne dekoru, şarkıların kolaylıkla dile dolanması izlerken insanın neşesini arttırıyor. İki oyun kişisi arasındaki farklılıklar hem coğrafi, dolayısıyla kültürel hem de türsel yani diğer bir deyişle bedensel ayrımlardan besleniyor. Ancak ikisinin de ortak bir özelliği var, yalnızdırlar. Bu nedenle farklılıklar sorun olmaktan çıkıyor ve birbirlerini anlamaya baştan gönüllü oluyorlar. Oyunda canlı müzik ve dans yoluyla penguenin bilinmezliği, farklılığı merak unsuru olarak gösteriliyor. Farklılıklardan keyifli durumlar üretilerek küçük yaş çocukların başkasıyla empati kurması, başkasını yargılaması değil onunla dünyasını paylaşmaya cesaretlendirilmesi,  uzaklaşmak yerine onunla yakınlaşarak ortak bir dil yakalaması imgesel anlatımlarla gösteriliyor. 

Tiyatro Keşif tarafından kolektif olarak Luis Sepulveda’nın Martıya Uçmayı Öğreten Kedi kitabından uyarlanan, Semih Ali Aksoy’un yönetmenliğini (2018- halen)  yaptığı anlatıma, canlı müziğe ve fizikselliğe dayalı, cesaret, dostluk, ötekilik, dayanışma temalarını işleyen oyun ise annesini kaybeden yavru martıyla ona uçmayı öğreten kediler arasındaki ilişkiye odaklanıyor.  Kediler arasında yetiştiği için kendini de kedi sanan martının kedi dostları yardımıyla uçma korkusunu yenmesi ve sevdiklerinden ayrılmasını ele alan oyun aynı zamanda evden ayrılmanın, yetişkinliğe adım atmanın zorluklarının dayanışmayla kolaylaştırılabildiğini de didaktik anlatıma başvurmadan eğlendirerek gösteriliyor.  Kendini keşfetmesi, başka dünyalara açılması, korkularının üstesinden gelmesi için alımlayıcının da cesaretlendirilmesi, merak ettiği şeylere yönelmesi için teşvik etmesi bakımından oyun önem taşıyor. Sahnede iki çalgıcı ve farklı rolleri ses ve beden değişimleriyle oynayan iki oyuncunun yer aldığı oyunda dekor yok. Böylece hem mekânı imgelemeye yardımcı olmak için oyuncalara daha fazla oyun şansı verilmiş oluyor, hem de izleyicinin hayal gücüne dayalı anlatım öne çıkıyor. Oyunda diğer bir husus martı ve kediler arasındaki tür ayrımın altının çok çizilmemesi. Martının yuvadan uçması gerektiğinde bu durum fark ediliyor. Böylece farklılık anormalleştirilmiyor, sadece yaşamsal ihtiyaçların kaçınılmaz olduğu anda dile getiriliyor. Böylece ötekileştirme pratiklerinin altı boşaltılıyor.

Ötekiyle karşılaşmanın hissettirdiği farklı duyguları ve yaşattığı durumları izleyiciye minimal, imgesel bir dille anlatan son dönem oyunlarından biri de Moda Sahnesi tarafından sahnelenen Anlaştık mı? (Tasarlayan/Yöneten Ceren Oran 2018/2019 ) oyunu. İki yaş üzeri herkesin keyifle izleyebileceği dans tiyatrosu olarak tasarlanan oyun, temeline yabancılık meselesini alarak ötekiye aşina olma süreçlerini  sözsüz anlatımla, dans ve canlı müzik eşliğinde sahneye aktarıyor.

Sahne çalgılarıyla oyunun başlamasını bekleyen müzisyen oyuncu ve solda dikey uzun bir kutu olarak minimal bir şekilde tasarlanmış. Daha sonra bu dikey kutu yatay düzleme getirildiğinde yabancı/öteki olarak simgelenen oyuncunun (bu oyuncuya X diyelim)  yaşadığı su dünyasının nesnelerini taşıdığı görülüyor. Farklı bir coğrafyadan geldiğini düşündüğümüz X oyuncusu bu yatay kutudan akışkan ve yumuşak devinimlerle sahneye geliyor ve çevresini incelemeye başlıyor. Suyun akışkanlığına benzer dinliği onun bedensel devinimleriyle anlaşılır kılınıyor. Adım attığı bu dünyayı tanımaya çalışıyor. Daha sonra keskin ve hızlı devinimlerle dışardan başka bir oyuncu ( Y diyelim) geliyor ve X oyuncusunu incelemeye başlıyor. X oyuncusu çevreyi tanımaya çalışırken Y oyuncusunun X’i tanımaya çalışması izleyicinin birinin yerli diğerinin yabancı olduğunu anlamasını sağlıyor. Beden sesleri ve devinimleri ile X ve Y oyuncularının dünyayı algılama biçimlerinin farklı olduğu anlaşılmaya başlanıyor. İki farklı dünya arasındaki iletişimin Y oyuncusunun oyunlar oynayarak başlatması ve bu oyunsuluğu sahnede devinimlerle göstermesi oyunu daha da izlenir kılıyor.  Y oyuncusunun daha baskın ve ısrarcı, X oyuncusunun daha utangaç ve temkinli olması iletişimsel çatışmanın da başlamasını, Y kişisi aracılığıyla merkez/başat/yerli kimliğin kendi kurallarını yabancı/öteki/çevre kimliğe dayatması, onu kendine benzetme çabasıyla merkez kimlik/ çevre kimlik çatışması ortaya konulmuş oluyor. Sadece kendi penceresinden dünyaya bakmanın kısıtlayıcılığı oyun ilerledikçe her iki tarafın ortak bir dil bulma çabasıyla ortadan kalkıyor. Farklı beceri, dil ve hikayelerin karşılaşmasıyla oyun kişileri dönüşüme uğrayarak yeni bir dil yaratmaya ve birlikte yaşamaya karar veriyor ve oyun bitiyor. Böylece başkasına yönelik önyargıların kırılması sürecinin dinamikleri, çelişkileri, zorlukları oyun süresince alımlayıcı tarafından deneyimlenmiş oluyor. 

Boş Sahne, Çimidi

Aaron Shepard’ın  Wings of the Butterfly” ( Kelebeğin Kanatları) isimli öyküsünden uyarlamasını ve yönetmenliğini Semih Ali Aksoy’un yaptığı Amazon ormanlarında yaşayan Tukuna halkının başından geçen bir efsaneye dayanan Çimidi  oyunu çok katmanlı anlatım düzlemiyle çocuk ve gençlere hitap edebilen önemli çalışmalardan bir diğeri. Oyunun tanıtım broşüründe oyunla ilgili “Daha ziyade kendi sınırlarımıza rağmen dünyayı bir bütün olarak anlamaya, ona yönelmeye, onunla ve yeryüzünü paylaştığımız tüm canlılarla kurduğumuz ilişkileri yeniden düşünmeye ve unutulmuş bir şey olarak öğrendiğimiz bir aradalığı tekrar hatırlamaya yönelik bir çaba” diye özetlenen niyet, özenli bir sahnelemeyle amacına ulaşıyor. Amozon nehrine yakın bir köyde yaşayan küçük bir kızın hayranlıkla izlediği bir kelebeğin peşine düşüp ormanda kaybolması ve yabancısı olduğu bu dünyada hem kendi korkularıyla yüzleşmesi hem de insanın doğadan nasıl uzaklaştığını anlama şansını yakaladığı bir serüvenin anlatıldığı oyunda, anlatıcı oyuncuların basit ve işlevsel aksesuarlarla sahnede imgelemi, yaratıcılığı harekete geçiren işitsel, görsel ve düşünsel çeşitliliği sunmaları hem oyunun izlenirliği mümkün kılıyor,  hem de boş alanlar bırakarak izleyicinin de alımladığına eklemlenmesine olanak sağlıyor. Küçük bir çocuğun merakına yenik düşerek başına gelenleri anlatan oyunda orman, evin dışı, yabancı topraklar bilinmezliğiyle korkutucu ancak içinde yaşayanların doğal ortamı olarak  güvenilir bir yaşam alanı olduğu gösterilerek çift katmanlı bir dünya sunuluyor. Böylece izleyicinin korkularına rağmen merak ettiği dünyanın gizemine yolculuğa davet edilmesi didaktizimden uzak, zengin oyunculuk hünerleriyle, oyunsu buluşlar ve yaratıcı koreografilerle gösteriliyor. 

 İnsanın kendini merkeze alarak doğaya, canlılara hükmetmesinin eleştirildiği oyunun diğer katmanında ise küçük bir çocuğun insanlığın suçlarından haksız yere sorumlu tutulmasının sorumluluğu altında ezilmesi anlatılıyor.  İnsanın doğaya, doğanın insana yabancılaşması, küçük çocuğun yolunu bulmak için hayvanlardan destek bulamaması, hayvanların da insanların yaptığı yıkım dolayısıyla çocuğa tepki duymasından doğan iletişimsizlik üzerinden anlaşılır kılınıyor. 

 Bu iletişimsizliğin zamanla kırılması ve çocukta yarattığı yalnızlık duygusuyla baş edebilme gücünü veren hayvanlarla karşılaşılması aynı zamanda zorluklarla karşılaşıldığında mutsuzluğa kapılmadan mücadele edebilmenin önemine, dayanışmanın olanaklarına, başkasının dünyasını yargılamadan onu anlamaya çalışmanın önemine de dikkat etmeyi sağlıyor. Zamanla çocuk doğanın/ ormanın dilini anlamaya başlarken aynı zamanda orman da çocuğu tanımaya ve aralarındaki iletişimsizlik dönüşmeye başlıyor. Oyun boyunca her iki taraf için bilinmezliğin bilinene dönüşme süreciyle karşı karşıya kalan izleyici öğrenilmiş üstün varlık olma bilincinden, eşit varlık olma bilincini tekrar hatırlamaya davet ediliyor.  Ormanın yardımıyla yuvasına bir kelebeğin kılığında dönen çocuğun farklılaşmasıyla biten oyunun sonunda izleyiciler de benzer zihinsel bir dönüşüme uğramaya davet ediliyor, kendini merkeze almadan çevresindeki dünyanın dilini anlamaya cesaretlendiriliyor.

İdealize edilmemiş karakterlerle,  didaktik anlatımdan uzak ve izleyicisine bir fikri empoze etmeye çalışmadan ortak düşünmeye davet eden bu oyunların nitelik olarak çocuk ve gençlik tiyatrosunda umut verici olduğunu söyleyebilirim. Yalın sahne dilini tercih ederek oyunculuk hünerlerinin ön planda olduğu, hayal gücünü harekete geçiren reji anlayışını benimseyerek tabu sayılan konulara değinmeleri, toplumsal cinsiyet normlarına eleştirel yaklaşmaları, hiyerarşik düşünme ve yapılanma biçimleri yerine kolektif ve eşitlikçi yaklaşımı öneren sahneleme uygulamalarını tercih etmelerini de unutmamak gerek. Çevre sorunu, ötekilik, şiddet, göç, nefret gibi konularda sorunlara gerçekçi çözümler üretmeleri, uzun erimli ortak çözüm arayışına davet etmeleri izleyicisine otoriter değil, eşit bir mesafeden yaklaşmayı denediklerinin göstergesi. 

GÜLDEN ATEŞ

Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü ÖYP Araştırma Görevlisi

 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku