Ülkemizde yetenekli, işini iyi bilen pek çok yönetmen vardır, onların yönettiği oyunlar sahnelerde yer almaya devam ediyor, ve bu ülkemiz insanı ve tiyatroseverleri için büyük bir şanstır. Onlardan biridir Ragıp Yavuz.
Ragıp Yavuz, günümüzde gündeme/ana dokunan, siyasi eleştiriyi dolaylı ya da direkt olarak yapan ve bunu estetik kuralları içinde en güzel başaranlardan biridir… Ne zaman afişlerde, duyurularda Ragıp Yavuz ismini görsem heyecanlanırım. Sadece yönetmen mi? Elbette değil. Örneğin dekor tasarımı konusunda Barış Dinçel ismini gördüğümde, sadece onun sahne düzenlemesini görmek için oyuna gidiyorum. Birbirinden başarılı oyuncular, yönetmenler, tiyatronun her bir alanı için işinde uzmanlaşmış insanları gördükçe çok mutlu oluyorum, çünkü onlar sayesinde, kolektif üretim olan tiyatrodan bir çok şey öğreniyorum. Geleceğimiz de, bana göre tiyatro gibi olacaktır, komünal düşünüp, komün yaşayacağız. Bireyselleştiren kapitalizmin alternatifidir komün düşünmek ve yaşamak. Ve bana göre gerçek mutluluk oradadır…
İnsanlığı ileriye, özgürlüğe taşımayı hedefleyen tüm denemelerin eleştirisi kurulacak yeni yaşamdadır. Yüzleşme ancak ve ancak sanat ile olacaktır, geçmişin başarısızlıklarının eleştirisi tarihle yüzleşmekle mümkün olacaktır.
Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken oyununda yarattığı karakter ve ortaya çıkarttığı beklenti sonsuzdur. Hareket etmek isteyene karşı “bekle” denmektedir. Beklenti sonsuzdur, çünkü bir gün gelecek ve yaşadıkları tüm olumsuzluktan kurtulacaklardır. Peki, ya bu beklentiyi sona erdirecek Godot gerçekten gelirse?
Miodrag Bulatović, “Godot Geldi” oyunuyla bu yüzleşmeyi sahneye taşıyor. Beklenti, bir bakıma bir kurtarıcıdır ama bu kurtarıcı nasıl biri olacaktır, nasıl görünecektir? İnsanı duyguları ve tepkileri nasıl olmalıdır? İdeal olan ile somut olan arasında uçurum nasıl olacaktır? Beklenti içinde olanlar, genelde çaresiz, zayıf insanlar arasında yaygındır; zaten güçlü olanın beklentisi olmaz, olsa olsa kasasını daha fazla dolduracağı, daha fazla yağma yapacağı yasal düzenlemeyi bekler. Çaresiz olanlar, feodal dönemlerden devraldıkları bir halk kahramanını beklerler. Bir kahraman gelecek ve kurtaracak ve o ülkenin, halkın babası olacaktır, aynı zamanda umutsuzların, yoksulların ve mazlumların da babası olacaktır!
Miodrag Bulatović, “Kimin geldiği hiçbir zaman tam olarak bilinmez, ancak gidenin kim olduğu kesinlikle bellidir” der oyunda. Godot geldiğinde arkasında ne bırakacaktı? Oyunun sonunda sahneyi terk eden Godot, seyircinin kafasında nasıl bir iz bırakıp gitti?
Sahne, postane yakınında, demiryolu kenarında bir bataklık olarak tasarlanmış. Sahnenin her iki tarafından verilen dumanlar, bir bataklık havasını ve aynı zamanda gelen ve giden buharlı trenleri de somutlaştırmaktadır… Çaresiz, üstü perişan iki insan, idam ipi asılı bir ağacın altında, içlerini boşaltırken aynı zamanda yiyeceklerini oluşturuyorlar. Çaresiz ama beklenti içinde iki insan ortalıkta dolaşan bir söz duymuşlardı: “Godot geliyordu”. Beklenen, sonunda geliyordu!
Sürgüne giden her insan, sevdiklerini kendinden ayıran trenlerden nefret eder, çünkü trenler ikinci dünya savaşında Yahudileri ölüm kamplarına götürmüştür. Vladimir ve Estragon, trenin her geçişinde ürkerler. Trenlerin birinci sınıf kompartımanında giden bütün yolcular domuzlardır. (Hayvan Çiftliği’ne bir gönderme) Oyunun her anı imgelerle işlenmiştir, imgeler çoğu zaman sözün yerini alır ve seyirciyi görünene değil, anlatılmak istenene davet eder.
Ve beklenen Godot gelir. O bir fırıncıdır. Ekmek ve özgürlüktür sloganı.
Vladimir ve Estragon’un büyük umutla bekledikleri Godot’ya karşı tepkileri yaşadıkları hayal kırıklığıyla birlikte değişir. Giderek, Godot’a saldırmaya, onu dışlamaya başlarlar.
Godot ise gelmeden önce postanede çalışan kadınla birlikte olmuştur, bir anlamda ataerkil toplumun tipik, sıradan bir bireyidir…
Oyuna Pozzo, Lucky adlı iki karakter girer. Pozzo elinde tuttuğu iple, Lucky’i hayvanlaştırmıştır/köleleştirmiştir. İp kimin elindeyse kapitalist düzende efendi odur. Efendi, varlığını sürdürebilmek için artık zorba olmak zorundadır. İpin ucuna kim bağlıysa köle de odur. Kölenin varlığı bir hayvandan farksız olarak ipi elinde tutan sahibinin varlığına bağlıdır. Bu düzen sürdükçe, sadece ipi elinde tutan mutlu olacak, diğerleri ezilmeye devam edecektir.
Godot’ya göre var olmak, özgür olabilmektir.
Godot, Lucky’i özgürleştirir ilk bölümde, fakat ikinci bölümde roller değişecektir. Özneler değişse de, köleci düzen devam edecektir.
Godot, yenik ve güçsüzlerin bir uydurmasıdır. Soyut, belirsiz bir kurtarıcı gelecektir ve onları bu durumdan kurtaracaktır!
Mizah burada kararmış bir halde işin içine girer. Godot gelmeden önce sefalet, geldikten sonra da aynı şekilde kalacaktır. Godot beklenenleri karşılayamacaktır, zaten öyle bir misyonu da yoktur, ona sanıldığı gibi kurtarıcı bir anlam yüklenmemiştir. Bir bardak suda fırtına çıkacak ve dinecek; kahramanlarını bekleyenler, beklentileri ve hayalleri bitmiş olarak hüsrana uğrayacaktır.
Oyun yakın tarih ile ilgisi çok, çünkü 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan dünyanın sahneye imgeler ile aktarılmasını görüyoruz. Bir bakıma beklenilen gerçekleşmiş ama, kitlelerin hayal kırıklığı büyümüştür. Bugünden o günlere bakınca eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu, geçmişin tortularından ve alışkanlıklarından kurtulmadan, yeni bir yaşam kurulamacağı daha iyi anlaşılıyor. Kısaca, oyun tarihe felsefi bağlamda imgelerle bakmaktadır.
Oyun hakkında bu kadar laf etmişken bir de oyuna hayat veren oyunculara bir bakalım. Oyunda en çok ilgimi çeken Ali Mert Yavuzcan oldu. İlk bölümde köle, çaresiz sadık hayvanı vücut dili ile çok iyi anlatıyor. Pozzo rolü ile Murat Coşkuner efendinin, uşağına verdiği rolü benimsettiğini, onu eğitmiş olduğunu da hissettiriyor ve rolünün hakkını ziyadesiyle veriyor.
Vladimir ve Estragon rollerine hayat veren Meriç Benlioğlu ve Can Ertuğrul beklentiyi, beklentinin boşa düşüşü ve hayal kırıklığını hem mimikleri ile hem de vücut dili anlatırken, ses tonlarının iniş çıkışları ile seyirciyi sahneye kilitlemektedirler. Baskı ve zulüm altında nefes alamayan, gelecek hedefleri ellerinden alınmışların çaresizliği ve beklenen kurtarıcının beklendiği gibi gelmeyeceği, kurtarıcının ancak beklentiden kopup harekete geçmek gerektiğini büyük bir başarıyla yansıtıyorlar.
Derya Çetiner’in ise, enerjisi, heyecanı, mimikleriyle başarılı oyunculardan biri olarak alkışı hak ettiğini düşünüyorum.
Gelelim gelen Godot’a! Godot’a hayat veren Can Başak, o ağırbaşlılığı, aynı zamanda bilgeliği, alçak gönüllüğü sahnede büyük bir sahicilikle sunmakta. Godot bir emekçi, cebinde taşıdığı un ile emeğini bir silaha dönüştürecek kadar gücü olduğunu abartmadan, doğal bir oyunculukla verirken, jest ve mimikleri, beden dili ile kendisine yönelen saldırıları soğukkanlı bir şekilde geçiştirmede çok başarılı.
Kostüm ezilmiş insanların ruh hallerini, medeniyetten uzak yaşamanın getirmiş olduğu kıtlığı, savaştan kaçıp, bir yerlere sığınmış insanları başarıyla yansıtmaktadır. Dekorda, telgraf direklerini beğendiğim kadar zemini beğenemedim, o girinti ve çıkıntılar olmadan da ışık oyunları ile bataklık izlenimi verilebilirdi zemine. Ayrıca, zemin oyuncuların genelde tek sıra çizgi boyunca oynamasına sebep oluyor izlenimini verdi bana. Ne arka tarafa gidebiliyorlar ne de sahnenin önüne… Direklerin konumu, karga, idam ipi, tellerin kargaşasını çok sevdim… Işık, dekordan kaynaklanan bir hareket alanı içinde ancak bu kadar yapılabilirdi duygusu verdi bana… Sonuçta tiyatro tüm parçaların bir bütünü; yönetmen olarak Ragıp Yavuz elindekileri en iyi şekilde sahneye taşımayı başarıyor.
Ben, biraz geç kalmış olsam da ”Godot Geldi”yi izlediğim için şanslıyım, sahneye taşıyanlar, sahnede emek verenler, ses, ışık kumandasında çalışanlar ve emeği geçen herkese çok teşekkür ederim…
İSMAİL CEM ÖZKAN
Godot Geldi
Yazan: Miodrag Bulatović,
Çeviren: Sevgi Soysal
Yönetmen: Ragıp Yavuz
Dekor- Kostüm Tasarımı: Eylül Gürcan
Hareket Düzeni: Yasemin Gezgin Yavuzcan
Işık Tasarımı: Murat Özdemir
Efekt Tasarımı: Erhan Aşar
Yönetmen Yardımcısı: Mana Alkoy
Reji Asistanları: Şenay Bağ, Ada Alize Ertem
Oyuncular: Ali̇ Mert Yavuzcan, Can Başak, Can Ertuğrul, Derya Çeti̇nel, Meri̇ç Benli̇oğlu, Murat Coşkuner