Gelenek ile Geleceği Birleştiren Bir Yolculuk: UTAD 2024’ün Işığında Tiyatronun Yeniden İnşası

Neslihan Ekim
4,9K Okunma

2. Uluslarası UTAD Tiyatro Araştırmaları Konferansı; UTAD 2024 ‘’Varoluş, gelenek, gelecek’’ başlığı ile 5-7 Eylül’de İstanbul’da gerçekleşti. Prof.Dr. Dikmen Gürün başta olmak üzere, Prof.Dr Helen Glibert, Prof. Richard J. Kemp ve Grotowski Institute yönetmenlerinden Jaroslaw Fret gibi çok değerli isimlerin olduğu konferans, pek çok akademisyenin katılımıyla gerçekleştirilen toplam 120 oturumla şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı ve kalabalık konferanslardan birisi oldu.  Pek çok atölye ve workshopun da gerçekleştiği buluşmalardan öne çıkan bazı konu başlıklarını sizlere aktaracağım.

Öncelikle yeni olmasına rağmen hızlı bir şekilde ilerleyen UTAD‘dan yani Uluslararası Tiyatro Araştırmaları Derneği’nden bahsetmek istiyorum. Çünkü bu tür dernek, vakıf gibi sivil toplum oluşumlarının eğitim başta olmak üzere sanat ve bilime olan katkılarını çok değerli buluyorum. Kültürlerarası etkileşim ve kendi kültürel mirasımızı korumanın önemi 21.yüzyıl için oldukça kritik ve önemli bir konu başlığı. UTAD, tam olarak bunun bilinciyle, konferanslarda yapılan sunumları yetkin hakem heyetiyle liyakatlı bir şekilde binlerce akademik makale ve araştırmanın arasından seçiyor. Kendilerinin de belirttiği gibi, akademisyenleri, tiyatrocuları ve öğrencileri bir araya getirerek uluslarası düzeyde tiyatro bilimi ile tiyatromuzun uygulamaları arasında bir köprü kurmak vizyonu ile ciddi bir dinamo merkezi olacak gibi duruyor. Elbette bazı işbirlikleri ve ortakları mevcut. (İnternational Federatio for Theatre Research, American Society for Theatre Research, Performance Studies International, Global Performans Studies, Antonin Artaud Research Centre … ) Fakat bu kadar önemli bir oluşuma TUBİTAK ve BAU dışında destek veren yerli kurumları göremiyoruz. İKSV gibi köklü kurumların bile fon sıkıntısı çektiği düşünülürse, çok da şaşıracağımız bir durum değil elbette. Çünkü yerli ya da yabancı kurum ve kuruluşlar tarafından fonlanmak demek, bir şekilde onlara bağımlı olmak anlamına da geliyor ve sanatın bağımsız olması ilkesi yüzünden, ne olur ne olmaz’ diyerek fon aktarmak istemiyorlar. Öyle olunca da iş yine başa düşüyor. Sanatçıları, akademisyenleri dilenci gibi kapı kapı dolaştırıyorlar, desteklemek yerine. NEYSE! 

Gelelim üç gün süren UTAD 2024’e…  Konferanslarda alışılmışın dışında özet konuşmalar, ezberden giden sunumlar dışında, sorunların tespitine yönelik çözüm arayışlarını içinde barındıran çok değerli oturumlar gerçekleşti.  Önemli buduğum oturum ve sunumları elimden geldiğince, kalemim döndüğünce sizlere aktarmaya çalışacağım…

Doç. Dr. Bülent Sezgin’in gerçekleştirdiği ‘’21.yüzyıl becerileri ve Yaratıcı Endüstriler Bağlamında Türkiye’de Sahne Sanatları Eğitime Bakış’’ konu başlığını biraz açmak istiyorum. Sanat fakültelerinin müfredatlarının güncellenmemesi, fakülteler arası etkileşim için binaların bir arada olmayışı, 21.yüzyıl ile nasıl entregre bir eğitim müfredatı hazırlanabilir gibi sorunların çözümlerini akademisyenlerimize, bölüm başkanlarımıza bırakmak gerekir. Rektörlükler başta olmak üzere, sistem üstünde gerekli baskı kurulabilirse, bazı şeyler mutlaka değişecektir. Yine aynı kapsamı destekleyen; Eduard Dan Franti ve Arş. Gör. Andrei Costin Braton’un gerçekleştirdiği AI algoritmaları ve oyuncuların sesleri üzerine yapılan ‘’Evaluating The Emotional Impact of Actors Voices with AI algoritms and MRI’’ ve Neylan Yıldırım’ın gerçekleştirdiği, ‘’AI on Staga: İlluminating Thetare Tomorrow- Exploring AI Integration in Theatre’’ ile benim de hocam olan Doç. Dr. Oğuz Arıcı’nın ‘’Yapay Zekâ Oyun Yazabilir Mi?’’, Dr. Abdullah Özdemir’in ‘’Türkiye’de Kamer (Sinema-Televizyon) Oyunculuğu Eğitiminin Gerekliliği Üzerine’’  sunumlarını 21.yüzyıla entegre bir eğitim müfredatı için önemli buluyorum.  Öğr.Gör.Dr. Fatoş Su Özkarataş’ın gerçekleştirdiği atölye ve sunum da ‘’oyuncular’’ için oldukça önemliydi. Prof. Dr Sinan Canan ile çalışarak geliştirdiği “Somatik Oyunculuk ve Homunculus”  oyunculuk eğitimi veren her akademisyen tarafından incelenmeli. Bu konu, ’’Metamodernizm ve Tiyatro’’ kitabımda ‘’Metamodern oyuncu’’ başlığı altında belirttiğim çok ama çok önemli bir konu. Okurlarımızın hatırlayacağı gibi, ‘’Benlik, Oyunculuk ve Oyuncu Psikolojisi’’ başlığı altında benzer araştırmalardan yola çıkarak bir yazı yazmıştım. Bu bağlamda Fatoş Su hocama ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Bana da yeni bir araştırma alanı açmış oldu.

Evet, gelelim tiyatromuzun konumuna… Bence uluslararası düzeyde tanınması aşamasında iyi bir başlangıç yapıldı. Dr. Nedim Saban, Dr. Öğr. Üyesi Pınar Arık, Dr. Öğr. Üyesi Deniz Aras, Öğr. Gör. Naciye Aksoy, Arş. Gör. Yansı Deniz Özçelik Keçebaş, Arş. Gör. Gamze Güzel, Öğr. Gör. Mustafa Çalışkan’ın yaptığı sunumlarla konferansın başlığının hakkı fazlasıyla verildi. GELENEK NEDİR? sorusuna tarihsel bir salınım gerçekleştirdiğimizde köklerimize kadar uzanıyoruz. VAROLUŞ da tam olarak köklerimizde gizli bu güzden. Yapının bizzat kendisi. Ve YENİDEN YAPILANMA… Yani GELECEK. Geçmişin izlerini sürdüğümüzde karşımıza en çok çıkan ‘’Batı Merkezli Sanat Anlayışı.’’. Peki o çok imrendiğimiz, hep örnek aldığımız Batı şu an ne durumda? Bildiniz gibi, Britanya yüzyıllardır sömürgeci güç olarak neredeyse tüm kültürlerini sömürgeleştirmiştir. Ve bu sömürü biçimi o kadar akıllıca bir zeminde kurgulanmıştır ki, hâlâ içinde olup olmadığımızı tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekir. Efendim, İngiltere’de Vahşet ve Korku Tiyatroları’nın sayısı epey bir artmış durumda. Hikâyelerini nereden alıyorlar dersiniz? Evet… Tüm dünyada şiddet, vahşet, dehşet, buhran artarken, canı sıkılan Britanyalılar, kendilerine bir simülasyon gerçekliği kurguluyor bu tiyatrolarda. Taciz suçu niteliği taşıyan yapımlar var. “Seyirciye bir deneyim yaşatıyoruz” gibi de bir bahaneleri… Britanya’da örnek alınabilecek işler de oluyor elbette. ‘’Pozitif ayrımcı’’ tiyatro oluşumları var. Engelli bireyleri, LGBTİQ+ gibi konu başlıkları üstünden tiyatro seyircisinin konumu tartışmışlar. Pek de iyi etmişler. ‘’Görgü kuralları’’ adı altında yapılan tiyatronun nasıl izlenmesi gerektiğine dair yaklaşımların aslında belirli bir kesim seyirciyi tiyatronun nasıl dışında bıraktığını hatırlatıyor bize Britanya’da yaşayan Banu Atca Kurc. Evet, bir bilim insanı, akademisyen kendisi. Orada yaşanılanları anlatarak hepimizin kafasını çok güzel karıştırdı. İyi ki de karıştırdı. Aklıma Muhsin Ertuğrul geldi meselâ ‘’görgü kuralları’’ deyince… Çocuk tiyatrolarında çocuklara ‘’SESSİZ OLUN’’ diye yapılan baskının ileride nelere sebep olabileceğini düşündürdü. Sesi çıkmayan bir toplum? Yahut, sırf ekonomik koşullardan kaynaklı, belediyelerin düzenlediği ‘’ücretsiz’’ tiyatro etkinliklerine ‘’üstüme giyecek bir şeyim yok’’ diyerek gidemeyen Esma Teyze’yi düşündüm. Yahut, ‘Evde çocuğum var, tiyatro zor’’ diyen beyaz yakalı Yalçın Abi’yi. Hangi tiyatroların girişinde evcil hayvan kabinleri veya bebek bakım odaları var? İki personel ile çözülebilecek bir meseleyken üstelik… “Mekân erişilebilirliği” gibi konular da konuşuldu elbette. Hayır, ‘’Avcılardan Kadıköy’e nasıl geleceğiz?’’ değil mesele… Engelli bireyleri düşünerek inşa edilmiş tiyatro mimarilerinden bahsediyoruz. Örneğin, ben Crohn hastasıyım. Çok afedersiniz, uzun süre tuvalet ihtiyacımı tutamam. O yüzden de genelde oyun izlerken kapıya yakın yerlerde oturmaya çalışırım. Hele oyun 1.5 saat ve arasız ise, eyvah! Benzer durum şeker hastaları gibi diğer pek çok kronik rahatsızlığı bulunanlar için de geçerli.  Yahut işitme problemi olan yaşlılarımız. Bakın küçük engellerden bahsediyorum aslında… Bunları düşününce, kaç seyirciyi kapının dışında bırakıyoruz? DÜŞÜNÜLMELİ. Battersea Center ve A Case Study Relaxed Venue gibi oluşumlar örnek modeller olarak incelenmeli. Gördüğünüz gibi, Batı’da canı sıkılan, tiyatronun her biçimine, türüne fazla fazla doymuş, tüketmiş seyirciler varken diğer tarafında ‘’Daha fazla seyirciye nasıl ulaşabiliriz?’’ diye çözüm arayan sanatçılar var.  

Sonuç olarak, sanat, insanoğlunun varoluşuna ışık tutan, ruhunu besleyen en güçlü araçlardan biri. Metamodernizmin etkileriyle değişen dünyamızda, bilim, sanat ve teknoloji bir araya gelerek yepyeni bir gerçeklik yaratıyor. Bu konferansta da gördüğümüz gibi, tiyatro ve sanat dünyası da bu değişimin bir parçası olmaya devam ediyor. Gelecek, sanatın yenilikçi gücüyle şekillenecek; bu yolda yürüyen her sanatçı, topluma ilham verecek bir ışık olacak. Kendimize inanmaya ve bu ışığı her sahnede, her projede büyütmeye devam etmeliyiz. Çünkü geleceğin sanatı, bugünün sanatçıları tarafından yazılıyor. Bugünün sanatçılarını yetiştiren çok saygıdeğer hocalarımız var. Yeter ki, onlara daha fazla alan açılsın, daha çok destek olunsun… 

NESLİHAN EKİM

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku