Gang Gang Gangsta! “İzmir Deneme Sahnesi”nden Sistem Sorununa…

Neslihan Yalman

‘‘Ben işçinin parasını almam.’’

(Necdet Elmas) 

‘‘İzmir Deneme Sahnesi’’, İzmir Şehir Tiyatrosu için ön adım atmak aracılığıyla kurulmuş bir yapılanma… Bölgeye belediye aracılığıyla bir etki kazandırmak adına, yola çıkılmış gözükülüyor. Yapılanmanın çocuk oyunundan yetişkin oyununa değin, birkaç çalışmayı eşzamanlı şekilde sahneye taşıdığını görüyoruz. Bunlardan birini de, ‘‘Gangster’’ adlı oyun oluşturuyor. 

Bu oyun, Türkiye’nin ilk gangsteri diye bilinen Necdet Elmas’ın biyografisinin  bir bölümünü aktarıyor. Necdet Elmas (1935-2017) oldukça ilginç bir karakter olarak tanınıyor. Acaba, sistemi delen bir kahraman mı, yoksa insanları dolandıran bir adam mı, bu asla tam olarak çözülemiyor. Şık giyimiyle, tatlı diliyle, kadınları kendisine âşık etmesiyle tanınan ve banka soygunlarından arakladığı paraları ihtiyaç hissedenlere dağıtan Elmas, Türk tarihinde ilginç bir sima olarak dikkat çekiyor.

 ‘‘Gangster’’ oyununda Necdet Elmas’ı, ‘Art Academy İzmir’ adlı sanat merkeziyle İzmir’e farklı bir soluk kazandıran Fatih Paşalı canlandırıyor. Paşalı’nın dinamik performansı, seyircilerin arasında dolaşarak interaktif şekilde yaptığı doğaçlamalar göz dolduruyor. Karşınızda gerçekten profesyonel bir oyuncu izlediğinizi hissediyorsunuz. Keza, Paşalı’nın etkisi, ‘‘Deneme Sahnesi’’nin seçtiği ‘cast’ kadrosuna ve oyunun taşıyıcı ruhuna da bire bir uyuyor. 

Oyunda ilk alt metin, dinamik Necdet Elmas karakterine -onun yakalanma süreçlerine odaklanırken; ikinci alt metin, yıllar sonra kızıyla karşılaşan ve gangsterlikten çekilmiş (belki de, emekli olmuş (!)) yaşlı Necdet Elmas’a odaklanıyor. Soygun işlerini bırakmış olan Elmas’ın kapısını, polis kimliğiyle çalan genç kadın, aslında onun kızı olduğunu itiraf ediyor. Burada, genç kadını canlandıran Müşerref Göksever’in de ışığı seyirciye yansıyor. Göksever, oyunda irili ufaklı birçok rolü canlandırarak, yer aldığı sahnelerin de üstesinden geliyor. Bununla birlikte, müfettişi canlandıran Kağan Uluca da, oyunculuğunun verdiği ciddiyeti ve rolünün yüklediği sorumluluğu hissettirebiliyor. Onun özellikle, Necdet Elmas’la karşı karşıya geldiği sahneler, devlet-birey ilişkisini sorgulamak adına da, izleyicilere fırsat sunuyor. [Bir dramaturg olarak, özellikle bu sahneleri önemsediğimi belirtmek isterim; metne derinlik katmış.] 

Oyunda, parmaklığın önünün parmaklığın arkasından farkının bulunmadığının altı çiziliyor. Müfettiş mi sistemin kölesi, yoksa Necdet mi zincirlerinden kurtulmuş bir direnişçi, eser bizi bu konuda sürekli ateş altında bırakıyor. Bu da, 21. yüzyılın temel sorunsallarını taşıyan anti karakter kavramını düşündürüyor. 

O anlamda, Necdet Elmas bir anti karakter bağlamında karşımıza çıkarak; hem iyi niyetiyle, hem yalancılığıyla, hem saflığıyla, hem çakallığıyla bizi arada bırakıyor. Necdet’e kızmak pek mümkün olmuyor. Çünkü, o da –Joker karakteri gibi– kuralların fazlasıyla yozlaştırıldığını yüzümüze çarpıyor. Sistemin dürüstlüğünün de üçkâğıtla, dümenle örtüldüğünü hissettiriyor.  

Oyun renkli sahne dekorunun üstünde masalsı bir atmosferde geçerken, açık biçimin bütün olanaklarının da kullanılmasına imkân sağlıyor. Eski bir Türk filmini izlercesine, ülke gerçeklerinden birini müziklerle deneyimliyorsunuz. İnsanların ne denli şartlandıklarını, aslında karton karakterler gibi sadece görevlerini ifa ettiklerini, aslen birer birey olamadıklarını da görüyorsunuz. Orada salt Necdet’in otantik kalma çabasıyla mücadele verdiğini gözlemliyorsunuz. 

Banka memuru, âşık kadın, yaşlı kadın, yaşlı adam, müfettiş, dedektif, alkolik, devlet memuru, müdür, din adamı vd. her türlü rolün altında, kimsenin kendi olabilecek cesareti yüklenmediğini de sezebiliyorsunuz. O yüzden, 2020 yılını da takiben, aynı tipik insan karakterlerinin her yere hakim kılındığını da tespit edebiliyorsunuz. Kimsenin gerçekten kendisi biçiminde görünerek davranmadığını; tüm insanların unvanların arkasına sığındıklarını algılayabiliyorsunuz. Orada, kişilerin görüntüden ve simülasyondan ibaret kılındıkları, o tektip evren sahnede zuhur ediyor. Serdar Saatman’ın yönetmenliğiyle seyirciye, doğasıyla bir mücadele çabası aktarılıyor. 

Bütün bu sarmalın içinde, artılarıyla eksileriyle, kaderini gerçekten sahiplenen bir kişi görünüyor; Necdet Elmas! Eğlenceli, kurnaz, ağzı laf yapan, devletin haksızlığına karşı mahallesini kurmuş (Robin Hood ormanı; bir çeşit ‘‘Haydutlar’’ın Karl Moore’u) bir karakteri izliyorsunuz. 

Nitekim, Necdet Elmas bizden biri suretiyle görünse de, kimseye benzeyememe arızasını da onurla taşıyor. Çürümüş sisteme yalnız onun oyun içinde oyunu başkaldırabiliyor. Kansız, pasif bir eylemle, etrafın ondan aldıklarını kendi planına göre geri (ç)alıyor. [‘‘Dünya sana hediye sunmaz, inan bana. Bir yaşam istiyorsan çal onu!’’ / Lou Salome]

Necdet Elmas karakteri, her koşulda bağımsızlığını muhafaza ediyor. Hiçbir kuruma, kuruluşa (bunlar da bir çeşit öğütme sistemidir) kendini adamaksızın… Hiçbir kadına… O anlamda, kör örgütçü de değil; bir çeşit mahalleci görünümüne sahip… Yakın çevresinden başlayan etkileşimi etrafa yayıyor. Oyundaki varlığı da aşkınlaşıyor, sisteme karşı-bir sisteme dönüşüyor. [‘‘Doğru yaşamak değil, daha az yanlışla yaşamak…’’]

İkili Yapı: Devlet-Birey; Baba-Kız

“Gangster” adlı oyundaki anlatım, çiftli bir yönelişe sahipti. Eser, Necdet Elmas’ın kızı üstünden başka bir boyut kazanıyordu. Kadınların da babalarına başkaldırarak, her türlü erkek-egemen bağlayıcılığa karşı durmaları gerektiğini; bu anlamda, Necdet Elmas’ın da orada handikap yaşadığını gösteriyordu. Gerçek yaşam öyküsünde de, Elmas’ın bütün kadınları etkileyip, onları birbirine düşürdüğü gözüküyordu. Kadınlar da bu bariz açıkları bağlamında, bir erkek için kavga etmeyi; kültürel bağışıklığa aşkla, cinsellikle, evlilikle, çocukla, çıkarlarıyla özgürlüklerini emanet etmeyi kabulleniyorlardı. Dolayısıyla, Elmas’ın kızıyla yüzleşmesi, günümüzde babaların kızlarıyla, eril sistemin de kadın mücadelesiyle yüzleşmesini bizlere gösteriyordu. 

Oyunda parayla, unvanla, şöhretle, yapay ilişkilerle gerçekten mutlu olunamayacağına, kimsenin ciddi birer kişiliği bulunmadığına da vurgu yapılıyordu. Herkes yürüyen banknotlar misali, tutkusuz birer sayıydı. Kimsenin varlığı yokluğunu da aratmıyordu. Gösteriş ve sahte güç onların acizliklerinin üstünü örtüyordu. Orada, ana çatışma aslında, müfettiş-gangster dışında, içten de babayla kızı arasında yaşanıyordu. Bu kabuk aktarım esere artı bir değer kazandırıyordu. 

Sonuç olarak, İzmir seyircisini düşündüğümüzde ‘‘Gangster’’ oyunu ‘‘Deneme Sahnesi’’ adına isabetli bir başlangıç sayılabilir. Umudumuz, diğer oyunlarla birlikte, çok-sesliliğin gerçekleşeceği renkli bir havza… Şehirde tiyatro iliklerimizi sarssın diyoruz! 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku