“Eylemsiz”

Yunus Bektaşoğlu

Eylem nedir? En yalın haliyle kişi eliyle gerçekleşen bir olay veya değişimdir. Özellikle olay noktası bizi ilgilendiriyor gibi görünüyor şu noktada. Şöyle bir diyaloğun içinde hangimiz bulunmadık:

  • Fuentes’in Deri Değiştirmek romanını bitirdim dün.
  • Konusu neydi?

Veya;

  • Geçen hafta Ful Yaprakları’nı izlemeye gittik.
  • Konusu neydi?

“Konusu neydi?” Geçmiş zaman kipinde sorulan bu soru özünde konunun gelip geçiciliğine bir işarettir. Elbette asıl çerçeveyi bu kadarcık bir cümle ile nihayete ulaştırmayacağız. Biraz daha rahatsız edici bir yol izleyeceğiz. Konu ile Eylem ekseninde dönüp kendimize ait bir reddediş ortaya koyabilirsek ne mutlu bize!

Kaleme alınan veya sahnelenen her metin için ana eksen “Bu metin/Oyun ne hakkında?” üzerinde gelişir. Ki bu soru metnin, oyunun doğasının deforme edilmesi anlamına gelir. İddiam açık ve nettir; bir metin ya da oyun için konuya ihtiyacımız yoktur! 

Peki böyle bir cümleyi neden kuruyoruz? Çok basit; gerçeklik!

Kaçımız bir sabah uyandığımızda böcek olarak uyandık? Kaçımız şirkette bir yakınımızın ölümünden ötürü izin alırken “Benim bir suçum yok” dedik? Kaçımız bir tefeciyi öldürmek için paltomuzun altında balta sakladık? Elbette hiçbirimiz. Yukarıda saydığım metinleri incelediğimizde gördüğümüz şey bir konu değil, bir ruh halinin yansımasıdır. Bunun da yanında “Konu” olarak daralttığımız olgu aslında tepki gösterilen bir gerçekliğin kendisidir. Bir metin/oyun kendi gerçekliği üzerinden gerçekliği yeniden kurgular. Bu eksende klasik bir devinim veya olay örgüsü beklemek o anormalliğin doğasına aykırıdır. Estetize edişin doğasından uzaklaştıkça dayatılan her şey estetik olarak çıkar karşımıza.

Yürümek bir eylemdir. Peki ya oturmak? Bir oturuş düşünün ki kişinin yaşadığı açmazı veya çaresizliği net bir biçimde görebilelim. Aynı şekilde birini takip etmek bir konudur. Peki sırf oturarak o takıntılı hali nasıl verebiliriz? Bu soruların ve saptamaların hepsi bizi estetik bir tavıra doğru yönlendirecektir. Deniz yolculuğu yapan birini pek çok yanıyla sahnede canlandırabiliriz. Ya denizdeki sonsuz boşluğu ya da denizin mavisini oynayabilir miyiz? Edip Cansever olsa mavinin huy olmasından bahsederdi muhtemelen. Ki güzel de yapardı. 

Yazım veya oynama eylemleri başlı başına konuyken bir konu ekseninde yazılan, oynanan metini sıkboğaz etmek anlamsızlığın ta kendisidir. İhtiyacımız olan şey bir konu ya da olay değil şeysizleşme alanıdır. Peki nedir şeysizlieşme alanı. TDK “Şey” için şu önerilerde bulunuyor:

“zamir: Madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin yerine kullanılan, belirsiz anlamda bir söz”

Şey, belirsizliği anlatır bize. Yani belirsizliği belirgin kılar. Bizse gerek yazım gerek sahneleme anlamında “Şeysizleşerek” yani belirişi eksikleştirerek belirsizliği insan halinde açığa çıkartmalıyız. Bu tıpkı “Bu bir pipo değildir” demeye benzer. Konu kuşku ve şüphe anlamında bir yaklaşım sergileyerek “insan” oluşa veya “Yaşama” dair her şeyi yeniden yaratıma sokarız. Sonuçta sorun doğmuş olmakta değil, doğarak yaratmış olduğumuz sorunun kendisinde. Cioranvari bir tavırla doğmuş olmaya lanet okuma niyetinde değiliz, maksadımız var oluşumuzla gerçek kıldığımız belirsizliğe sahip çıkmaktır. 

Konunun bir sınır olduğu metinde özgürleşme için bu duvarların yıkılması gerekiyor. 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku