Erdem Beliğ Zaman yazdı… “Cumhuriyet Devrinin En Nev-i Şahsına Münhasır Komiği: Muzaffer Hepgüler”

editor
3,4K Okunma

Cumhuriyet devrindeki tiyatrocu portreleri yazarken aslında o devri de kayda geçirmeyi amaçlıyorum. Dolayısıyla ilgili kişi üzerinden bir devir panoraması çizmeye çalışıyorum. Muzaffer Hepgüler gibi bir ismin biyografisinin yazılmaması nedense beni çok şaşırtmıştı. Hayretler içinde bu yazıyı yazdım. Bitince yakın çevreme okuyup fikirlerini aldım. Rahmetli Alpay Ekler Hocam, bu yazıyı kendisinin de yazı işlerinde olduğu Karagöz Sanat Dergisi için istemişti. (Şimdi O da Muzaffer Hepgüler’in yanında, ne tuhaf hayat!…) Yazı, derginin ikinci sayısında yayınlandı. Okuyucu teveccühü şöyle dursun yazı hakkındaki en unutulmaz anım ise Muzaffer Bey’in eşi Neriman Uğurlu’nun yazıyı okuduktan sonra beni arayıp, sesi titreye titreye bana teşekkür etmesi ve ömür boyu başarı dilekleri sunmasıydı… İnsanı bundan daha çok mutlu edecek ne olabilirdi ki? Neriman Hanım’a ve kızı Nur Hanım’a sağlık ve esenlik; Muzaffer Bey’e de bu vesileyle rahmet diliyorum.

Cumhuriyet devri Türk Tiyatrosu nokta-i nazarından bakıldığında zengin, renkli ve değişik bir zamandır. Batı’yla münasebetin tanışmanın ötesine geçtiği Cumhuriyet sonrası günler; hem o devirde çıkanların, hem imparatorluk devrinden yetişenlerin tiyatro yapıyor olmalarıyla bambaşka tatlarda piyeslerin vücut bulmasına imkân tanımıştır. Bu devrin sahne sanatkârları farklı çiçeklerden aldıkları nektarı aynı kovanda bal yapan arılara benzerler. Bir tarafta Muammer Karaca, Avni Dilligil, Zeki Alpan gibi Şehzadebaşı’ndan; diğer tarafta Vedat Karaokçu, Halide Pişkin, Toto Karaca gibi gezginci truplardan; öte yanda Vasfi Rıza Zobu, Necdet Mahfi Ayral, Bedia Muvahhit gibi Darülbedayi’den yetişen sanatkârlar, barut kokan ülkenin yorgun vatandaşların ağzına yaptıkları balı çalarak tat, neşe ve keyif vermişlerdir. Atatürk’ümüz sayesinde, sanatkârların yetiştiği membalara Cumhuriyet’le beraber “Gençler Mahfilleri” ve “Halkevleri” ilave edilmiştir. Bilhassa Halkevleri’nde, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Zihin Rona gibi hocaların Karagöz, Ortaoyunu, Meddah gibi kadim tiyatro türlerimizi öğreterek gelecek nesle intikal ettirmeleri çok cepheli tiyatrocuların yetişmesine zemin hazırlamıştır. Tam manasiyle bu merkezler, harbin karanlığında kalmış memleketimizi birçok yıldız çıkarıp aydınlatmışlardır. Muharrirler, Karagözcüler, komikler, oyuncular… Öyle ya, Cumhuriyet devrinin tanınmış ve halka mâl olmuş hemen her sanatkârı ve komiği bu mecralardan kazanılmıştır. Vahi Öz ve Hadi Hün Gençler Mahfillerinden; Kenan Büke ve Münir Özkul Bakırköy Halkevi’nden; Aziz Basmacı Şişli ve Fatih Halkevleri’nden; Tevhid Bilge Şişli Halkevi’nden; Orhan Erçin Beyoğlu ve Eminönü Halkevlerinden; Nejat Uygur da Sarıyer Halkevi’nden çıkarak Türk sahnelerinin tozunu attırmıştır. İşte bir siyasi emel uğruna feda edilen Halkevleri’nden çıkanlardan biri de Muzaffer Hepgüler’dir. Hani kendine has konuşmasıyla, tabii karşılanan mübalağalı mimikleriyle, diksiyonuna adapte ettiği diyalekt taklitleriyle, hemen her temsil için bizzat uydurduğu orijinal esprileriyle ve kültür tarihimize bir mizah markası şeklinde kazınan ismiyle Cumhuriyet devrinin en nevi şahsına münhasır komiği olan Muzaffer Hepgüler 

Toto Karaca, Nurten Atakmen ve Muzaffer Hepgüler. Foto: Erol Bilge arşivinden

Hal Tercümesi

Tam ismiyle Muzaffer Naci Hepgüler; Kadıköy’ün Hasanpaşa’sına yerleşmiş Acem kökenli bir ailede, ilk Cihan Harbi’nin sonunda, 1918 senesinde, Fatma Hanım ve Kasım Efendi’nin ortanca çocukları olarak dünyaya gelir. Aile bugün için büyük sayılabilecek niteliktedir; Muzaffer Bey’in kendinden büyük Haydar isminde bir ağabeysi, Perviz isminde de bir erkek kardeşi vardı. Kadıköy muhiti, Muzaffer Bey’in doğduğu senelerde ve evvelinde tulûat tiyatroları için en müsait icra sahalarındandı. Bu semtteki Kuşdili ve Yoğurtçu çayırları, yazlık bahçeler muhtelif temaşa kollarının Anadolu yakasında temsiller verdikleri başlıca yerler olmuşlardır. Bu yerlere ilaveten Kadıköy’de Apollon Tiyatrosu, Süreyya Operası gibi birkaç meşhur tiyatro binası da bütün ihtişamıyla yükselmekteydi. Muzaffer Bey, devrin tulûat komiklerini, meşhur aktör ve aktrislerini buralarda seyrederek tiyatro kültürünü, zevkini, görgüsünü arttırır. İlk ve orta tahsilini böyle bir havayı teneffüs ettiği semtte tamamlar.

Muzaffer Hepgüler, 1934 senesinde, henüz küçük sayılabilecek bir yaşta Kadıköy Halkevi’nde, Halkevi için o devirde birçok piyes kaleme almış Cemil Cahid Cem merhumun tulûat janrına yakın bir eseri olan “Çapanoğlu” isimli piyesindeki “Ziver Bey” rolüyle kırk beş sene boyunca inmeyeceği sahneye ilk defa çıkar. Çıkar çıkmaz sahneye ısınan ve seyredenleri de ısıtan Muzaffer Bey takribi dokuz sene Kadıköy Halkevi’ndeki amatör temsillerde kendisini Anadolu yakası seyircisine tanıtır. 

İkinci Cihan Harbi’nin neticesinin belli olmaya başladığı günlerde Avni Dilligil yeni bir tiyatro teşebbüsü için kolları sıvar. İstiklâl Caddesi üzerinde bulunan Halep Pasajı’nın içindeki Fransız Tiyatrosu’nu devrin modasına münasip düşecek şekilde operetler temsil etmek maksadıyla tutan Avni Bey; tiyatrosuna Ses Tiyatrosu ismini verir. Avni Bey; Hâlide Pişkin, Semiha Berksoy gibi şöhretlerin bulunduğu kuruluş kadrosuna; Alabanda revüsüyle ün kazanmaya başlayan Tevhid Bilge’yi katarak genişletip; muhtelif İstanbul sahnelerinde gördüğü Hulusi Kentmen, Renan Fosforoğlu, Turgut Boralı, İhsan Balkır, Zafer Önen gibi kabiliyetli gençleri de alarak dinamik bir trup vücuda getirmek gayesi taşıdığını belli eder. Bu gayeden hareketle Kadıköy Halkevi’nde seyrettiği genç Muzaffer Hepgüler’i de Ses Opereti’ne getirir. Muzaffer Bey bu tiyatroda sahnelenen ilk piyes olan Hava-Cıva Operetiyle 27 Kasım 1943 tarihinde profesyonel olur. Bir anlaşmazlık üzerine Ses Tiyatro’sundan ayrılan Semiha Berksoy’dan dolayı kuvvetten düşen kadroya Darülbedayi’nin operet yıldızlarından Muammer Karaca takviyesi yapılır. Muzaffer Bey’in, kendisine ilk örnek teşkil eden komikle tanışması da bu vesileyle olur. “Birinci Ses Opereti” ismiyle kayıtlara geçen bu tiyatroda Muzaffer Bey; gene Ekrem Reşit Rey ve Cemal Reşit Rey kardeşlerin eseri olan Lüküs Hayat ve Deli-Dolu, Saim Nahid Bilge’nin yazdığı Gönülden Gönüle, Sadık Şendil’in yazdığı Fuar Yıldızı,  Yusuf Sururi’nin adapte ettiği Kapan ve Yalpa, Yusuf Servet’in yazdığı Tatlı Sert gibi operetlerde rol alır. Bu tiyatroda zaman zaman yaptığı irticalen esprilerle İstanbulluların aradığı oyuncuların arasına girer. 

Ses Opereti’nde bu kez iki baskın oyuncu arasında mücadele çıkar ve trup Avni Dilligilciler ve Muammer Karacacılar olmak üzere ikiye bölünür. Evvela Avni Dilligil kurucusu olduğu tiyatrodan ayrılır. Daha sonra Muammer Bey yanına aldığı Ayla Karaca, Güzin Özipek, Rafet Gülerman, İsmet Görken, Rahmi Karakaş, Rauf Ulukut ve Muzaffer Hepgüler gibi Ses Tiyatrosu’ndan oyuncularla 13 Şubat 1945 tarihinde kendi namına işleteceği Merka Opereti’ni kurar. Maksim Sahnesinde perde açan bu tiyatro Muammer Bey’in eşi ve Atatürk’ün silah arkadaşlarından eski İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın kızı olan Şükran Karaca’nın Anadolu’daki muhtelif fabrikaların salonlarını nüfusunu kullanmak suretiyle bedavaya kiralamasıyla uzun ve kârlı bir Anadolu turnesine çıkar. Nihayetinde İstanbul seyircisini yirmi küsur sene güldürecek Karaca Tiyatro kurulur. 

Muammer Karaca’nın trupu sayesinde gittiği Anadolu turnelerinde Anadolu seyircisinin de tanıma imkânı bulan Muzaffer Hepgüler; kadroda Muammer Bey’den sonra en fazla alkışı alan isim olur. Bu toplulukta Yusuf Sururi’nin Zırdeliler ve Yaman Şey, Muammer Karaca’nın adapte ettiği Platin Palas, Ses Opereti’nin ve Darülbedayi’nin eski piyeslerinden olan Fuar Yıldızı, Kâtibin Karısı, Lüküs Hayat, Tatlı Sert, Hangisi… gibi oyunlarda rol alır. Bu tarihlerde sinemada da bir-iki rolde görünen Hepgüler, şöhretini sahneden perdeye taşır. Dağılan Ses Opereti’nin oyuncularından bir kısmı Münir Hayri Egeli rejisörlüğünde tekrar bir araya gelir. Daha sonra Tevhid Bilge idaresinde toparlanan “Yeni Ses Opereti” ismini alan bu trupa geçen Muzaffer Bey, 1950-51 sezonunda bu tiyatroda kendi yazdığı oyunları da sahneler. Aynı zamanda ilk rejisörlük tecrübesini de tadar. Bu ekipten tekrar hâlâ kadrosunda bulunduğu Muammer Bey’in trupuna dönen Muzaffer Hepgüler; Terkos Evleniyor, Onbire Beş Var, Malum Piyes ve Refik Kordağ’ın yazdığı Bel Ami piyeslerinde sahneye çıkar. Operetlerden Beliğ Selönü’nün yazdığı siyasî esprilerle örülü vodvillere doğru dümen kıran Muammer Karaca trupunun bu istikametteki ilk piyesi Ara Seçimi’nde de rol alan Muzaffer Bey; birkaç oyunda daha oynadığı Karaca Tiyatro’daki son temsilini Türk Tiyatrosu’nun en fazla sahnelenen piyesi rekorunu hâlen elinde tutan Cibali Karakolu’nda verir. İlk kadrosunda yer aldığı bu piyeste yaptığı irticalen espriler tiyatronun baş komiği Muammer Bey tarafından hoş karşılanmaz ve Muzaffer Bey, Karaca Tiyatro’dan “kibarca” ayrılır.

Muzaffer Bey’in kaderinin tayin edildiği hadise de bir bakıma bu ayrılıktır. Yeni Ses Opereti’nde de bir grup sanatkâr ile tiyatronun arasına kara kedi girmiştir. Operetlerin vazgeçilmez baş aktörü Vedat Karaokçu beraberinde yine operetlerin unutulmaz şefi Karlo Kapoçelli’yi, primadonnası Hikmet Karagözlü’yü, Ali Sururi’yi götürerek Yeni Ses Opereti’nden çıkar. Öte tarafta Toto Karaca, Celal Sururi ve Muzaffer Hepgüler de Muammer Karaca’nın tiyatrosundan ayrılmıştır. Yeni Ses Opereti’nin eski yıldızları ile Karaca Tiyatro’nun ikinci yıldızları 1953 senesinin sonunda İstanbul Opereti namıyla ortaklık kurarak, şimdi yerinde turistik bir otelin bulunduğu Taksim’deki Maksim sahnesini tutarlar ve burada operet temsilleri vermeye başlarlar. Hagop Ayvaz’ın naklettiğine göre tiyatronu açılışı epey ihtişamlı olmuş; açılış şerefine verilen kokteyle devrin önde gelen sanatkârları, gazetecileri ve muharrirleri katılmıştır. Muzaffer Bey sahiplerinden biri olduğu bu tiyatroda rahatça tulûatvari esprilerini yapacak ve güldürü sevenlerin gönlünde taht kuracaktır. 

İstanbul Opereti, 1958-1959 sezonunda kendi ismiyle beraber anılacak İstiklâl Caddesi’ndeki Elhamra Han’a geçer ve “İstanbul Tiyatrosu” ismini alır. Tiyatroda tek geçiş Elhamra’ya olmamış; repertuarda da operetten vodvile geçilmiştir. Karlo Kapoçelli ve Hikmet Karagözlü de ortaklıktan ayrılmıştır. Yeni mekânda ilk oynanan piyes “Aklım Sana Emanet” olur. Tiyatroda operet oynandığı devirde başrolleri umumiyetle Vedat Karaokçu üstlenirken vodvile geçildiğinde Muzaffer Hepgüler’in rol kademesi yükselir. Vedat Karaokçu, yakalandığı elim hastalık neticesinde Almanya’da vefat edince ortak sayısı dörde iner. Kenan Büke, Aziz Basmacı, Zeki Alpan, Tevhid Bilge, Alev Sururi, İlhan Daner, Asuman Arsan, Ekrem Dümer, Ayten Çankaya, Melahat Özekit, Saime Bekbay, Nurten Atakmen gibi birçok sanatkârın gelip geçtiği İstanbul Tiyatrosu’nda; “Cici Bey”, “Feza Yolcusu”, “Meşhedi ve Sadık Zevceler”, “Köpek Kırpıcısı”, “Sadık Zevceler”, “Zehir Hafiye”, “Enteresan Poz” gibi kahkaha tufanı piyesler seyirciyle buluşur. Muzaffer Hepgüler de İstanbul Tiyatrosu’nun çatısının altında büyük bir güldürü şanına kavuşur.

İstanbul Tiyatrosu hâlâ daha seyredenlerinin aklından çıkmayan efsanevi bir komedi tiyatrosu olmuştur. Tiyatrodaki hiyerarşide üçüncü sırada yer alsa da (daima turnede yahut radyoda anonslar Toto Karaca – Celal Sururi – Muzaffer Hepgüler – Ali Sururi sırasıyla yapılırdı) Muzaffer Hepgüler hafızalardaki birinciliğini korumuştur. İstanbul’a gelip de eğlenmek için Beyoğlu’na çıkan taşralılarda, “Akşam Muzaffer Hepgüler’e gidelim…” lafı o günler revaçtadır. Nitekim Muzaffer Bey, 1968 senesinde İstanbul Tiyatrosu’ndan ayrıldığı vakit tiyatro radikal bir karar alacak ve kadroyu yenileme ve güçlendirme yoluna gidecektir. Şemsi İnkaya’nın, Müjdat Gezen’in ve Erdinç Üstün’ün İstanbul Tiyatrosu’na katılması Muzaffer Bey’in kendi trupunu kurmasından sonradır. Bu hadise dahi Muzaffer Bey’in tiyatro için ehemmiyetinin bir ispatıdır.

İstanbul Tiyatrosu iyidir, hoştur lâkin son evliliği Muzaffer Hepgüler’in masrafını arttırmıştır. Zaten ihtişamlı bir hayata tutkusu olan Muzaffer Bey; ailesini daha rahat yaşatmak adına kendi kumpanyasını kurmak ister. Tiyatrodan kendini taklit eden İlhan Daner gibi kuvvetli bir oyuncuyu da kadrosuna katarak ayrılır. Doğu Erkan gibi yardımcı rollerin altından kalkabilecek bir oyuncuyu da transfer eder. Peşinden faizle para alıp, kendi patronluğunda, soyismini taşıyan, Hepgüler Tiyatro’yu kurar. Bugün İstanbul Barosunun da bulunduğu Baro Han’da, Lale Oraloğlu’nun yaptırdığı tiyatroyu kiralar. Ahmet Üstel’in yazdığı “Kiralık Metres” isimli piyesle tiyatrosunu seyirciyle buluşturan Muzaffer Bey aynı sene içerisinde; “Eller Aya Biz Yaya”, “Siyasi Madrabazlar”, “Aşırı Yağcılar”, “Asfalt Osman” piyeslerini temsil eder. İşleri pek umduğu gibi gitmeyen Muzaffer Bey, gene devrin sivrilen komiklerinden Nejat Uygur’a, Esat Nermi Erendor’un yazdığı “Merkep Yürekli Yaşar” isimli piyesi sahneye koydurur. Bu da tiyatrosunu kurtarmaya yetmez. Tıpkı Devekuşu Kabare Tiyatrosu’ndan ayrılarak kurduğu Tef Kabare’si iflas eden Haldun Taner’in kaderi gibidir biraz da Muzaffer Hepgüler’inki… Yücelttiği, marka haline getirdiği tiyatronun kapısından çıkınca seyirci kendine değil gene markaya rağbete devam eder…

Karaca Tiyatro’yla, artık rakibi olan İstanbul Tiyatrosu’yla, aynı senelerde eski Ses Tiyatrosu’nu tutup sahne alan Dormen Tiyatrosu’yla aynı yerde daha fazla mücadele edemez Muzaffer Bey. İki sene sonra Suriçi’nde ilk imtiyazlı tiyatronun, Güllü Agop’un tiyatrosunun yerinde yükselen Azak Tiyatrosu’nu mekân seçer. Burası Gazanfer Özcan’ın senelerce halkı güldürdüğü yerdir. Fakat Muzaffer Bey’i tebessüm dahi ettirmez. Artık nüfus Suriçi’nden kaymaya başlamıştır. Azak Tiyatrosu’nu, Erden Ener Tiyatrosu’na kiralayan Muzaffer Bey, maddi vaziyetini kurtarmak için son çare kendini Anadolu’ya atar. Vadeli borçlar, faizli paralar ve daima suiistimal edilen iyi niyeti, evini satmasına ve borçların ailesine daha fazla tesir etmemesi adına evliliğinin bitmesine yol açar. 

1971 senesinden sonra Muzaffer Bey’e Anadolu yolu görünür… İyi yemeğe, sıcak eve, lükse, şatafata düşkün Muzaffer Hepgüler; bu coğrafyada bakımsız pansiyonlara, kötü yollara, soğuk salonlara maruz kalır. Hayat kalitesi düştükçe sıhhati de zayıflar. Zaten hassas bir mideye sahip olan Muzaffer Bey’in şikâyetleri artar. Birkaç sene para biriktirdikten sonra şansını tekrar İstanbul’da bir sahne açmakta kullanır. Bu kez gözünü tiyatro hususunda daha bakir bir yer olan Anadolu yakasına diker; yani doğduğu yere… Üner İlsever’in kurduğu Kadıköy İl Tiyatrosu’nda, gezginci trupların aranılan komiği Ahmet Açan ile ortak, “Muzaffer Hepgüler-Ahmet Açan Tiyatrosu”nu 1975-76 sezonu için kiralar. Melahat Özekit’in, Nabi Atay’ın, Gül Yazar’ın başı çektiği bir kadroyla “Müsait Palas”, “Deliler Koalisyonu” gibi piyesleri sahneye koyar. İnsanın doğduğu yer, genellikle doyduğu yer olmaz ya o hesap Kadıköy’de de işler pek iyi gitmeyince Muzaffer Bey için son Anadolu yolu görünür. Elinde bir grup kuracak parası da yoktur. Anadolu gazinolarında Rıza Pekkutsal ile ikili komedyenlik yaparlar. Bu komedyenlik de uzun sürmez. Kara düşünce bulutları zihnini sardığında şükür ki imdadına sinema ve televizyon yetişir. Gâh Enis Fosforoğlu gibi yeni şöhret komiklerle TV piyeslerinde görünür; gâh Sermet Serdengeçti gibi perdenin yeni jön-komikleriyle erotik komedi filmlerinde… Kadıköy’de tiyatro yaparken bir de film senaryosu kaleme alır. “Pembe Panter ve Temel Reis Gangsterlere Karşı” isimli bu absürt-tulûata kaçan sahnelere sahip filmde “Temel Reis” rolünü üstlenir. Son olarak TRT’de, Ramazan için yapılan “Tarihi Temaşa” programındaki ortaoyunlarında Yahudi eskici, efelerin efesi gibi taklitlere çıkar. Bu kadar çırpınmasının tek sebebi bir an evvel emekli olup hayatının geri kalanını teminat altına almaktır. Bir İzmir turnesinde, Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’nda kalp krizi geçirince acilen İstanbul’a döner ve hemen son karısı Neriman Hanım’ın arar. Neriman Hanım, Muzaffer Bey’i Sormagir’de bir pansiyona yerleştirir. Durumu ağırlaşınca evvela Taksim İlkyardım Hastanesi’ne, daha sonra da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılır. Devrin tıbbının çareleri bitmiştir. Muzaffer Hepgüler’in yorgun kalbi Ramazan ayında, 2 Ağustos 1979 senesinde durur. Ertesi gün mütevazı bir cemaatle Şişli Camii’nden kalkan na’şı Feriköy Mezarlığına defnedilir.

Neriman Uğurlu ve Muzaffer Hepgüler. Foto: Erdem Beliğ Zaman arşivinden

Hususi Hayatı

Muzaffer Bey’in ilk nikâhı tiyatro dışından bir hanımla şöhret olmadan evveldir. Tiyatro kapısından girildiğinde bu nikâh da düşer. Mâmâfih Muzaffer Bey artık ana ocağından Beyoğlu pansiyonlarına taşınmıştır. İkinci defa Muammer Karaca topluluğundayken tâ Ses Opereti’nden beri tutulduğu İsmet Görken ile evlenir. İsmet Görken’in ismi daha sonraki vesikalarda İsmet Hepgüler olarak geçecektir. Operet tarihimizin büyük isimlerinden biri olan İsmet Hanım’la olan evliliği de muhtemelen çapkınlık sebebiyle pek uzun sürmez.

1955 senesinde üç sene flört ettiği Asuman Arsan’la üçüncü evliliğini yapar Muzaffer Bey. Bir sene ancak evli kalabilirler. Asuman Hanım’ın bir mecmuada naklettiğine göre Muzaffer Bey’in çapkınlıkları, evliliği taşıran son damla olur. Muzaffer Hepgüler, dördüncü ve son evliliğini vaktiyle meşhur bir sinema aktristi olan Neriman Uğurlu ile 1962 senesinde yapar. İkilinin 1964’te Zeynep isimli bir de kızları dünyaya gelir. Vaktiyle çapkın olarak bilinse de evlilikten sonra çapkınlıklar biter. İyi bir aile babasıdır. Sıcak bir yuva hasreti duymasına karşın senelerdir o pansiyon bu pansiyon dolaşmak zaruretinde kalan Muzaffer Bey, Neriman Hanım sayesinde hep arzuladığı o aile evine kavuşur. Kazancı Yokuşu’ndaki Münevver Apartmanı’nın teras katını alıp burada yaşamaya başlarlar. Tâ ki kendi tiyatrosunu kurup borç batağına saplanana kadar… Muzaffer Hepgüler’in son on senesi melodramdan farksızdır.

Muzaffer Bey işi dışında ciddî bir adamdır. Tarihe meraklıdır, bilhassa Osmanlı tarihine. Üstelik evde portrelerini asacak kadar. Tarih okumaktan da ayrı bir zevk alır. Ağır ve vakur duruşunun arkasındaki hususiyeti belki de budur. Gazeteci ve tarihçiler Füruzan Hüsrev Tökin ile Esat Nermi Erendor iyi ahbaplarındandır. İkisine de kendi tiyatrosu için piyesler yazdırmıştır. Hastalık derecesinde bir Galatasaraylı’dır. Beyoğlu’nda çalıştığı müddetçe tiyatrodan çıkar çıkmaz soluğu Küçükparmakkapı’daki Galatasaray lokalinde alır. Pahalı saatlere, ayakkabılara, takım elbiselere meraktır. Turnelere bile bavullar dolusu eşyayla iştirak eder. Yüzük, kolye ve künye nevinden aksesuarlar satın almaktan hoşnutluk duyar.

Sanatkârlığı ve Sanatının Cepheleri

Muzaffer Hepgüler isminde iki tane bulunmasına rağmen “r” harfini telaffuz edemeyen, eski Türk komikleri gibi ses tonu çatallı, suratı dahi başlı başına gülünç bir manzara yaratan sevimli, tabii bir komikti. İsmail Dümbüllü ve Naşid Bey misali Allah vergisi bir gülünçlü yüzü vardı. Kaytan bıyıklarını ortadan ayırıp, yukarı doğru burup; gene uzun kıvırcık saçlarını yana doğru tarayıp her gün yenisini giyindiği şık takımlarla görüntüsüne beyefendilik katsa da; öne doğru uzayan çenesi ve daima gülmeye hazır ağız yapısıyla ilk görende dahi bir tebessüm uyandırırdı. Oyun tarzı tekrara, diyalekt taklidine, sevimli konuşmalara, kambur durmaktan çıkan ve ağır komik hareketlere dayanırdı. Bu ağır komiklik, Muzaffer Hepgüler’i hareketli İbiş’likten çok ağır Kavuklu’luğa yaklaştırırdı. Yapmacıklı bir oyun tavrına sahip olmasına rağmen bu oyun tavrı seyirci tarafından tabii karşılanır ve Muzaffer Bey’e addedilirdi. Tulûat tarzının son ustalarındandı. Sokakta yürürken dahi sesli sesli akşamki oyunda araya katacağı esprileri düşünürdü. Hazırcevaptı da. Bir gün kendisine seke seke yürüdüğü İstiklal Caddesi’nde rastlayan Aziz Basmacı’nın, “Hayrola Muzaffer ayağına ne oldu?”, sorusuna, “Kalleş ayakkabı, arkadan vuruyor!” diyecek kadar… Gene bir berber dükkânının vitrininde satılık elektrikli tıraş makinesini gördüğünde, “Aa beğbeğe bak, ğakibini satıyoğ!” tepkisini verebilecek kadar… Bu ve bunlara benzer onlarca Muzaffer Hepgüler icadı espri vardır… Uydurduğu esprileri sadece kendisi kullanmamış, devrin çıkış yapan komedyenlerine de vermiştir.

 Kadim mizah geleneğimiz Muzaffer Bey’in şahsında Batı’lı vodvillere aksetmiştir. Muzaffer Hepgüler bu suya sabuna dokunmayan piyeslerde dahi tıpkı bu tarzın en büyük ustası Muammer Karaca gibi Karagöz’deki ve Ortaoyunundaki gibi aktüel hadiselere girmiş; içtimai hayatın meselelerini ufak esprilerle de olsun sahneye taşımasını bilmiştir. Muammer Karaca’dan farkı esprilerinin daha avam, daha halktan olmasıydı. Halk üzerinde tesiri büyüktü. Radyoda canlandırdığı Ercümend Ekrem Talu’nun palavracı bir Acem olan “Meşhedi” tipi sebebiyle İran Türkiye’ye nota dahi vermişti! Devrin meşhur bir firması olan Akfil’de telefonlara çıkıp halkı güldürmeyi sürdürmüştü. 

Muzaffer Bey’in taklit kabiliyeti yüksekti. Her yaptığı taklit bir nevi taklidin Hepgüler’cesiydi… Bilhassa Acem, Kürt, Yahudi ve Egeli taklitlerinde muvaffaktı. Kürt taklidi epey alaka uyandırınca Mırtazo İstanbul’da diye bir de plak doldurmuştu. Orta Anadolu ve Laz taklitlerinin de altından kalkardı. Meşhedi tiplemesini yapmasına mani olununca bu tipi Palavracılar Kralı Tosun Reis’e çevirmiş ve aynı palavraları bu sefer Tosun Reis’in ağzıyla halka aktarmaya devam etmişti. Birkaç defa İsmail Dümbüllü’nün Kavuklu olduğu, Aziz Basmacı’nın da yer aldığı bir grubun içinde Acem taklidiyle Ortaoyununa da çıkmıştı. Diğer oyunlarında da tıpkı Naşid’in yaptığını (İbiş’e derinlik kazandırmayı) devam ettirmekle beraber nevi şahsına münhasır bir tarz geliştirmişti. Füruzan Husrev Tökin’in ifadesiyle Muzaffer Hepgüler, “Tıpkı Muammer Karaca, Gazanfer Özcan, Tevhid Bilge ve Nejat Uygur gibi Cumhuriyet devrindeki komik-i şehirlerdendir.”. 

Muzaffer Bey’in üzerinde durulmayan bir hususiyeti de yazarlığıdır. İlk defa Ses Opereti’nde başladığı yazarlığını, son günlerine kadar sürdürmüştür. Mesela Ses Opereti’nde oynanan “Kiralar Serbest Olursa” isimli piyes Muzaffer Hepgüler’in yazdığı bir operettir. İlerleyen senelerde yekpâre bir piyes yazmaktansa, komedyenlere sahne esprileri yazmayı tercih eden Muzaffer Bey’in son espri yazdığı sanatkâr rahmetli Enis Fosforoğlu idi. Bir daktilo şeridine üç espri…

Komiklikle Muzaffer Hepgüler ismi o derecede yakın bir mevkidedir ki İstanbul hafızasında Muzaffer Bey bir fıkra kahramanı hüviyetine de bürünmüş, başkalarının yaptığı espriler Muzaffer Hepgüler’e mâl edilmek suretiyle anlatılagelmiştir.

Kader, Muzaffer Hepgüler’i sahne hayatında hep “güldürür” ve hep “güler” gösterse de; sahne dışında Muzaffer Bey’den bu sıfatları esirgemiş ve O’nu hep “ağlar” bir hâlde bırakmıştır. Ömrünün son günlerinde, son takatini üç-beş kuruş düzenli tekaütlük maaşı için sarfetmesi de bundandır. Büyük bir zahmetle emekli oldu fakat küçük bir rahatlıkla emekli yaşayamadı “Komik-i Şehir” Hepgüler…

Muzaffer Hepgüler Türk mizahında bir merhale, bir tarihtir. Bu Tarih’imize, vefatına düşürdüğüm Ebced tarihle hürmetlerimi gönderiyorum:

Geldi güldürdü Muzaffer Hepgüler;

Gitti cansız, yaşlı gözlü, derbeder…” Hicri 1278

TEŞEKKÜR: Bu yazının yazılması için hasta haline rağmen yardımlarını esirgemeyen Muzaffer Hepgüler’in son eşi muhterem Neriman Uğurlu’ya ve görüşmelerimizde bize yardımcı olan kızı Nur Hanım’a bin teşekkür ederim. Gene devrin tiyatro hayatı hakkında ellerinden gelen yardımı yapan; arşivlerindeki fotoğrafları paylaşan sayın Melahat Özekit’e ve sayın Erol Bilge için de bin teşekkür azdır. Dimağındaki tiyatro bilgilerini paylaşmaktan imtina etmeyen kıymetli dostlarım sayın Tunca Turna’ya, sayın Ertuğrul Alpan’a, sayın Yusuf Basmacı’ya ve sayın Sermet Erkin’e de ayrı ayrı müteşekkirim. Bu kıymetli insanlar olmasaydı bu yazı çıkamayacaktı. Sağ olsunlar, var olsunlar!

ERDEM BELİĞ ZAMAN

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku