Epidaurus’tan Kalan; “Hecuba, Hecuba Değil”

Handan Salta
3,9K Okunma

Tiago Rodrigues’in Comedie Francaise’de yönettiği ve prömiyerini Avignon’da yapan “Hecuba, not Hecuba” adlı oyununu Uluslararası Epidaurus Festivali kapsamında Temmuz ayında Edipaurus antik tiyatrosunda izleme şansım olduğu için çok mutluyum. Tiyatronun sınırlarını gerçeğin sınırlarıyla zorlayan bir yapımdı izlediğimiz. Antik tiyatronun “olay burada geçiyordu” duygusunu bedenimizde hissettiren atmosferinin yanı sıra, izlediğimiz oyunun geçmişle bugün, tiyatroyla gerçeklik arasında kurduğu son derece yalın bağlantı bir çok açıdan hayranlık uyandıracak nitelikteydi. 

Photo by Alex Kat

Photo by Alex Kat

Antik Oyunlara bugünden bakmak ve Tiago Rodrigues

Zaten Rodrigues’in web sayfasında tiyatroya yaklaşımı şu sözlerle anlatılıyor; “Tiyatro ile farklı gerçeklikler arasındaki sınırları aşmanın, tarihsel ve toplumsal olgular konusundaki algımızı zorlamanın üstesinden gelen çalışmalarıyla tanınmıştır. Tiago Rodrigues kariyeri boyunca kentler ve ülkeler arasında kurduğu köprülerle yaşayan bir tiyatronun hem ev sahipliğini hem de savunuculuğunu yapmıştır.” Tiyatroyu insanların bir araya gelip düşüncelerini ve edebiyatı paylaştıkları bir yer olarak tanımlayan yönetmen bu paylaşım alanında seyirciye haz ve ilham alacak kapılar açıyor.

Yıllar önce bitmiş bir savaşın bugün savaşla yorulmuş, kan görmekten ve umutsuzluktan katılaşmış, insanlığın daha iyisini yapacağına dair pek de umudu kalmamış  bedenlerimize nasıl dokunabileceğini görmek bu hayranlık uyandıran nedenlerin başında geliyordu. Adalete inancımızı sarsan bir dünyada bu oyun sanata olan umudumuza su, hatta vitamin verdi. Hecuba’yı anlamak, tasarlamak, sahnelemek ve oynamak bir işse, bu işleri yapanlardan birinin başına gelenlere gözlerini kapamamak, dahası bunu oyunla birleştirmek de bu işin insan denen varlığın idealdeki haline çok  yakınlaşan bir yerindeydi. 

Photo by Alex Kat

Truva Savaşını nasıl anlatmalı?

Malumunuz Truva kraliçesi Hecuba’nın memleketini işgal edenler o güne kadar görülmemiş bir galibiyetin mümessili olarak anılmaya bugüne kadar devam etmekteler. Truva savaşını yenilenlerin gözünden anlatmak bu noktada anahtar bir rol oynuyor, adalete olan inancımızın ve açlığımızın yeni başlamadığını da hatırlayarak. Oyunun ana karakteri hem yenilen taraftan hem de bir kadın, tıpkı Medea’da olduğu gibi. Euripides’in yaşamının son yıllarını Atina’dan uzakta geçirmesi de bir tutunamama hikayesi değil mi zaten? Ya da “Persler”i Euripides yazsa acaba nasıl yazardı diye merak eden yok mudur?  Bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi işgal edilmiş Truva’da yönetimi devralıp sürdürme umudunu bedeninde taşıyan prensin hıyanete uğrayıp öldürülmesinde kişisel menfaatlerin dostluk, vefa gibi değerlerin önüne geçmesi  de bir başka savaş gerçeği. Sayılar, yıllar, istatistiklerle de doğrulanabilecek sayısız benzeri olayla dolu uygarlık tarihimiz. Harap, bitap, çıldırmanın eşiğindeki Hecuba’nın hikayesini metinde olduğu gibi anlatan birçok yapımla karşılaşmış olabilirsiniz ama bu yapım bambaşka bir perspektiften bakıyor eski savaşlara, bugünün savaşını unutmadan. Oyunu benden bir gün sonra izleyen arkadaşımın söylediğine göre oyundan sonra “Free Palestine!” sloganları atılması çağrışımların menzilinin uzantıları konusunda bir fikir verebilir belki. 

Oyun içinde oyun

Hecuba provalarındayız şimdi ve oyunun çıkmasına iki hafta kalmış. Saatin tiktakları Kaptan Hook gibi peşinde dolaşıyor ekibin. Tam o sırada Hecuba’yı oynayan Nadia’nın otizmli çocuğunun gittiği kreşte şiddet  gördüğü ortaya çıkıyor. Hecuba provalarına artık Nadia, oğlu Otis, savcı, basın, avukat, tanıklar  dahil olurken ekipten ‘ama biz profesyoneliz’ mızmızlanması gelmiyor. Hecuba’nın adaletsizliğe, merhametsizliğe isyanı ve intikam ateşi yüzyıllar sonrasında Nadia’da beden bulması ise gerçek bir olaya dayanıyor. Bir oyuncunun başına gelenlerden esinlenip oyuncunun adalet arayışı paralel kurgu olarak tasarlanmış. Oyunun replikleri kadar avukat görüşmesi de prova ediliyor, görüşmelere yetişmek üzere  provadan erken çıkan arkadaşlarının bıraktığı boşluğu dolduran oyuncuların Antik Yunan tiyatrosunu, Agamemnon’u, oradan savcıyı, sistemi, merhameti, adaleti tartıştıklarını görüyoruz. Geçmiş, bugün ve gelecek iç içe geçmiş, oyun izlemekten çok bir deneyime ortak olmuşluk duygusuyla ayrılıyoruz tiyatrodan. Önce üzeri siyah tülle örtülü, sonra açılan Sfenks heykeli ile bir masa ve sandalyelerden başka bir şeyin görülmediği sahnede oyuncuların iki zaman, iki mekan arasındaki kusursuz seyahatlerini izlerken deneyimin derinliği artıyor, her birinin oyuna kattığı değer bu ikili sistemin kusursuz ilerlemesiyle bağlantılı. Ancak Nadia’yı oynayan Elsa Lepoivre hepsinin arasından sıyrılıyor, bizi Nadia’nın dünyasında dolaştırırken birden Hecuba’nın intikam/adalet isteyen haliyle karşılaştırıyor. İkisinin bir aradalığını  çok daha anlamlı hale getiren oyunculuğuyla zihnimize yazılıyor, içimize işliyor.

Oyun çıkışı zihne üşüşenler..

Epidaurus’un görkemli atmosferinde oyun izlemek ne kadar güzel bir deneyimse, Rumeli Hisarı’nda artık hiçbir şey izleyememek de o kadar kalp kırıcıydı.  Çok da eski olmayan zamanlarda orada gördüğüm oyunları, gittiğim konserleri düşündükçe gözüme kum atılmış gibi olduğum için mi oyunun sonunda gözyaşlarımı tutamadım, yoksa dayanışmayla ulaşılan bir küçük zaferin verdiği sevinçten mi ya da böyle iyi bir yapımdan sonra ne yapacağımı kara kara düşünmekten mi, Otis’in okulunda olan biteni açıklamaya cesaret edenin tek kişinin -işini kaybetme riskine rağmen- doğruyu söyleyen bir göçmen öğretmen olduğunu duyunca aklıma gelen birtakım düşmanlıklardan mı, her gün maruz kaldığımız ve ses çıkarsak da bir şeyi değiştiremediğimiz nice kıyımdan mı? 

Hepsi birlikte sanırım.  İstanbul Tiyatro Festivali izleyicileri bu yapımı görebilecekleri için çok şanslı.  Darısı Rodrigues’in diğer yapımlarının başına; en  By Heart ve Catarina and the Beauty of Killing Fascists.

HANDAN SALTA

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku