Önce Kafka vardı:
Franz Kafka tarafından kaleme alınan “Dönüşüm”, başlangıç noktası olarak Gregor Samsa’nın ansızın bir böceğe dönüşmesiyle başlar. Yani Gregor’un böcek oluştan öncesine dair bir fikrimiz yoktur. Bu durum Lacan’ın gerçeğin bilinemeyişi yönündeki savına benzemektedir. Bir yanıyla karşımıza bir sınır olarak çıkan “gerçek” bir kuşatan ve aynı zamanda esir eden bir noktaya gelmektedir. Herkes tarafından malûm olan Kafka’nın vasiyetine uymayarak yakılmayan metinler göz önüne getirildiğinde, sanki Kafka o şaşırtıcı ve korkutucu önsezisi ile bir taslak halindeki insanlığı böceğe dönüştürerek kendisi yakar.
Altkat’ta bir şey var:
Altkat Sanat tarafından sahnelenen Dönüşüm uyarlaması da temel prensip olarak -Milan Kundera’nın Saptırılmış Vasiyetler kitabındaki hassasiyeti paylaşarak- Gregor Samsa’yı bir böcek olarak göstermemekte. Böcek oluşu konuşmayı kekeleterek, zorlayarak yani anlamsızlığı üreterek sağlamaktadır. Bu tarz bir kaygının odak noktasında bulunan “belirsizlik” ilkesi oyunu izlemeye başladığınız anda başlıyor.
Acaba oyuna geç mi kaldık?
Altkat Sanat’ın Kadıköy’deki sahnesine gittiğinizde sahnenin ortasında duran “beşik”te çarmıha gerilmiş gibi duran Gregor Samsa’yı göreceksiniz. Az önce bahsetmeye çalıştığım metnin başlangıç noktasının olmaması durumu, burada da karşımıza çıkar ve salona girdiğiniz anda başlamış olan bir oyuna tanık oluruz. Geç kalıp kalmadığınızı düşünebilirsiniz. Ki böcek oluş geç kalmış bir gerçekliktir. Bu düşünceden arınıp da yerinize oturduğunuz anda – sahneyi karşıdan gören değil de sahnenin içinde bulunan yere oturunca- kendinizi metin tarafından unutulmuş veya daha şairane bir üslupla “paranteze” alınmış olarak bulacaksınız. Artık oyundaki bir karakter, bir an veya bir dekor olmak size kalmış. Çünkü oyunu izlemeye başladığınız andan itibaren oyun da size izleyecek.
Odak noktası:
Odak noktası olarak bakılması gereken birkaç nokta var. Öncelikle Altkat Sanat’ın kendi sahne yapısından ötürü sahnelemenin yani asla bitmeyen tablonun “odak” noktasının olmamasıdır. Seyircilerin dördüncü duvarı ihlal ederek, yer yer sahnenin içine “bulaşarak” oturmaları “insan” denilen nesnenin aynı zamanda bir dekor haline gelmesini ve “seyirci” olarak kendini tanımlayan gerçeğin, aslında oyunun parçası olan bir “kurmaca” olduğu fikrini ortaya atmaktadır.
Sahneleme bu anlamda abstract bir resim görünümü alarak “merkez” ve “odak” kavramlarını amaçsızlaştırmaktadır. Bunu yapmadaki ana nedenin konumundan, merkezinden edilen insana dair bir gönderme olduğunu düşünüyorum.
Oyuna dair ikinci nokta ise “dış ses” olarak kullanılan seslerin tekrarlama yoluyla bir yankıya dönüşmesi ve aynı Nietzsche’deki gibi “Ebedi Dönüş” noktasına tekabil etmesidir. Buradaki “ebedi” kelimesi özellikle önemli. Kierkegaard “ebedi” kavramını tanımlarken “geçmiş” olgusundan faydalanır. İşte burada da Gregor Samsa’nın bilinçdışı noktasında sahnede beliren “kadın” olgusuna değinmek gerekiyor. Sahnede Gregor Samsa’nın bilinçdışı olarak beliren kadın anlatıcının “dış ses” olarak beliren sesinin ardından Gregor Samsa’nın sesi işitilir. Geçmiş ile şimdi’nin tamamen ortadan kalkarak başlangıç ve son olgularının tamamen “bembeyaz” bir zeminle kapatılmasıdır bu durum. Aynı zamanda Lacan’ın “Kadın, erkeğin semptomudur” noktasında önermesini de akla getirmektedir. Gregor Samsa’nın tamamen cinsiyetsiz bir “görünüş” olarak bizi “yanılgı”ya zorlaması da bilinçdışı-kadın’ın cinsiyetinin de bir yanılgı olup olmadığını sordurabilir bize. Sordurması da elzemdir. Çünkü ana karakterin cinsiyetsiz, insanlığından edildiği bir durumda aynı karakterin – yoksa kahramanın mı demeli- bilinçdışı olarak gerçeğe müdahale ettiği kadınlığı da sıradan olmayacaktır.
Makyaj:
Oyuncuların makyaj anlamında beyazı kullanmış olmaları da don derece anlamlı. Unutmayı çağrıştıran bu yöntemle, unutuşu dışa bağımlı bir teslimiyet olarak değil de kişinin kendine uyguladığı bir işkence olarak ele alabiliriz. Kafka’nın “Ceza Kolonisi” adlı öyküsünde bedenlere işleme motifi ile muazzam bir uyum göstermekte. Samsa’nın oyunun başlangıcından, sonuna kadar – ara ara ayrılsa da- kullanmış olduğu “yatak” noktası da önemli. Bir yataktan ziyade bir beşiğe benzeyen bir “şey” belirsizliği taşıması anlamında Gregor ile aynı yazgıyı paylaşır. Oyunun başında tıpkı çarmıha gerilmiş gibi duran Gregor , bu beşiği oyunun belli yerlerinde öne, arkaya sallayarak sonsuz bir denge yitimini açığa çıkartmaktadır. Bu da yatak mı beşik mi olduğu belli olmayan “şeyin” mevcut belirsizliği mekâna bulaştırmasına neden olmaktadır. Bunun yanında Gregor yatakta gerçekleştirdiği devinimlerle sahneye yeni bir boyut kazandırarak, mekân içinde mekan yaratarak gerçekliğin bir parçası olan, ama gerçek olmaya dair bir fikri olmayan bir uzuv geliştirir.
Oda neden ortada?
Gregor Samsa’nın “yaşadığı” oda sahnenin tam ortasında durmakta. Cidden durmakta mı yoksa yazının başından beri zikredilen “belirsizlik” kavramını mı anımsatmakta? Oda durmakta. Çünkü onu oda olmaya dair görüntüden azat edilerek, bir odaya dair şeklin beklentisine girmiş. Elbette bu biçime kavuşamayacak. Elbette odanın tasavvur ettiği biçim insan oluşun karşısına çıktığında bir “araf” işlevi görecektir. O da bu araf halini alınca sahnenin tam ortasında olmasına rağmen görmemeyi kabullenmiş insanlar tarafından görülemeyecektir. Sonuçta, duvar içe sindikten sonra insan bir malzeme olur.
Sonuç olarak şunu belirtmek lazım: Sanatta kavramsallaştırmanın ve felsefi tavrın üvey evlat gördüğü bir dönemde, Kafka’nın böylesine zor bir metninin altını doldurarak oynamak ciddi bir özverinin ve bilincin eseridir. Altkat Sanat’ın sahnelediği bu muazzam oyun kesinlikle izlenmesi gerekiyor.
YUNUS BEKTAŞOĞLU