Ayçe Özyiğit
Bir Çingene’nin Yok Edilişe Ağıtı…
Afedersiniz, bakar mısınız? Sizleri farklı kılan nedir? Başka ırkları, renkleri, özellikleri küçük görmenizi, yok saymanızı, hatta yok etmenizi haklı çıkaracak o çok matah özelliklerinizi sayar mısınız bizlere? Zengin oluşunuz? Güçlü oluşunuz? Güzel oluşunuz mu yoksa? Peki ya insan oluşunuz?
“Ruki/ Bir Çingene’nin Yok Edilişe Ağıtı…” Bu yok ediliş bir varsayım değil, bir yanılsama değil, gerçeğin ta kendisi… Görüyor muyuz? Belki bir kısım azınlık. Ama yeterli değil.
Oyunu ilk olarak “Çingene Boksör” adı altında Emrah Elçiboğa rejisiyle yine Ustaların Sahnesi’nde seyretmiştim. Sahnedeki ‘Çingene Boksör’ümüz usta oyuncu Burak Sergen’di. Aynı konu farklı reji, üstelik üzerinden bir sene bile geçmemişken ve de Burak Sergen Ruki olarak beni büyülemişken; “bu oyunu farklı kılacak olan ne olabilir”, diye düşünmedim değil. Açıkçası yanılmışım. Perde açılır açılmaz müzikle beraber Reha Özcan’ın sahneye adımını atmasıyla iki şeyi fark ettim: Birincisi bambaşka bir oyun seyredeceğim. İkincisi, Burak Sergen beni affetsin ama sanırım Çingene Boksör gerçek Ruki’yi bulmuş.
“Neden ikinci defa aynı oyun?” diye oyunun yapımcısı Kerem Kuraner’e sordum. Kerem Kuraner “Hikâyeyi ilk okuduğum zaman çok etkilendim, çok hoşuma gitti.” dedi kısaca. “Bir üçüncü versiyonunu yapar mıyım? Bu konu -ırkçılık- devam ettiği müddetçe ki çok uzun zamanlar boyunca devam edecek gibi duruyor; sahnem ve zamanım elverdiği sürece yapabilirim, neden olmasın.” Şeklinde cevapladı.
“Diğer oyunda pek tabii devam ettirilebilir miydi, değişikliğe gitmenizin sebebi nedir? “O oyunu da seviyordum, çok başarılı, keyifli bir oyundu.”, diyor Kerem Bey, Çingene Boksör için. “Burak’ın yoğunluğundan dolayı çok sürdüremedik. Oyun, oyuncular için değildir. Tiyatro herkes içindir. Oyuncular değişebilir, rejisör değişebilir, yapımcı değişebilir ama oyunlar oynanmaya devam eder. Devam ettiriyoruz da zaten. Yorum her zaman farklıdır. Çingene Boksör farklıydı, Ruki daha farklı. Hikâye hepimizin yaşadığı bir hikâye… Faşizm hepimizi ilgilendiriyor. Irkçılık hala yok mu? Bana da zamanında, ten rengimden dolayı yapıldı. Partnerimle ten rengi uyuşsun diye tenimi beyaza boyadılar. Belki de bu yüzden yapıyorum bu oyunu. (gülüşmeler) Çingene miyim? Belki. Ne olduğumu ben de bilmiyorum. Sadece insanım. Bunun dışındaki etiketler beni ilgilendirmiyor.”
Boksör Ruki’nin hikâyesi, Johann Rukelie Trollmann’ın biyografisine dayanıyor. 1907 Hannover doğumlu olan boksör, 1933 Orta Siklet Almanya Şampiyonu. Kendisinin kariyer basamaklarını tırmanması beklenirken, Ruki 1944 yılında Wittenberg’te bir toplama kampı olan Neuengamme’da öldürülüyor. Neden? Çünkü o bir Alman değil. Çünkü “bize benzemeyen yok olmalı” yasasının hâkim olduğu bir zaman diliminde dünyaya gelmiş.
Oyunun rejisi de Reha Özcan’a ait. Rike Reiniger tarafından yazılan oyun, Dr. Phil Gülen İpek Abalı tarafından Türkçe’ye çevrildi. Kerem Kuraner’in yapımcılığını üstlendiği oyunun müzik tasarımı Serkan Alkan, koreografisi ise Sibel Sürel imzasını taşıyor.
Reha Özcan… “Onun için hangi cümleyi kullanırsam yeterli olur?”, diye düşünüyorum. Muhtemelen öyle bir cümle yok. Kendi adıma konuşursam gerek oyuncu, gerek kişilik olarak gerçekten dev bir isim olduğuna tanık oldum Reha Bey’in. Oyunun anlattığı öykü canımızı acıtıyor, evet. Hele bir de bunu Reha Özcan anlatıyorken canımız daha da çok acıyor. Çünkü gerçek Ruki o. Bir an bile düşünmüyorsunuz sahnedekinin salt bir rol olduğunu. İnceden inceden canınızı acıtıyor dile getirdiği her cümle. Irkçılık, faşizm, lanet okuduğumuz unsurlar evet, ama bir şeyi daha fark ettiriyor bizlere bu oyun. Görmezden gelmenin, kayıtsız kalmanın da can -canlar- yakabileceğini… Gördüm, ama konuşmadım. Duydum, ama konuşmadım. Artan vahşet karşısında ben susmayı tercih ettim. Biz susmayı tercih ettik. Biz? Hala susuyor muyuz?
Sevdiği iki kişiyi -babasını ve Erdal Tosun’u- kaybeden Reha Özcan’ın uzun süredir aklında, onlara ithaf edeceği bir oyun yapmak varmış. “Ruki” oyununun kendisi için doğru zamanlama olduğunu ifade ediyor. Yapmak istediklerini “Ruki”de yapabileceğini keşfettikten sonra oyun üzerinde çalışmalara başlamış. Şimdilerde de hayalini düşlediği masalın gerçeğe dönüştüğünü dile getiriyor. “Sahne üzerinde birçok disiplinin bir arada olması gerektiğini düşünüyorum”, diyor Reha Bey. “Özellikle anlatım türü olan tek kişilik oyunlarda… Pantomim, gölge oyunu, kukla, dans, şarkı, hikâye kovalama, görsel efektler ve gerçekle yanılsama arasında gidip gelen imgeler sevdiğim şeyler. Yaşayan tiyatronun dünyayla bir hesabının olması ve teknolojiyle bilimin buluşup sanat haline gelerek medeni bir durum oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Mesleğime olan tutkum beni bu oyunla karşılaştırdı. Bu oyunla yolculuğum uzun sürecek biliyorum. Tiyatro hayatım kaç yıl devam eder bilmiyorum, ama bir taraftan bu oyunu oynamaya devam edeceğim. Kendime ait, ilkel güdülerimle yapmış olduğum ilk oyunum oldu. Kendi rejimi istediğim şekilde ve de kendim yaptım. Tek kişilik oyun, ama 8 kişi çalıştık. Oyun sırasında ben sahnede olacağım, ama onlar aşağıda olacak. Umarım emeğin karşılığını görebiliriz. Bunun seyirciyle buluşma anı önemli. O samimiyet ve çıkmış olduğun yolun seyirciyi ilgilendirmesi çok önemli. Bu hikâye bizi çok ilgilendiriyor. Aslında dünyadaki bütün insanları çok ilgilendiriyor. Bütün dünyada faşizm dalgası artmaya başladı. Faşizm faşizmi doğuruyor. Burada direnecek tek şey sanat. Bizim de oyuncular olarak sanatsal çalışmalar yapmamız lazım.”
Geçtiğimiz sezonu ön gösterimleriyle kapatan oyun, yeni sezonda da bizlerle buluşmaya devam edecek. Çünkü oyunun da, Kerem Beyin de, Reha Özcan’ın da ısrarla görmemizi istedikleri ortak bir dertleri var: Aslında oyun bizlere sadece“ırkçılık yapmayın, insanları ötekileştirmeyin, herkesi eşit kabul edin” demiyor. Bunları yapmayın, evet; ama bunlar karşısında da sessiz kalmayın, öylece bakmayın, durup izlemeyin diyor. Ne kadar etkisiz kalacağınızı düşünseniz de yapabileceğiniz bir şeyler illaki vardır. Ve ne yaparsanız yapın sonucu elinizde kan taşımaktan daha kötü olamaz.
Ustaların Sahnesi Hakkında
Ocak 2016’da kendi yapımları olan “Çingene Boksör” ve rock müzik eşliğinde çocuk oyunu “Pamuk Prenses Mikroplar Ülkesinde” adlı oyunları ile sanat hayatına başlayan Ustaların Sahnesi’ni Kerem Bey öncesinde bale salonu olarak tasarlamış. Sonrasında fark etmiş ki bu salonda tiyatro da iyi yapılır. Fakat üzerine basarak söylemeyi de ihmal etmiyor Kerem Kuraner. “Ustaların Sahnesi profesyonel bir sahne değil; bir atölye sahne!”
Shaman Dans Topluluğu ile ortak kullanımda olan sahne de tiyatronun yanı sıra klasik bale, çocuk oyunu, workshop, dans gösterileri ve konser türü etkinlikler düzenlenirken bir taraftan da Ustaların Sahnesi misafir tiyatrolara da ev sahipliği yapıyor.
Son olarak ekliyor Kerem Bey: “Burası seyircinin hiç alışık olmadığı bir yer. Aslında tam olarak bağlantı noktasındayız, ama diğer tiyatrolardan uzakta oluşumuz bizim dezavantajımız oluyor. İnsan, avantajını yaptığı işlerle belirler. Bu avantajı da biz yaratmak zorundayız.Yaratamazsak da o zaman bizde bir hata var demektir. Para kazanıyor muyum? Hayır. Zaten derdim para kazanmak değil. Burası para kazanmasın, sadece devam etsin benim için yeterli.”
Oyunun Ekim ayı sahne tarihleri
10, 24, 31 Ekim Ustaların Sahnesi (20.30)
14 Ekim Zorlu PSM (20.30)
7, 14 Kasım Ustaların Sahnesi (20.30)