Bilet Fiyatları Çıkmazı…

Robert Schild
4,2K Okunma

Geçtiğimiz hafta içinde İstanbul’daki bir dostum ile yazışırken, neredeyse küçük dilimi yutacaktım! Şöyle ki, Zorlu PSM’ndeki “Afife”yi yakın bir dostuma önermiş olmam üzerine, nihayet bilet bulabildiğini bildirdi… Fiyatını merak edip sorduğumda ise, yanıtı “2750 TL” oldu!!

Buna önce inanamadım, zira İstanbul’dan yıllardır uzak kaldığımdan, keza daha çok yaz/güz aylarına rastlayan kısa ziyaretlerimizde ancak 2-3 oyuna davetli olarak gittiğimizden, bilet ederleri hakkında pek bilgim olmuyordu – ancak bu yazışmamın ardından sadece İKSV Festivali hakkında değil, kimi AVM’lerdeki tiyatro biletleri konusunda duymuş olduğum serzenişleri şimdi çok daha iyi anlıyorum…

Alış-verişten sonra biraz da tiyatro!

Kısa bir internet taraması ve birkaç tiyatro sanatçısı/emekçisinin bu konudaki kişisel yorumlarını sorguladıktan sonra, bulgularımı ve öğrendiklerimi buradan paylaşmak isterim.

Bildiğim kadarıyla, Zorlu kadar donanımlı olmasa da, 3-4 AVM’nin de büyük tiyatro salonları var. Acaba bunlar, kendi sahneleri olmayan kumpanyaları “ellerine geçirmiş” midir ve dolayısıyla onların oyunlarını böylesine yüksek fiyatlara mı çekiyor? Bundan öte, 1000’e dayanan izleyici kapasiteli salonlarda, ilk gösterimlerini küçük sahnelerde kısıtlı dekorlarla yapmış olan, o zamanlarda yenilikçi sayılmış kimi oyunları, “fahiş” sayılabilecek bilet bedelleri ile sunulmasını yadırgamıyor mu, kısmen “aldatılmış” izleyiciler?

Bu türden tatsız gelişmeler, “sıradan” tiyatro severler için hiç hoş değildir sanırım!

Anlaşılan, AVM’lerdeki bu salonlar “kapalı gişe gidiyor”; süper lüks restoranlarda olduğu gibi, onları da özellikle İstanbul’da dolduracak bir sosyal sınıf var anlaşılan! Ama ya diğer halk? Bazı oyunlar, onlar için artık “tabu” mu sayılmalı?

Anımsadığım kadarıyla, bu türdeki ilk salonlar, Profilo AVM’de açılmıştı… 1998-2023 yılları arasında İstanbul halkına yönelik olan bu öncü girişim, 3 ayrı sahnesiyle yüzbinlerce tiyatro severe mutlu saatler geçirtmişti – üstelik, o dönemde neredeyse herkesin ödeyebileceği bilet fiyatlarıyla! “Öncü” diyorum, zira bu AVM’den önce açılmış olan Akmerkez, bir kaç sinema salonunun yanı yıra, tiyatro olgusunu hiçe saymayı yeğlemişti!

Günümüzde bu temel sanat türüne önem veren AVM’lerin arasında en büyük sahnesi olan, Zincirlikuyu’daki Zorlu Performans Sanatları Merkezi’dir kuşkusuz. Kuruluşu için 2012 yılında ABD’den “ithal edilen” sahne uzman Robert Freedman’ın yönetiminde, o dönem Türkiye’sinin en mükemmel görüntü ve ses sistemleriyle donatılmış, 2200 seyirci kapasiteli gösteri salonu yapılmıştı.

Bu yazıyla eksiksiz bir salon istatistiği yapmaya yeltenmeksizin, ikinci büyük salonun, 1156 kişi kapasiteli Maslak Uniq Hall olduğunu belirtebiliriz. Şişli Trump Tower’deki AVM tiyatro sahnesi ise, 500 kişilik kapasitesiyle daha “mütevazi” boyutlara geçiyor… İstanbul’un (ve de Arap dostlarımızın) pek sevilen diğer bir AVM olan Mecidiyeköy’deki Cevahir ise, bir dönem her iki salonunda İstanbul Devlet Tiyatroları’nın oyunlarına yer vermekle, gıpta edilecek bir örnek sergilemişti.

Bilet ederleri daha makul olan bu son iki salonun dışındaki AVM’lerde oyun izlemenin “günahı”, yazımın başında da belirttiğim gibi “binlerin” üstüne de çıkabiliyor! “Afife”yi 2750 ile 1900 TL arasına izleyebiliyorsunuz ancak… Ionesco’nun “Kel Diva”(?)sını ise Maximum Uniq Hall’da 1287 ile 608 TL arasında (ki, daha çok iki kişi arasında geçen bu oyunu, 1000 TL’nin altındaki uygun fiyatlar olan 972,50, 811 veya 608 TL karşılığında balkondaki 3.,4. ve 5. “kategori” koltuklarında izleyeceğime, hiç tiyatroya gitmem!). Ancak eğer Trump Tower’deki tiyatroda “Notre Dame’ın Kamburu” müzikalini izlemek isterseniz “sadece” 700 veya 600 TL ödeyebilirsiniz!

Şimdi bir an için fiyat sorununu kenara bırakıp, bu saygın AVM’lerin repertuar seçimleriyle oyunlarının nasıl tanıtıldığına iki örnekte kısaca bakalım:

Uniq Hall’ın yanı sıra Anadolu Yakası’ndai CKM ve Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde sahnelenen, uyumsuz (absurd) tiyatronun öncüsü Eugéne Ionesco’nun “Kel Diva”(?)sı bir “komedi, absürt” olarak duyuruluyor, https://biletinial.com sitesinde – uluslararası tiyatro dünyasında belki ilk kez bir “komedi” tanımıyla – neden acaba, daha çok “habersiz” izleyici çekmek için mi?! Kaldı ki künyede çevirmen olarak belirttiği rahmetli üstadımız Hasan Anamur bu oyunu “Kel Şarkıcı” (Boyut Yayınları, 1997) adıyla aktarmışsa da belki “Diva” tanımı da daha çekici olabilirdi! Ve en önemlisi, yazarının bir çeşit “anti-théatre” olarak tanımladığı bu alçak gönüllü oyun, 11 Mayıs 1950’de küçücük Théâtre des Noctambules’de ilk gösterimini yapmışken, pek sevilen iki başoyuncusu (*) uğruna bugün 1156, 910 veya 565 kişilik salonlara nice “habersiz” seyirci çekiyor! Bakınız, gene aynı tanıtım sitesinde yer alan üç izleyici, bu oyunu nasıl yorumlamışlar:

– “Bana hitap eden bir oyun değildi açıkçası, ayrıca görmekte ve duymakta biraz zorluk çektiğim anlar oldu. Fiyat/performans açısından çok daha keyif aldığım ve üçte bir fiyatına gittiğim tiyatrolar oldu, hatta ve hatta 10’da bir fiyatına.”

– “Oyunculuklar tabii ki kaliteli ama olay örgüsü, hikaye yok. Çok sıkıldım ve anlam veremedim. Öncesinde çok heyecanlandığım oyundan büyük bir şaşkınlık ve üzüntü ile ayrıldım.”

– “Duayen oyuncular, müthiş yetenekli bir ekip, defalarca izlenebilecek bir oyun, dekor şahane, espriler muhteşem.”

Trump Tower’de gösterilen “Notre Dame’ın Kamburu”un künyesinde “yazar – yönetmen – uyarlama – koreograf – supervisor – kostüm – dekor – ışık tasarım – ses” ile katkıda bulunanların isimleri zikredilirken, bu “Müzikal’in” müziğini bestelemiş olan, 8 Oscar Ödülü sahibi Alan Merken’in adı yer almıyor!!

Tiyatrocular ne diyor?

Peki, AVM ve benzer büyük salonlardaki tiyatro uygulamalarına bizzat sahne emekçileri acaba neler diyor; seyircilerin içinde bulunduğu çıkmazı nasıl yorumluyorlar?

İlk yöneldiğim, bizzat böyle bir yapımın içinde bulunan tiyatro sanatçısının verdiği tek yanıt, şöyle oldu: “Ne diyeyim?” – Buna benim de diyecek bir şeyim kalmıyor – kendisinin de bu durumlara üzüldüğünü sezinliyor, ancak sanat yaşamını sürdürmek uğruna bu gelişmelere zorunlu olarak ayak uydurmak durumunda kaldığını sanıyorum…

Diğer bir tiyatro sanatçısı, “Tiyatrocular bildiğim, kapağı Zorlu’ya atmaya çalışıyor, seyirci geliyor diye…” değerlendirmesinde bulunuyor, ayrıca “Uniq uzak ama BKM orayı işletiyor ve oyunlar da ona göre popüler isimlerle yapılıyor…” yorumunu getirirken “Bunlar birer marka…” diyor özetle.

Yanı sıra, kendisi de bir tiyatro tutkunu olarak şöyle devam ediyor: “Haftada 1 oyuna gitsem ve 700 ortalama desem bu ayda 2800 demek. Her oyuna gidişe 500 eklesem yol + yemek vs. için, ayda 2 bin eder. Yani toplam yuvarlak hesap 5 bin TL. – Demek ki bu, bütçeleri zorlamayanlar için oldukça makul bir harcama… Peki 85 milyon nüfusu olan bir ülkede tiyatro seyircisi kaç kişi, ona bakmak lazım. Ya da 15 milyon nüfuslu İstanbul şehrinde kaç kişi tiyatro izleyicisi?  Sanat bir ihtiyaç mı? Kaç kişi için vazgeçilmez? 700 liraya evine peynir ve süt almak mı, bir kişi için tiyatro bileti almak mı? Kaçınılmaz olarak ‘önce yiyecek ekmek’ gerek. Buradan tiyatronun bir üst sınıfa ait olduğu sonucu doğar mı, bilemiyorum. – Bundan öte, tek tek küçük salonların haftada kaç oyun, kaç seyirci ile hayatlarını sürdürdüklerini incelemeye almalı. O yüzden tiyatro izleyicisini zor günler bekliyor diye düşünürken, yılda sergilenen oyun sayısı dudak uçuklatıyor! Kadıköy irili ufaklı sahnelerle dolu. O sahnelerin kirası da yüklü. Ya da yüzde ile çalışıyorlar…”

Yukarıdaki alıntıları sıralamış olan tiyatro emekçisi dostum, sözlerine “İnan, bunun sosyolojik bir çalışması yapıldı mı bilmiyorum…” şeklinde başlamışken, yönelmiş olduğum diğer tecrübeli bir sahne sanatçısı, eş değerde, ancak biraz daha sert açıklamalarıyla şu toplumsal çözümleme/değerlendirmede bulunuyor:

“Ülkede eğitim düzeyinin düşmesi, dogmatik düşüncelerin kalabalıklarca desteklenmesi, varlığın el değiştirmesi, kalite, estetik gibi kavramların az sayıda insanca önemsenmesine önayak oluyor. Açlık sınırındaki insanlara sanat sizin için ekmek, su kadar değerlidir demek ise şuursuz gibi oluyor, karnını doyurabilmeyi yemek sanan yoksul insanlara küfretmek gibi… Şöyle bir örnek vereyim: Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü’nde bir seyirci istatistiği yaptırmıştım. Netice: %54 oranında üniversite öğrencileriydi seyircilerimiz. Bugün yönettiğim özel tiyatronun İstanbul seyircisi, belli bir gelirin üstündeki 35-65 yaştan ve piyasa yapmak isteyen görgüsüzlerden oluşuyor. Repertuarı ikiye bölmek zorunda kaldım. Birkaç yıldır üslubumuzu zorlayan, elbette yine benim yönettiğim, yani belli sanatsal çizgiyi koruyan komedilerin yanında, özellikle yurtdışı için üst düzey sanatsal işleri de ayakta tutuyorum. Ancak seyirci sayıları siyahla beyaz gibi. Doğal. Seyirci kalitesi bu.”

Böylesine acı bir incelemenin ardından, daha da kötümser yorumlarda bulunuyor dostum… Şöyle ki: “Tiyatromuz haksız rekabet, haince ticaret ve kara para aklama gibi kimi para üstünden para kazanan, halkın çabuk zengin ve ünlü olma, yoğun sosyal medya kullanımının herkesin kendini artist sanması, piyasa yapmayı sanatın gerekliliğinden faydalanmaktan daha önemli sayanların kalabalıklığı gibi unsurları kullanan, halkı iyi tanıyan uyanık tüccarların ve bir çeşit mafyanın oyuncağı olmuş durumda. Sözünü ettiğiniz AVM tiyatrolarını sanırım böyle değerlendirebilirsiniz. Emin değilim, böyle görünüyor. – İstanbul Tiyatro Festivali ise başından beri bir festival değildi. Ticarete alet, halktan uzak bir oluşum. (…) Uzak kalmayı tercih ettim. – Magazin, ünlü peşindeki ödül çeteleri, eleştirmen adı altında etrafta dolaşan, internette bir köşe kapıp yazarlığa da soyunan görgüsüz, altyapısız pespayeler cabası… Kirlilik, magazin merakı da çevremizi sarmış durumda. Temiz kalmaya çalışıyoruz.”

Peki, çözüm..?

Evet, ne yazıktır ki,

– katıksız tiyatrodan, magazin tiyatrosuna geçildi – diziler ve medya tarafından pohpohlanan nice oyuncu, sahnelerde boy gösteriyor; kimi eleştirmenler, galalarda sanatçılar ile kol kola…

– bu bağlamda, tiyatroya gidenlerin profili değişiyor…

– gelir adaletsizliği yıldan yıla artıyor, tiyatro tutkunu bir dostumun yazdığı gibi, “Artık dar gelirli olarak hayatımızı sürdürüyoruz. Yani orta gelirli olan orta sınıfa mensuptuk, hâlâ öyleyiz ama dar gelirli olduk. Dar gelirliler ise yoksullaştı. Zengin yani üst sınıfa mensup olanlar, böylesine yüksek bilet fiyatlarına katlanabiliyor ama, biz değil…”

Bu durumda dar bütçelilerin tek seçeneği, ödenekli tiyatrolardır – ki bunlarda bilet bulmak da ayrı bir sıkıntıdır, ayrı bir yarış gerektiriyor bildiğim kadarıyla… Devlet ve Belediye Tiyatroları’nın bilet olanaklarını sıkı sıkı takip etmek, keza internetten satışa çıktıkları an için “uyanık” olmak gerekiyor…

Kanımca bu girdaptan kurtulmak için öncelikli çare gerek Kültür Bakanlığı’nın gerek yürekli belediyelerin dağarlarına donanımlı bir-iki salon daha katmaları ve özel tiyatrolara uygun fiyatlardan dönüşümlü olarak kiralamalarıdır. Bu uygulama belki de her gün bir matine ile bir suare, belki bazı günlerde iki matine ve bir suare olarak düzenlenebilirse, bu salonlar optimal biçimde değerlendirilmiş olur… Bu bağlamda, geçici olarak Atatürk Kültür Merkezi’nin Opera ve Tiyatro Salonları ile İstanbul Kongre Merkezi’nin geniş seyirci kapasiteli oditoryumlarından da yaralanmak mümkün olabilir mi acaba?

İKSV’nin yıllık Tiyatro Festivali’ne gelince, Eczacıbaşı Holding’in her yıl sağladığı, ancak kısıtlı sayıda kalan “Genç Bilet” uygulamasına diğer festival sponsorlarının belirli miktarlarda katılması da arzu edilecek bir çözümdür…

Görüldüğü gibi – tiyatroyu geniş topluma “indirmek” konusunda dert çok, çare az!

ROBERT SCHILD

 

(*) Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer (editörün notu)

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku