Bezirgân: Bir zamanlar… Bu zamanlar…

Ayçe Özyiğit

Ayçe Özyiğit

“İkna olmak… Güvenmek… İnanmak… Ve sonra “Kandırılmak”. Maalesef hayatın bize sunduğu bu döngü hiç şaşmıyor. İnanmak istiyoruz, korkuyoruz. İnanıyoruz, kandırılıyoruz. İnanacağız, kandırılacağız… Bu yüzyıllar önce de böyleydi. Yıllar sonra da –günümüzde de hala böyle… Böyle gelmiş böyle gidecek… -mi?

Molière’in 1664 yılında sahnelenen “Le Tartuffe, oul’Imposteur” adlı 5 perdelik tiyatro oyunu uyarlaması olan ve 4. sezonuna girmiş olan “Bezirgân” içinde bulunduğumuz zaman dilimiyle hala ve hala aynı cümleleri konuşabiliyor. Nedir Bezirgan” oyununu bu denli değişmez kılan peki?


“Bir şarlatana kandırma gücünü sizin üzerinizde kullanmak üzere bir kere verdiğinizde bir daha onu neredeyse hiç geri alamazsınız.”, der Carl Sagan. Bezirgân’ın da, Moliere’in de anlatmaya çalıştığı bu aslında. O çok eski çağlardan günümüze kadar herkes herkesin üzerinde egemen olma arzusunu taşıyor ve maalesef ki bu yolun büyük bir kısmı da insanları kandırmaktan geçiyor.

Oyunu izlediğiniz zaman göreceksiniz. 1664 senesinde kaleme alınmış her şey günümüzde de geçerliliğini korumakta. Evet, başka bir ülke; evet, farklı bir sene… Yine de değişmeyen o şey orada: “İnsanlar”. Dolayısıyla geleceği öngörme açısından oldukça başarılı bir konu/oyun diyebiliriz.

Oyunun sahnelendikçe değişikliğe uğradığını, ama alan omurgasını asla yitirmediklerini dile getiren Cem Davran: “Oyunu Mask Tiyatrosu, Geleneksel İtalyan Tiyatrosu, Balkan Tiyatrosu, Geleneksel Türk Tiyatrosu ve komedi disiplinleri ile harmanladık. Oyunda iki tane ana karakter var. Orijinalinde Orgon ve Tartuffe. İki ayrı karakter oynar rolleri. Bizde de Zikret ve Bezirgân. Tiyatro tarihinde ilk kez iki rol de tek kişi tarafından oynanıyor. Ben oynuyorum. Birisi ben, diğeri de sağ kolumdaki kukla. İşin içinde Kukla Tiyatrosu da var. Böyle tatlı bir sentez buldum. İzleyenler bugün ülkemizde yaşananlara çok dokunduğunu görüp  bugüne dair bir oyun ürettiğimizi düşünüyorlar. Biz de diyoruz ki: “Bu oyun 1664’te yazıldı. Herkes şaşırıyor.”diyor. “Siz ilk oynadığınızda yıl  2013’tü. Şu an 2017 yılındayız. Hala da değişen bir şey olmamış demek ki.” , diyorum Cem Beye. “2013’te de uyuyordu. 1664’te de.” diyor o da. “Bu taptaze bir konu… Her an her yerde yaşanabilir ama son dönem yaşananların neredeyse birebiri ve herkes ‘bak olanları anlatıyor’ diyor. Hâlbuki biz bu oyunu oynadığımız zaman Türkiye’de şu son olanlar olmamıştı. Dolayısıyla evrensel. O yüzden de klasik. Ve oynadıkça da biz onu geliştiriyoruz.”

Oyun konu itibariyle oldukça bilindik. Bir konak. Ev halkı üvey anne ve iki çocuk, babaanne ve olmazsa olmaz her işe burnunu sokan hizmetçiyle, evin reisi Zikret ve onu kendisine esir almış Bezirgân’dan oluşuyor. Bezirgân’ın dalavereliklerini ortaya dökmek görevi ise evin diğer üyelerine bahşedilmiş vaziyette. Evet, siz bu konuyu biliyorsunuz. Biraz kafanızı kaldırırsanız çevremizde de aynı oyunun oynadığını görebileceksiniz.

Gelelim oyuncularımıza. Oyuncular için ne söyleyebilirim ki? Cem Davran’ı ilk kez sahnede izlediğimde 15 yaşındaydım ve o zaman kendisine hayran olmuştum. Kendisi seneler sonra o dönemlerde çok iyi olan oyunculuğunu üst safhalara taşımış. Hem Zikret’e hem de kolundaki kuklaya ayrı rol kesmek herkesin harcı olmasa gerek. Erkan Can’ın çok fazla rolü olmamasına rağmen sahneye girdiği anda atmosferin değiştiğini söyleyebilirim. Büyük isimleri seyrederken önünüzü ilikleme duygusunu hissedersiniz ya Erkan Can sahneye girdiği anda iste tam bu şekilde hissediyorsunuz.

Ve Bahtiyar Engin… Gerçekten de tüm oyuncular çok çok iyilerdi, ama ben Bahtiyar Engin’e ayrı bir parantez açmak istiyorum. Delile rolünde kendisini çok sevdim. Oyun boyunca yüzündeki maske çıkmadı ve gördüm ki “yetenekli” kelimesinin kıstası ifadelerin ve mimiklerin yerinde olması değilmiş. Kadrodaki diğer isimlerden olan Faruk Akgören, Selin Yeninci, Aytek Önal, Simge Defne Çelik, Selim Can Yalçın, Salih Kırlı ve Ali İl de en az diğer oyuncular kadar başarılı olan diğer isimlerden.


Son olarak da büyük usta Erkan Can’ın oyun hakkında dile döktüklerine değinmek istiyorum. Erkan Bey şunları söylüyor bize: “Biz bu oyunu 4 senedir oynuyoruz. Bu oyun 300 yıldır oynanıyor ve 300 yıl önce Molliere’in söyledikleri aynen bugün de geçerli. Biz olanlara Molliere üzerinden, bu oyun üzerinden bir ayna tutmak istiyoruz ve tutuyoruz da. Sözümüzü sahneden söylemek birinci görevimiz. Sanatın amacı da bu olmalı. Oyunlarımızla insanlara bir şeyi göstermeliyiz. Ne diyor usta: “Anlayan bir seyirci bile bana yeter.” Biz iğne ile kuyu kazıyoruz. Seyircimizi çay kaşığı ile topluyoruz bizim saflarımıza; sanatı sevenlerin saflarına birer birer katıyoruz diye düşünüyoruz. Tepkiler de çok iyi. Bizde oyun büyük bir olay olmazsa kalkmaz. “Alevli Günler” artık sekizinci sezon. Yeni oyunlar gelecek, bu sene onlarda dönecek. Hepsi birlikte oynanacaklar.

Oyunu izlerken farkına vardığımız bir gerçek daha var. Hepimiz aslında maskelerle yaşamaktayız. Maskelerin altında saklanıyoruz. Maskelerimizin altında. Sadece gerçek hislerimiz bizi kendimiz yapıyor. Kendimiz olmak, maskeleri bir kenara atmak için gerçeklere o kapıyı aralamamız gerekiyor. Ancak o zaman biz “biz” olabiliyoruz. Maskeler atılır mı bilinmez. Şu da bir gerçek ki insanoğlu yaşadığı müddetçe bu sahtekârlık sürüp gidecek.

İstanbul Halk Tiyatrosu’na Dair
İstanbul Halk Tiyatrosu’nun kuruluş aşaması ilk olarak kulağa biraz ilginç geliyor. Şehir Tiyatroları’nda görev alan Bahtiyar Engin, Yıldıray Şahinler, Dolunay Soysert, Levent Üzümcü ve Kemal Kocatürk boş geçen Pazartesi ve Salı günlerini doldurma amaçlı İstanbul Halk Tiyatrosu’nu kurarlar. Çünkü Şehir Tiyatrosu’nun içindeyken istedikleri zaman her istediklerini yapamayacağı anlar yaşamaya başlamışlardır. Böylece İstanbul Halk Tiyatrosu doğar. Önceleri Pazartesi ve Salı Tiyatrosu olarak yola çıkan ekip zamanla hayatlarında biriktirdikleri bir dolu insan ve bir o kadar da malzeme olduğunu görür. Ve Bahtiyar Engin’in deyimiyle kucaklarında ateş topu bulurlar. Bu sene 10. yılını dolduran tiyatro Türkiye’nin önemli tiyatroları arasında da kendisine yer edinir.  Daha çok bizim toprakların temeli.

Biz zaten Kurum Tiyatroları’nda bütün klasikleri, bütün çevirileri oynadık” diyor Bahtiyar Bey. “Dışarıda tiyatro yapacaksak o halde bu toprakların temaşa kültürüne ait bir şeylerden esinlenelim istedik. Haldun Taner’in bıraktığı yerden devam edebilir miyiz, araştırabilir miyiz diyerek onların peşine düştük. Yıldıray Şahinler bu konuda kendini çok iyi geliştirmiş bir yönetmen bana göre. Onun da biraz yol göstericiliğiyle gelenekselliği, orta oyunu, Karagöz’ü topraklarımızın temaşa kültürüyle biraz harmanladık. Bize gelen geri dönüşlerden gördüğümüz kadarıyla başarılı olduğumuza da inanıyorum.”

Bugüne kadar “Can Tarlası, Sürmanşet, Gagarin Sokağı, Alevli Günler, Hırçın Kız ve Bezirgân” olmak üzere 6 oyun çıkaran İstanbul Halk Tiyatrosu’nun şu an için sabit kadrosu ya da yine Bahtiyar Engin’in deyimiyle kalan mihenk taşları; Yıldıray Şahinler, Erkan Can, Cem Davran ve Bahtiyar Engin. Yine de bazen şunu diyebiliyorlar: “Bu rol için aramızdan kimse uygun değil. Dışarıdan başka bir arkadaşımız uygun, onu çağıralım.” Bu dört adamın çizgisine, fikirlerine açık olmak kaydıyla İstanbul Halk Tiyatrosu’nun kapıları da herkese açık…

“Biz sözümüzü ancak o tahtanın üstünden söyleyebiliyoruz”, diyor Bahtiyar Bey. 4 yılda bir sandığa gitmek dışında hiçbir şey yaptığımız yok, ama tiyatro sanatçıları olarak bizler topluma ayna olacaksak sözümüzü onun üzerinden mutlaka söyleyebilmeliyiz.”

Bezirgan Mayıs Ayı Programı
3 Mayıs / Sahne Ankara
6 Mayıs / Trump AVM
20 Mayıs / Moi Sahne
24 Mayıs/ Ataşehir Bld. Mustafa Saffet K.M.

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku