Başak Daşman: “İnsanların En Büyük Korkuları Kaybetmek ve Kaybolmak”

Burak Süme
4,6K Okunma

Bence bir tiyatro oyuncusu, yarattığı karakterin travmasını izleyicisine hissettirmeli. Perdeler kapandıktan, ışıklar söndürüldükten sonra izleyici kendisine “Ben olsam ne yapardım?” diye sormalı. Bir röportajında Nedret Güvenç, “Ben sahnede ölmek değil, yaşamak, rolümü yaşatmak isterim.” demişti. Ne kadar da haklıymış. Geçtiğimiz günlerde Nova Oyun Yapım’ın tiyatro dünyasına bir armağanı olan “Kelepçe Kullanma Kılavuzu” adlı şaheserde, Başak Daşman’ın yaşar kıldığı rol beni son derece etkiledi. Kendisine dayatılan hayatlara, eril dünya söylemlerine karşı çıkmış, uğradığı istismar nedeniyle yıllar yılı susmuş bir kadının hezeyanlarını, çözülmelerini çarpıcı bir gerçeklikle izleyiciye aktarıyordu. Oyunla ilgili, “Suçu işleyenden çok işlenirken sessiz kalma ve görmezden gelme durumunun daha trajik olduğunu düşünüyorum.” diyen Daşman, Nedret Hanım’ın da işaret ettiği üzere, duygu geçişleriyle sahnede yükselen bir aktrist. 

  • Röportajımıza ilk önce seyirciden tam not alan yeni oyununuz “Kelepçe Kullanma Kılavuzu” ile başlamak istiyorum. Henüz daha izleme şansı bulamayan okuyucularımız için içerikle ilgili bilgi verebilir misiniz?

– Sürprizi bozmadan kısaca anlatayım. Oyun bir sorgu odasında geçiyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bu sorguda oldukça zeki ve entelektüel bir kadın, pek de zeki olmayan inatçı bir polisin karşısında kendinden emin bir şekilde göz altı süresinin bitmesini beklerken polis sadece teşkilattan ve çalışma hayatından kurtulmanın derdinde. Kadının kocası kayıp ve polis onun öldürdüğünden şüpheleniyor. Cinayet itirafı almak için onu sorguluyor. Tabii olaylar çokta beklendiği gibi ilerlemediğinden seyirciyi ilginç sürprizler bekliyor. 

Kelepçe Kullanma Klavuzu oyunundan…

  • Teklif size nasıl gelmişti? Role dahil olma sürecinizden bahsedebilir misiniz?

– Yapımcımız Mutlu (İgdi) Bey, bir gün bana telefon açıp, yeni bir oyun hazırlığı içerisinde olduklarını ve kadın rolü için beni düşündüklerini söyledi. Bu aşamaya kadar Hüseyin (Avni Danyal) abi ve oyunun rejisörü Serkan Üstünel ile anlaşmışlardı. Ben de bu isimleri duyunca heyecanlandım ve “Metni bir okuyayım, sonra tekrar görüşelim.” dedim. Rol hoşuma gidince hemen kadroya dahil oldum. Hüseyin abi ve yönetmenle de iyi anlaşınca oyun kısa süre içerisinde çıktı. 

  • Oyununuzun ismi Kelepçe Kullanma Kılavuzu. “Kelepçe” dendiği zaman bazılarının aklına cinsel bir fantezi aracı gelebiliyor. Kelepçe bu oyunun neresinde, neyi simgeliyor?

– Biz bunu bir fantezi öğesi olarak değil, bir polis kelepçesi olarak kullandık. Adaletin nasıl zaman zaman oynak olabildiğini anlatıyor. Oyunda da o kelepçe durduğu yerde durmuyor. Bununla beraber birazda kitlenmiş olduğumuz rollerin değişkenliğini de simgeliyor. Oyunun kendi içerisindeki şaşırtmasına da hizmet ediyor. O nedenle birçok şeyi simgeliyor aslında. 

  • Sorguda zaman mevhumunu yitirdiği o anlarda komiser “Nasıl kaçtın hücreden?” diye soruyor. Siz de “Ben yirmi yıllık evlilikten kaçtım, hücre ne ki?” diyerek cinsiyetçi bir toplumda zorbalığın iktidarına karşı bir şüphe uyandırıyorsunuz Karakteri yorumlama sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Fotoğraf: Cemre Tunç

– Canlandırdığım karakter pratik zekâsı ve entelektüel kişiliğiyle beni cezbetti. Biliyorsun, bizim işimizle ilgili birçok disiplinde akıllı kadın figürleri sıklıkla çıkmaz karşımıza. Açık konuşmak gerekirse, metni okurken “Bu kadın biraz da bana benziyor.” dedim. Benim de esprili, ironik bir yanım vardır. Koç burcuyum. Rolü hazırlarken olayın eğlencesinden uzak kalmamam gerektiğini düşündüm. Metnin kendisine daha iyi hizmet edebilmesi için onun mizahını çıkartmam gerekiyordu. İşin illüzyon kısmı ve biraz da karakteri alışkanlıklarıyla keşfetme süreci dışında çok zorlanmadım. Serkan’la ortak kanıda anlaştık ve ben biraz mizahın içerisinde gezinerek rolümü çıkarttım. 

  • Irmak Bahçeci’nin kaleme aldığı, 60 dakikaya tekabül eden oyun ciddi anlamda ezber gerektiriyordu. Ezber yapma ve çalışma sürecinizden bahsedebilir misiniz?

– Benim ezber yapma potansiyelim çok yüksek: bu özelliğim zaman zaman okulda arkadaşlarımı sinir ederdi. Onlar bir parçayı bir hafta boyunca ellerinde dolaştırırken ben bir iki kere okur, ezberlerdim. Görüyorum ve söylüyorum, o kadar hızlı ezberim. 

  • Oyunda hakikatin trajedisine karşı güçlü bir intikam duygusu mevcut. Sizin için intikam neyi ifade ediyor? 

– Ben intikam duygusunu, izlediğim filmlerde, okuduğum edebi eserlerde yaşamayı seviyorum, gerçek hayatta kavradığım bir şey değil. Bunu da aslında “intikam çok negatif, kötü bir duygu, ben bundan uzak duruyorum” anlamında söylemiyorum. Çünkü her duygu insana ait, intikam da insanın karanlık tarafı sonuçta. Bununla beraber uzun bir süreci kapsıyor, ince ince planlanmalı ki, zafere ulaşsın. Bende herhangi bir duygu öyle bir sürece yayılacak kadar uzun sürmüyor, unutuyorum. Kızsam da öfkelensem de duygularım intikam eşiğine varmadan sönüp, gidiyor. O yüzden öyle bir intikam almışlığım, böyle bir şeye mesai harcamışlığım da yok ama izlemesi, okuması keyifli tabii ki. Eserlerde  “Adalet yerini buldu.” Dedirten anları  görmek keyif veriyor bana.

  • Oyununuzun tanıtım broşüründe “Sihirli bir dolapta nasıl adam kaybedilir? Ya gençlik nasıl kaybedilir? Ne zaman kaybederiz ahlakımızı? Ne zaman benliğimizi yitiririz?” sorularına yanıt aranırken, izleyiciye “Nasıl kaybedilir sorusunu gelin birlikte soralım!” çağrısında bulunuluyor. Kaybolma korkusu ve kaybetme kaygısı için neler söylemek istersiniz?

– Derin bir soru oldu aslında… Bizim en temel ihtiyaçlarımız aidiyet duymak ve sahip olmak. Bütün insanların en büyük korkuları arasında kaybetmek ve kaybolmak var. Sahip olduklarını kaybetmek ya da birileri için kaybolan tarafta olup, kendisini değersiz hissetmek… Ben korkunun insanı yanlış yerlere sürükleyeceğini düşünüyorum. Doğru anda doğru noktada hayata tutunabilmek için de korkularımızı dengelemeli ve onları iyice özümsemliyiz. Körü körüne bağlanmamalıyız bazı şeylere. İnsanların hayattayken eserler bırakması da uzun zaman tartışılmıştır, ölümsüz olma isteği yüzünden. Çünkü kendisi ölüp gitse bile, “her zaman buradayım, kaybolmadım” düşüncesiyle iz bırakmak istiyor. 

  • Araştırmacı yazar Pınar Çekirge, Sen nereden çıktın Kadın? Nereden çıktın? Kimsin sen? başlıklı eleştiri yazısında oyununuzdan övgüyle bahsederek, “Hiçbir şey görüldüğü, anlatıldığı gibi değildi aslında. O sihirli dolapta kaybedilen eş miydi sahiden, güzel duygular, ahlaki değerler yoksa sevinçler mi? Av avcıya, yara bıçağa, yem ökseye, sorguya alınan, sorgulayana dönüşmesin bir kez, polis sanık, sanık polis olmasın, defterler açılmasın. Suç ortağı olmaktansa, kurban olmak özseçime dönüşmesin.” yorumunda bulunuyor. Oyunda vermek istediğiniz mesaj tam olarak neydi?

Fotoğraf: Cemre Tunç

– Oyunda sarfettiğim bir cümle var ve benim için oyun tam da bu cümleden ibaret. Komiser bana, “Ben hiçbir şey yapmadım sana.” diyor. Ben de “Evet! Sen hiçbir şey yapmadın.” cevabını veriyorum. Bence gelen seyirciye karşı oyunun anlatmak istediği ve vermek istediği mesaj bu. Çünkü suçun kendisinden çok, suç işlenirken sessiz kalmanın daha trajik, daha travmatik olduğunu ve ahlaki olarak da daha anlaşılmaz olduğunu düşünüyorum. Felsefede “Niyet hep iyidir.” denir. Mesela sen gidip bir soygun gerçekleştirirsin, niyetin kendin için iyidir. Neden mi? İşte paraya ihtiyacın vardır, çocuğuna bakmak zorundasındır. O yüzden suçlu bir kişi bir yerden aklayabilir kendisini ama suça tanık olduğunda ve karşı çıkmak adına bir şey yapmadığında, bununla nasıl yaşarsın ya da nasıl unutabilirsin ben bilmiyorum, anlamıyorum. Benim için dehşet verici bir durum bu. Oyun bittikten sonra seyirciye bir iç hesaplaşma yaşatabiliyorsak ne mutlu bize.

  • Ödüllerle ilgili neler düşünüyorsunuz?

– Ödüller bir oyuncu için sadece motivasyon kaynağıdır, diye düşüyorum. Tabii bakıldığında ve değerlendirmeye alındığında senin son oyunun ve o oyun içerisindeki performansın dikkate alınıyor. Mesela çok iyi bir performans sergilemişsindir, hatta o zamana kadar ki en iyi performansın olduğu söyleniyordur ama yarışacak beş tane eser içerisine girememişsindir. Bu senin başarısız olduğunun ya da birileri tarafından değerlendirilmediğin anlamına gelmez. Belki sen İstanbul’da değil, atıyorum Bursa’da performans sergiliyorsundur. Olayı böyle değerlendirecek olursak, ödül almak hani ne kadar kati kuraldır ya da genel geçer bir şeydir dersen, buna katılmam ama bir oyuncu için güzel bir motivasyon noktasıdır, diyebilirim. 

  • Günümüz tiyatro seyircisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Tiyatro dünyasında bir gelenek vardır, hiç değişmez.  Bu soru sorulduğu zaman “Eski seyirciler hep daha iyiydi.” şeklinde bir yanıt verilir. Bunu demek kolay, söylersin ve işin içinden çıkarsın ama ben aynı fikirde değilim. Eski yazıları, günlükleri okurken de tiyatro dünyasında aynı sorunları, aynı şikayetleri görüyoruz. Atıyorum bu yüz yıl önce de aynıydı. Ben yirmi yıldır tiyatro yapıyorum. Bence seyirci her zaman, iyi olan bir şeye iyi diyor, kötü olan bir şeye de gerektiği tepkiyi gösteriyor. O yüzden ben seviyorum seyircimizi.

Fotoğraf: Cemre Tunç

  • Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz.

– Ben de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne çok teşekkür ederim.

BURAK SÜME

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku