Bahar Çuhadar’ın Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:
Tiyatroya ilgi dört koldan artmış durumda. Sezona 300’den fazla yeni oyunla giriyoruz bu sene. TÜİK verilerine göre 2018’de seyirci sayısı 2017’ye oranla yüzde 11.9 yükseldi. Bu yıl da benzer bir tablo şaşırtıcı olmaz. Peki ne oldu da oyun izlemek bu kadar popüler hale geldi? Bu niceliksel artış, nitelik olarak neye tekabül ediyor, tiyatro için yeni bir yolun başında mıyız? Uzmanlara sorduk…
Küçücük salonlarda, adı üstünde ‘kutu’ gibi ‘black box’ sahnelerde 2000’lerin ortalarından itibaren yeni bir uyanış yaşayan tiyatro, bugün gümgür gümbür bir akışta… Bu akşam bir oyuna gitmeye karar verseniz önünüzde belirecek seçeneklerin bolluğu bir yana, izleyeceğiniz isimler arasında 10 sene öncesine dek sahneye vakit ayıramamaktan yakınan onlarca ekran yüzü de var. Tıpkı bundan 10-15 sene önce tiyatro seferlerime eşlik etme tekliflerime, “Hımm, oyun mu, bilmem ki şimdi” yanıtlarını veren eşimin dostumun son yıllarda sıkça, “Hangi oyuna gitsek” sorusuyla gelmesi gibi keskin bir değişim, bahsettiğimiz…
Özel-bağımsız tiyatroların ‘sözlerini söyleme’ açısından pek çok mecraya kıyasla hâlâ özgür olabilmeleri… Dizi sektörünün, reyting sisteminin de etkisiyle tökezlemesi… Dijital platformların bile denetlenme aşamasına gelmesi… Beyoğlu’ndaki ilk ‘alternatif’ mekânların semtin dönüşüme ‘kurban gitmesiyle’ tiyatro üretiminin bir kısmının Kadıköy’e taşınması… Çeviri oyunların yanı sıra yerli metin üretimindeki artış… Oyuncuların da dizilerin birbirini tekrar eden senaryolarından -belli ki- sıkılmaları… Ayağı tiyatroya zaten alışmış olan seyircinin büyük prodüksiyonları ya da küçük mekânlardaki yaratıcı işleri, yetenekli isimleri görme hevesi… Büyük salonlar ve yatırımcıların sahaya geniş teknik imkânlara sahip büyük tiyatro mekânlarıyla girmesi… Çoğalan bağımsız tiyatro yapımcıları… Derken sezona 300’den fazla yeni oyunla giriyoruz bu sene.
Zaman içinde dönüşerek, her seferinde yeni bir şeyler deneyerek yeni bir tiyatro dili ve dünyasının inşa edilme çabasına tanıklık ettik. Şimdilerdeyse tiyatronun her zamankinden daha popüler olduğu günleri yaşıyoruz. Peki bu niceliksel artış, nitelik olarak neye tekabül ediyor, tiyatro için yeni bir yolun başında mıyız? Sezonu açarken, oyuncu, yapımcı, yazar, yönetmen ve mekân sorumlularına, “Tiyatro altın çağını mı yaşıyor” diye sorduk…
Şebnem Bozoklu (Oyuncu)
‘Popülerleşen’ tiyatro sağlam temele oturmalı”
Berkay Ateş (D22’nin kurucularından, oyuncu ve yazar)
Onur Saylak (Oyuncu)
“Hem yapımcılar hem oyuncular çıkışı tiyatroda buldu”
Sami Berat Marçalı (ikinci kat ve B Planı’nın kurucularından, yazar ve yönetmen)
Tuba Ünsal (Oyuncu, yapımcı)
Üç sene önce ‘Kürk Mantolu Madonna’yı sahnelemek üzere kollarımı sıvadığımda bir analiz yaptım… Pastada, 18-25 yaş arası seyirci kitlesinde eksik vardı. Alabildiğimiz kadar faydayı alabilmek için işin çapını biraz değiştirdik. Sezen Aksu, Ahmet Güneştekin, Murat Türkili gibi isimlerle konuştuk. İnsanlar tecrübe satın almak istiyor, tıpkı dijital platformlarla evde sinema tecrübesi yaşadıkları gibi… Tiyatroda da canlı bir tecrübe satın alıyorlar. TV’deki reyting sisteminin değişmesiyle kaliteli diziler rağbet görmemeye başladı. Sürelerinin uzunluğu bıkkınlık yarattı. Oyuncular da yaptığı işin keyfini sahneden sağlamaya başladı. Bana gelip “Dizi yapmayacağım, hadi oyun yapalım” diyen o kadar çok arkadaşım var ki… Yapımcılar olarak sektördeki eski dinamiklerin yerine yenisini inşa edebilirsek bu durum gelişir. Markalar sponsorluklar verebilirse, oyuncu tiyatrodan para kazanabilirse büyük prodüksiyonlar artabilir. ‘Kürk Mantolu Madonna’ bugüne dek ilk büyük sponsorluk desteği alan prodüksiyondu. Markalar da yatırım yaptığında karşılığını alabildiğini gördü ve arkasından başka projelere destek geldi. Türk dizilerinin nasıl 80 küsur ülkede alıcısı varsa, Türk gösteri dünyasının da benzer şekilde alıcısı olabilir diye düşünüyorum.
“Bu ilginin temelini yıllar önce bağımsız tiyatrolar attı”
Nisan Ceren Göçen (Yapımcı)
Artışın temellerinin yıllar önce bağımsız tiyatrolar tarafından atıldığını düşünüyorum. Tiyatroya bu denli ilgi duyulmayan dönemlerde dahi imkânsızlıklar içinde yılmadan çalıştı ve iş ürettiler. Halen yeterli olmasa da yeni salonların açılmış olmasının payı da azımsanamaz. Diğer taraftan tiyatrodaki bu zenginlik ve hâlâ sansürsüz, bağımsız ve özgür kalabilmiş olması da seyircilerin tiyatroya daha fazla yönelmesine sebep oldu.
“Özel tiyatrolar ‘sansür’ün kapıdan geçemediği tek kurum”
Mert Fırat (Oyuncu, DasDas’ın kurucularından)
Bu rağbeti ‘tiyatroya dönüş’ olarak adlandıracağımız gibi nefes alınan bir alana ihtiyaç olarak da yorumlayabiliriz. Tiyatrodan önce malum oyuncular, dijital platformlar için aynı heyecanı yaşamışlardı. Çünkü daha özgür olabileceğimiz, sınırları zorlayabileceğimiz bir mecra. Ancak yakın zamandaki gelişmelerden ötürü şu an bu hissin yakalayabileceği tek alan tiyatro oldu. ‘Sansür’ kelimesinin belki de kapısından geçmediği tek kurum tiyatro. Tabii bunu özel tiyatrolar için söyleyebiliriz. Seyirciler de kendilerinden uzak ama bir o kadar da kendilerini bulabildikleri dünyaları deneyimlemeyi seviyor. Şener Şen gibi usta bir ismin bile yıllar sonra tiyatroya döndüğü bir zaman dilimi bu. Tiyatro yapan pek çok arkadaşım tek bir oyun değil, birden fazla oyunda yer alıyor. Ben de öyle… Bunun hazzı yaşandığında o hazzı katlamak istiyorsunuz.
HİPOKRAT: Erdi Işık imzalı bu metin son derece net ve acımasız! Sadece oyuna konu olan iki ‘parlak cerrahın’ değil, her birimizin başına gelebilecek bir vicdan muhasebesi hikâyesi… Canan Ergüder’i epey bir süre sonra sahnede izleyecek olmamız da cabası…