Ayşenil Şamlıoğlu: Kadınlar Kendi Güçlerini Ellerine Almak Durumunda, Acilen…

Özlem Ünaldı

“Hepimiz birbirimize bağlıyız, birbirimizin bir parçası-uzantısıyız… Hepimiz tek ve bir bütünüz. İnsanıyla ağacıyla, çimeniyle, deniziyle, ağacıyla, her şeyiyle…”

Ayşenil Şamlıoğlu

Sizin de büyük katkınız ve emeğinizle, İstanbul Şehir Tiyatrolarında açılan atölye birimi sayesinde; dünyada “sahnede beden kullanımı” alanında belirleyici teknikler geliştiren çok sayıda hocayla çalıştım. Fırsat bulmuşken teşekkür etmek isterim. Hem oyuncu hem de Türk tiyatrosu için çok faydalı çalışmalardı. Bu tür adımları sürdürecek misiniz?
Ben teşekkür ederim canım. Böyle projelerin gerçekleşebilmesi için bir kurum tiyatrosunun olanaklarına sahip olmak gerekiyor. Şehir Tiyatrolarının güçlü geçmişi, Emre Koyuncuoğlu’nun programlama ve iletişim becerileri sayesinde yapılabildi katıldığınız bütün o çalışmalar. Kurumsal bir alan ve iyi bir ekiple mümkün bu tür işler… Çok isterim, tabii ki devamının gelmesini…

Ben de! Bir kadın oyuncu olarak beni çok rahatsız eden bir şey var: Ekrandaki projelerde belirli bir “güzellik” algısı üzerinden kast yapılıyor. Gelişmiş ülkelerin yapımlarının aksine, son derece seksist bir yaklaşımla; zayıf, birbirine benzeyen, doğal ve karakteristik özellikleri estetik operasyonlarla silinmiş yüzler görüyoruz. Sanki sözü geçen bir erkek topluluğunun beğeni ölçütüne göre seçilmiş gibi… Bu algı kısmen sahnelerdeki projelere de yansırken, Kozalar’da sadece projenin özüyle değil, yaptığınız kastla da, dayatılan algıyı kırdığınızı görüyorum, memnuniyetle. Oyuncunun beden kullanımı, estetiği, karakter için doğruluğu hakkında bu algı yönetiminden nasıl kurtulacağız?
Oyundaki kimlikleri sadece Türk toplumunda değil, dünyanın çeşitli toplumlarında görülen, tipleme boyuta yürümüş, göstermeci bir hal almış birer insan olarak ortaya koyan bir metin var karşımızda. Yani beni özgürleştiren ilk şey metindi. Çok şaşırtıcı bir metin bu. Bu noktada oyuncu seçimi ile ilgili öneriyle gelen Demet Evgar’dı. Bu üç kadının kimliklerine baktığımızda rollerin sahipleri kendiliğinde beliriyor bir yandan da… Kolay bir oyuncu seçimiydi diyebilirim. Tüm ekibi Demet’le paslaşarak kurduk. Dünyanın her tarafında yaşayan kadın kimliklerini sergilemekten yanaysanız, onları sakınımsız sergilemekle yükümlüsünüz. Onlara genel geçer estetik yargılar üzerinden bakmak, onları var etme şansı ortadan kalkıverir. Oyundaki üç oyuncu da rolüne doğru koşmakta olan kıvrak birer oyuncu zaten; her yönetmenin hayalini kurduğu bir durum bu. Böylelikle birlikte çalışmak her anlamda doyurucu bir hal alıyor. Kadının sürekli olarak bir görsel meta olarak algılanması, onun bir süs bebeği gibi algılanmasının faturası bu. 2017’de bundan kurtulmuş olmalıydık ama ne ülkemizde ne de dünyada bundan bir kurtuluş yok ne yazık ki. Hatta dayatılan estetik formların sağlıksızlığı üzerinden yola çıkarak atılan adımlara rağmen, can pahasına sürüyor bu dayatma. Özellikle sahnede ve sinemada bu kalıpların kabul görmesini katiyen anlayamıyor ve kabullenmiyorum. Lütfen iş oralara kadar gelmesin…

Lütfen! Oyun sanki dün gece, tam da içinde bulunduğumuz durum için yazılmış gibi. Tekrar ortaya çıkması ne harika! “Tam zamanı” gibi geliyor insana… Nasıl karar verdiniz bu projeye?
Bu projeyi yapma teklifi Demet’ten geldi. Kozalar benim daha önce Devlet Tiyatrolarında çalıştığım bir metindi. Bir projeyi ikinci kez yapmamıştım hiç; bu benim için bir ilk. Metnin hala aynı cümleyi aynı şiddetle kurması büyük nedenlerimden biri… Eh, metin kapıyı bu şekilde açtığında 1970’den beri değişmeksizin korunan sorunların içinde buluyor insan kendini. İlk seferinde konsept gereği metinden çıkarmam gereken yerlere sahip çıkma isteğim de bir diğeri. -Ki Adalet hanımla oyun sonrası sohbetimiz meslek hayatımın en mutluluk verici anlarındandır. Kendisine, oyundan çıkarmam gereken yerlerle ilgili yaptığım açıklamanın ardından Devlet Tiyatrosunda bir yönetmenden duyduğu iyi şeylerin şaşkınlığı ve mutluluğu içindeydi. Benim için hali hazırda özel bir metindi bu yani. Demet “Kozalar’ı yapalım mı?” dediğinde biraz durup “Hiç röpriz yapmam ama bunu yapacağım çünkü verdiğim bir söz var.” dedim. En vahim olan şey ise, Prömiyerimizde, Avinion’da festivaldeki eleştirilerde karşımıza çıkan “bu kadınla böyle kadınlar ama bizi anlatmıyor.” yorumuydu. Kendilerini ne kadar çok ve derinden anlattığını görmekten rahatsız oldular… Tüm dünya güvensizlik içinde ve bunu inkar ediyor. Kimse yaşanan korkunç savaşların uzağında değil, kalamaz.

Şiddet kapımızın önünde, evimizin içinde…  Kastın da etkisiyle televizyon seyircisini de tiyatro salonuna çektiniz. Bir oyuncu olarak görüşüm şu: Ün meselesi, seyirciyi televizyon karşısından kaldırıp salona getiriyor, bu muhteşem bir şey bence. Bu seyirciye Adalet Ağaoğlu izlettiniz, müthiş. Seyirciden nasıl geri dönüşler geliyor?
Türkiye’deki seyirci için karşılığı çok net. “Aman Allahım 1970’ten beri hiçbir şey değişmemiş!” hissi var burada. “Güldük ama” ile başlayan cümleler duyuyoruz… “Güldüm, gülerken acı duydum, güldüm, gülemez oldum.”  Oyun da bu noktada hedefine ulaşıyor… Oyuncular da bütün o grotesk yapının içinde, her an bu bilinçle oynadılar… Her an eleştirel, dışarıdan bakan, irdeleyen düşünce yapısı açıktı. Fransa’da ilk temsillerimize Türk seyirci izledi oyunu. Fransa’da adı ilk kez geçen bir tiyatro, bir Türk yazar olduğundan, festivalin ana seyircisi sonradan izlemeye başladı ve izleyen herkes hem heyecan hem de kırgınlık hissindeydi. Orada yaşayan Türklerin ilk kez festivalde oyun izlediğini duyduk ve bunu çok önemsiyoruz.

Harika! Yanıp dönen hayatın ortasında “normal” hayatını korumaya çalışan üç kadın görüyoruz. Bu dış etkenler kadınlara nasıl etki ediyor?
Daha kendi kabuğuna çekiliyor herkes. Bazıları etkin ve aktif bir biçimde kedini dışa vurmayı seçiyorsa da çoğunluk kendi kabuğunda… Aynen oyundaki kadınlar gibi; herkes kendi kozasında… Çünkü belirsiz olan ortam ve gündem güvenlik zafiyeti oluşturuyor. En güvenli yer olan “ev”e dönüyor herkes, dışarıda her şey kontrolden çıktı çoktan…

Kadınlar bu olup bitene nasıl etki edebilir?
Muhakkak dışarıda durarak… Yetiştirdiği çocukları, ailesini de dışarı çıkararak. Çünkü kadın çok etkilidir. Eşinde, çocuğunda, ailede, toplumda kadın kuvvetli bir etkendir. Kadının pasif görünen büyük bir gücü vardır. Tüm dünyada yaygın olan eril düzenin içinde pasif görünse de kadının gücü yadsınamaz. Kadınlar kendi güçlerini ellerine almak durumunda, acilen. Ben gelende metindeki bir cümle için yaparım oyunları. Melih Cevdet Anday’ın bir cümlesi vardır:”Kişi kendi yetki ve sorumluluklarının sınırlarını bilmeli.”

Aşığım Melih Cevdet’e! Necip Hablemitoğlu Toplumsal Duyarlılık, Sosyal Farkındalık Ödülü aldınız. Özel bir ödül bu…
Hablemitoğlu’nun toplumun farkındalığını artırmak yolunda canını veren bir aydın olduğunu düşünürsek, kendimi o düzeyde bir iş çıkarmış gibi hissetmiyorum elbette. Hareket halinde olan sanatçı, yazar, öğretmen vs değişik meslek dallarına her yıl veriliyor bu ödüller. Bu tabii ki, özellikle bu dönemde onur verici benim için. Elimden geldiğince kendi kozamda durmayı bırakıp bir şeylere ses çıkarmaya çalışıyorum. Bunu görevim olarak gördüğüm için bu gayretim sürüyor.

Çok değerli bu. “Farkındalık” gizli ve çok önemli noksanlardan biri. Her şey “fark ederek” başlayacak bence… Hayvanlarla muhteşem bir dostluğunuz var. Kendini bu dostluğu yaşamaktan alıkoyan engelleri olanları sihirli bir cümleyle uyandırabilseniz; o cümle ne olurdu?
O sihirli kapıyı ben açabilir miyim onu bilmiyorum ama şunu asla unutmamak gerekiyor: Hepimiz birbirimize bağlıyız, birbirimizin bir parçası-uzantısıyız… Hepimiz tek ve bir bütünüz. İnsanıyla ağacıyla, çimeniyle, deniziyle, ağacıyla, her şeyiyle… Bana olan her şey onlara da olandır, onlara olan her şey de bana… Bir köpeğin canı yanıyorsa, benim de canımdan bir parça gidiyor. Bu bilgiyle durmak zorundayız. Çok şaşırıyorum. Müslüman bir ülkede yaşıyoruz: Müslüman olan da olmayan da tasavvuftan haberdar olmak zorunda, olmalı. Bu bilgiye sahip olan biri hayvana, ağaca, cana nasıl kıyar, anlamıyorum. Birliğimizi hissetmeyi, hissettirmeyi önemsemeliyiz biz…

Bu birlik duygusu büyülüyor beni… Çok severim ben düşüncelerimizin alt yapısı ile ilgili her şeyi okumayı, izlemeyi… Tüm araştırmalar, tüm çalışmalar gösteriyor ki; bitkiye, hayvana, cana zarar vermek şöyle dursun, bunları yapma isteği bile insanın karakterinde hem yıkımı hem de yıkıcılığı başlatıyor. Bahsettiğiniz birlikten kopmak da temel tehlikelerin başında…
Tabii… Çiçek, böcek fark etmez, dediğin gibi: Kim olmaya başlamanın önemli adımları bu hislerin hepsi…

Bir ödül daha aldınız: Frankfurt Tiyatro Festivali Onur Ödülü… O’nu da kutlayalım, devamını dileyerek.
Teşekkür ederim… Ödül kadar sevinç veren başka bir şey de festival açılışını Kozalar’ın yapıyor olması…

Zaman’la aranız nasıl?
Bende zaman algısı yok, kabul etmiyorum zamanı.

(Gülüşmeler.) Ne okuyorsunuz bu aralar?
Kırmızı Kitap, Jung’un… Farabi üzerine yazılmış bir doktora tezini okuyorum bir de, zaman kavramı ile ilgili…

Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim bebeğim (Gülüşmeler.)

KOZALAR EKİP
Yazar:Adalet Ağaoğlu
Yönetmen:Ayşenil Şamlıoğlu
Oyuncular:Demet Evgar, Binnur Kaya, Esra Dermancığlu
Prodüksiyon:Tiyatro Pangar www.pangar.com.tr
Yönetmen yardımcısı: Tuğçe Tamer
Koreografi: Candaş Baş
Müzik: Sabri Tuluğ Tırpan
Işık tasarım: Cem Yılmazer
Dekor tasarım: Murat İpek, Yiğit Evgar
Kostüm tasarım: Tomris Kuzu
Ses tasarım: Okan Yalabık

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku