Alev Bulut yazdı… “Sonum Başlangıcımdır”: Çemberin Başı Sonu

editor
2,6K Okunma

Eskiler ‘fasit daire’ demişler ya, ‘kısır döngü’ daha Türkçesi… Başı sonuna bağlanan bir çember, döner durur, döngü işte. Buna yazgı penceresinden de bakılabilir, akış olarak da. Önemli olan sarmal olmaması, çember olması, döngünün netliği, açıklığı… 

“…bir yarım çemberin üstünde / geçtim içdenizlerini sevginin / bir yanım hep yarımdır bu yüzden…” (N. Duman, “Yarım Çember”, Yenilgi Oyunu, 2006) 

Nurduran Duman’ın tek perdelik oyunu ‘Sonum Başlangıcımdır’ biçim olarak da içerik olarak da bir döngü öyküsü olarak okunmaya çok uygun. Bu metinden Bursa Devlet Tiyatrosu’nda geçen sezon Halil Akarsu tarafından sahneye konan oyunda aynı “döngü” zaman ve uzamda canlı bir biçimde karşımızda. Oyun, dekoru (Cenk Oral), kostümü ve ışığıyla (Ali Karaman) anlatı boyutunda da katmer katmer derinleşen bir “yalnızlık” öyküsü olarak boyut kazanmış. Duygusal çıkmazdaki bir kadının “yaşama tutunma” öyküsü de diyebilirim. Nereden baktığımıza bağlı sanırım. Kadın metinleriyle fazla haşır neşir olduğum için öznel ya da ideolojik yani kadın-odaklı bakıyor olabilir miyim? Bilemiyorum, ben bu kadın metnine hem sayfada hem sahnede nesnellikle çözümleme iddiasında bir (kadın) akademisyen / çevirmen olarak yaklaşmaya, en azından okurun / izleyicinin kaçınılmaz öznelliğini ve duyguları dengede tutmaya çalıştım. Oyunu öncelikle aşina olduğum bir yerden, kadın söylemi evreninde baş ve tek oyun kişisinin bir kadın olarak, örneğin bizimki gibi bir toplumda, ayakta kalma çabası olarak izlemiş olabilirim. Bir adım sonrasında hepimizin insan olarak yalnızlığına kaydı aklım. Kadın, erkek hiç fark etmeksizin hepimizin yalnızlığımızı paylaşmak için beklediklerimize, umutlarımıza bağladım konuyu, tıpkı oyunda kedi Godot’nun umutla beklenmesi gibi…  

Foto: Bursa DT

Oyun metnini ilk okuyanlardan biriydim sanırım. Metnin İngilizce çevirmeni olarak okuduğum metinle sahnede izlediğim oyunu karşılaştırmak gibi bir şansım da oldu. Bu açıdan ilk söyleyeceğim, okurken radyo tiyatrosu gibi kafamda canlandırdığım metnin sahnede ete kemiğe bürünmüş. Sahneye koyuştaki inceliklerle, bir kadının iç dünyası 1 kişinin 3 kişi, 3 kişinin 1 kişi olabildiği bir zenginlikte dalga dalga izleyene yansımış. Oyuncuların her biri bu oyunu alıp kendi tek kişilik oyunları olarak da oynayabilirler, o kadar iyi örtüşmüşler ve ayrışmışlar. Rolün içinde 1 oluyorlar, 1 kadın oluveriyorlar hiç benzemeden, her birimizin içinde kim bilir kaç kişi varsa, o kadar, yadırgatmıyorlar izlerken… 

Oyunda şair Nurduran Duman’a da bir sürpriz var. O’nun şiirlerinden bestelenen ve oyunun müziği olarak (Irmak Şahin bütün övgüyü hak ediyor!) seyre eşlik eden parçalar belki şiirlerin can alıcılığından, oyuncuların seslerinin güzelliğinden, belki de tam uygun yerlere serpiştirilmiş olmalarından, ayrı bir seyirlik… Biraz da oyunun, Shakespeare trajedilerindeki gibi 3 kişilik ‘koro’su sanki. Üst ses olarak eleştiriyorlar, doğruya, yanlışa, olana bitene dışarıdan bakıyorlar. Malum kahramanımız ‘dışarıya çıkamıyor’. Örneğin, oyun metnindeki dışarıyı anlatan şu dizeler rolün dışına çıkan oyuncuların bir arada yarattığı koro etkisiyle ‘dış’ bakış oluyor, hepimiz oluyor:

Foto: Bursa DT

aslında ağaçmışız anladım uzayan kollarımdan

senin bükülen boynundan yağmuru içtikçe ben

zamanlı zamansız, yükseldikçe ikimiz yerçekimine ters

sesinde hep varmış da yeni konmuş kuşları sanki göğe

soluğundan anladım ağaçmışız aslında

“Sonum Başlangıcımdır” bir aşk-ayrılık öyküsünden çok ötede, bir kadın öyküsü: dünyaya açılamamış, ‘dışarıya çıkamamış’, boşa geçmiş görünen yaşamını amansız bir hastalıktan erken yitiren anne yarısı sevgili ‘teyze’ üzerinden anlatılan bir kadın öyküsü. Bir bu kadar da yalnızlık ve entelektüel kadının yalnızlığı dahil bir başına kalmışlık öyküsü: Bir kedi ile paylaşılan ve onun yitmesiyle iyice derinleşen müthiş bir yalnızlığın öyküsü (kedisi ve kendisi!). Peki, “yalnızlık” acizlik mi? Yalnızlık galiba burada işin özü ve gereği; evet, acı bir deneyim yalnızlık ama aynı zamanda sanatçının şair olsun, oyun yazarı olsun beslendiği kaynağın suyu, esinin ta kendisi… 

Foto: Bursa DT

Kadınlık annelerden teyzelerden öğrenilen, geçmişten bugüne taşınan bir kader mi? Modern yaşamda kadın kendi kaderini belirleyebilir gibi görünse de acaba kısır bir döngüde hâlâ sonumuz başımız belli değil mi? Oyunun müziklerinden bana göre en hası ve çok sevdiğim Nurduran Duman şiiri buna yanıt veriyor:

“… anne gel sar çıvgınlarımı, topla beni eve katla / camdaki şarkınla demle beni, fesleğenlerle süsle / beni şekerle, karıştır elinle ev içir bana anne…” ” (N. Duman, “çaydan”, Mi Bemol, 2012)

“Sonum Başlangıcımdır” sinek ısırığı, yılan sokması gibi insanın kaderini bir anda bir hamleyle değiştiren küçük etki kaynaklarını ya da uyarıcıları düşünmemizi istiyor. Ancak belli ki oyunu, öyküsüne temel olan aşkın acısına, kadını anlamayan ve giden erkeğe duyulan öfkeye, bu öfkeyle açılmayan telefonlara, yanıtlanmayan mesajlara ve dünyevi ilişkilere indirgememizi istemiyor Nurduran Duman. Aşkın bittiği yerden filizlenen öfke de yılan zehri gibi bir şey sanki… Kadının kadim kaderi, sonsuzluk ve şifa timsali yılan, yılan-kadın söylemi, şiirsel Şahmaran, hepsini ekleyelim, sonuç, yaşam-ölüm, döngü yani sonsuzluk… 

Foto: Bursa DT

Oyundan bana kalan ‘kadın’ ve ‘yalnızlık’ duygusu oldu. Kadının dışarıdan izlediğimiz acınası yalnızlığını iç dünyasının zenginliğiyle dengeleyen başarılı kurgu oldu (Tolga Güven, Filiz Dursunoğlu). Bu duyguya ve kurguya müthiş bir eşgüdümle can veren, şarkı söyleyen, şiir okuyan 3 kadın, 1 kadını enine boyuna her yönüyle canlandıran 3 kadına, herkesin hem çok farklı hem aynadaki suret kadar iç içe 3 oyuncuya bravo! Cansu Yılmaz, Ceren Kayış, Rabia Tutal... 

Prof.Dr. ALEV BULUT

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku