Akademisyenlerden “çağdaş tiyatromuza” dair “tarihe düşülen” notlar…

Dilan Erdoğan

“1980’li yıllardan başlamak üzere ülkemizde, İstanbul merkezli tiyatro hareketliliği; yaşadığı kesintiler, dönüşümler ve kırılma noktalarıyla, etkin bir tiyatro ortamı günümüze kadar devam etti. Geride bırakılan 30 yıla yakından bakıldığında Türkiye’de bir çağdaş tiyatro izleği oluştuğu rahatlıkla söylenebilse de; tüm canlılığına rağmen çağdaş tiyatro kimliğini ön plana çıkaran çalışmalara ise pek rastlanmıyor. İşte bu panelin çıkış noktasını da, bu ihtiyaç oluşturur.”  (1)

İKSV tarafından düzenlenen 23. İstanbul Tiyatro Festivali ve Galataperform tarafından düzenlenen Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali 8 işbirliğiyle düzenlenen “Türkiye’de Çağdaş Tiyatro” başlıklı panel 28 Kasım günü Arter’de gerçekleştirildi.

Dr. Ferdi Çetin moderatörlüğünde gerçekleştirildi. Çetin, panelin açılış konuşmasına panelin sponsorluğunu üstlenen Yeditepe Üniversitesi’ne ve panele ev sahipliği yapan Arter’e teşekkür ederek başladı. Daha sonra panelde konuşma yapacak konuşmacıları ve konularını sıraladı. Konuşma başlıkları ve konuşmacılar sırasıyla şu şekildeydi: “Batılı Avangartlar ya da Türkiyeli Başıbozuklar: Çağdaş Tiyatronun Kaynağı Üzerine Düşünmek” başlığıyla Dr. Ferdi Çetin, “1990’lar Türkiye Tiyatrosunda Yeni Arayışlar” başlığıyla Doç. Dr. M.Melih Korukçu, “Türk Tiyatrosunda Bir Geçiş Dönemi: 2000’ler” başlığıyla Doç. Dr. Selen Korad Birkiye, “2010’dan Sonra, 2020’den Önce” başlığıyla Dr. Öğr. Üyesi Özlem Hemiş ve “Çağdaş Oyun Yazarlığımızı Bellek Kavramı Üzerinden Düşünmek” başlığıyla Arş.Gör. Ozan Ömer Akgül.

Dr. Ferdi Çetin

Ferdi Çetin: “Deliler, başıbozuklar bize öncü olmalılar” 

Dr. Ferdi Çetin, “Batılı Avangartlar ya da Türkiyeli Başıbozuklar: Çağdaş Tiyatronun Kaynağı Üzerine Düşünmek” üzerine konuşmasına avangard ve başıbozuk kavramlarını tanımlayarak başladı. Batıda avangardın önde gelen ismi Gerturd Stein’a ve yazarın Four Saints in Three Acts (Üç Perdede Dört Aziz) oyununa değinen Çetin, Stein’ın bu oyunu ile Sevim Burak’ın Everest My Lord oyunu arasında bir ilişki kurdu. Çetin bu ilişkiyi, her iki yazarın da yaptığı kelime oyunları üzerinden kurduğunu belirtti. Çetin, 1960’tan 1980’li yıllara kadar eserleri Türkiye’de çağdaş tiyatronun örnekleri arasında saydığı Sevim Burak’tan sonra 1990’lı yıllarda performans alanında önemli ve öncü işlere imzasını atan Hüseyin Katırcıoğlu’nun ismini andı. 1990’lı yıllarda, tiyatro alanındaki yeni arayışların, Katırcıoğlu ile sınırlı olmadığını belirten Çetin, bu arayışların odağındaki Studio Oyuncuları’nı, Kum Pan Ya, YaDa Tiyatro, Tiyatro Ti, Tiyatro Atölyesi, Beşinci Sokak, Bilsak Tiyatro Atölyesi ve Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı gibi topluluklara değindi. Çetin, konuşmasının finalinde Hüseyin Katırcıoğlu’nun 1997 yılında yayınlanan “Üstümüz cila, altımız Bangladeş” başlıklı söyleşisinden şu cümlelerini aktardı: “Deliler lazım evet, deli insanlar olduğu için bir şeyler oluyor. Türkiye’de devlet, toplum filan hikaye; Türkiye’de ne oluyorsa kişiler sayesinde oluyor.” Dr. Ferdi Çetin konuşmasını,Evet, delilerin, başıbozukların bu ülkede bir takım alanlarda bize daima öncülük etmeleri gerekiyor. Umuyorum ki, tiyatro alanında icra gösteren tüm sanatçıların başından tuhaflıklar eksik olmasın!diyerek sonlandırdı. 

Doç.Dr. M.Melih Korukçu

Doç.Dr. M.Melih Korukçu: “Araştırmacılık ve denemecilik bu dönemin karakteridir” 

Doç. Dr. M.Melih Korukçu, “1990’lar Türkiye Tiyatrosunda Yeni Arayışlar” başlılı konuşmasına “çağdaş tiyatro” kavramını tanımlayarak başladı. Korukçu, çağdaş tiyatro kavramını “içinde bulunulan çağa özgü tiyatro” olarak tanımladı. Buradan hareketle günümüzden bakıldığında, 1990’lı yılların çağdaş sayılmadığını ancak günümüz tiyatrosunu şekillendiren dinamikleri kapsayacak şekilde yeniden ele alınabileceğini belirten Korukçu, çağdaşı belirleyen yaklaşımların, 1990’lı yıllardaki hangi arayışların uzantısı olduğunu belirlemenin önemli olduğuna değindi. Korukçu, 1990’lı yıllara değinmeden önce 1980’li yılları ele aldı. Askeri darbeyle başlayan 1980’li yılları “geleneksel kalıpların dışına çıkmaya koşulların elvermediği yıllar” olarak tanımladı. Korukçu, konuşmasında, 1984 yılında kurulan ve bünyesinde Cevat Çapan, Beklan Algan ve Müge Gürman’ın bulunduğu Bilsak oluşumunu “siyasi sorumluluğu reddetmeyen, ancak onun dışında da varlık nedenlerini hatırlamaya çalışan yeni bir sanat arayışı/ anlayışı” olarak yeni bir dönemin başlangıcı olarak ele aldı. Korukçu, Bilsak’tan sonra Tiyatro Devran ve Studio Oyuncuları gibi tiyatro topluluklarının kurulmasıyla tiyatro alanında bir hareketlilik başlamış olduğunu belirtti. 1988 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’na bağlı bir birim olarak açılan TAL’den (Tiyatro Araştırma Laboratuvarı) bahseden Korukçu, TAL’in çağdaş tiyatronun kendisine çıkış noktası bulmasında önemli bir adım olduğunun altını çizdi. 

Doç. Dr. M.Melih Korukçu, 1990’lar tiyatrosunun temel arayışlarının şu başlıklar altında toplanabileceğini söyledi: “Disiplinlerarasılık, oyun mekanı sorgulamaları, atölye ve süreç içi çalışmaların önem kazanması, metnin merkeziyetini yitirdiği oyuncu odakları yapımların ortaya çıkışı, iletişim modelleriyle gösterge sistemlerini veya multimedya teknolojilerinin deneyimlenmeye başlanması, tiyatroyu oluşturan unsurların yeniden inşası, izleyen-izlenen ilişkisinin sorgulanması, tiyatro topluluklarının yeni metin arayışları ve kendi metinlerini araması, oyuncu kadar seyircinin yaratıcılığını zorlayan çalışmalar yapılması ve nihayet araştırmacılık ve denemeciliğin bu dönemin karakterini oluşturması.”

Doç.Dr. Selen Korad Birkiye

Selen Korad Birkiye: “Bu dönemde, hiçbirimizin hesaba katmadığı, karşı-devrimci politik tiyatro dediğimiz İslami tiyatroların yükselişine de tanıklık ettik.”

“Türk Tiyatrosunda Bir Geçiş Dönemi: 2000’ler” başlığında, 2000’li yıllarda Türkiye’de çağdaş tiyatroda arayışları ele alan Doç.Dr. Selen Korad Birkiye, konuşmasına çağdaş tiyatroyu tanımlayarak başladı. Birkiye, bu tanımlamayı bir önemli bir ihtiyaç olarak gördüğünü belirtti. Türkiye’de çağdaş tiyatro tanımlanmasının genellikle modern tiyatroyla özdeşleştirildiğini ancak bu iki kavramın birbirinden farklı olduğunu belirten Birkiye, Ali Artun ve Nursu Örge’nin derlediği “Çağdaş Sanat Nedir?” kitabından şu alıntıya yer verdi: “Çağdaş döneminde sanat, iletişime ve finansa evrilerek modernizme ve avangarda son veriyor hatta postmodernizme de. Zamanımızda sanatın gösterdiği bir hakikat var; piyasa!”. Birkiye, bu alıntıdan hareketle çağdaş sanat ele alındığında, döneme farklı bir yaklaşımla yeniden daha bakmanın gerekliliğinden söz etti ve bu bakışın sadece avangard, sadece yeni biçimler deneyen ya da sadece modernist olanla sınırlanamayacağını, bu kavramların tümüne bütüncül bir yaklaşımla bakmanın bir zorunluluk olduğunun altını çizdi. Birkiye, konuşmasının konusu olan Türkiye’de 2000’li yıllarda tiyatroya girmeden önce, tiyatromuzun yakın geçmişine daha geniş bir tarihsel bakış sundu. Tiyatromuzda öteden beri sahnelenen oyunlarda genel eğilimin “gerçekçi tiyatro” oyunları olduğunu söyleyen Birkiye, bu bağlamda tiyatromuza “tutucu bir tiyatro biçiminin” hakim olduğunu belirtti ve bu eğilimin etkilerinin bugün de hala sürdüğünü ekledi. 2000’li yılların AKP’li yılların miladı olduğunu söyleyen Birkiye, siyaseten temel bir dönüşüme işaret eden bu yılların, aynı zamanda 1990’lardaki neoliberal ve muhafazakar dönüşümlerin de hızlandığını söyledi. AKP’li yılları iki döneme ayıran Birkiye, ilk dönem olarak ele aldığı açılım döneminde daha önce ele alınmayan sorunların ve Kürt sorunu, darbeler, demokratikleşme vb. konuların  kamusal alanda tartışılmaya başlandığı “açılım dönemi” olarak tanımladı. İkinci dönem olarak ele aldığı dönemin ise, bir “otokratikleşme” dönemi olduğunu belirtti. Birkiye bu iki politik dönemin aynı zamanda “tiyatroyu etkileyen” dönemler olduğunun altını çizdi. Birkiye, konuşmasında 2000’li yıllarda tiyatrodaki değişimlere sebep olan politik, toplumsal dinamiklerle bu dinamiklerin etkisi altında kendi iç dinamikleriyle dönüşen tiyatromuzdaki değişimleri sıraladı. Özellikle “ikinci dalga alternatif tiyatroların” bu dönemde öne çıktığını vurgulayan Birkiye, Altıdan Sonra Tiyatro, Dot, Krek ve Galata Perform’un bu dalgaya öncülük eden topluluklar olduğunu belirtti. Bu dört topluluğun ortak özelliklerinin alternatif tiyatroyu iyi kavramış olmaları, yurtdışındaki gelişmeleri takip etmeleri ve genç, yenililikçi bir yaklaşıma sahip olmaları tiyatrolar olduğunu belirten Selen Korad Birkiye, konuşmasının sonunda şunları söyledi: Bu dönemde, hiçbirimizin hesaba katmadığı, karşı-devrimci politik tiyatro dediğimiz İslami tiyatroların yükselişine de tanıklık ettik. Üzerlerinde akademik çalışma yapılmayan bu gruplar, ajit-prop kökenli, kendi seyircisini hazır olarak elde eden ve çok ciddi etkileme alanları olan tiyatro toplulukları olarak  ortaya çıktılar. Ayrıca, 2008 yılında Mirza Metin ve Berfin Zenderlioğlu’nun kurdukları Destar Tiyatro’nun İstanbul’da Kürtçe tiyatro yapmaya başlaması önemli bir gelişme oldu. Bizim için çok önemli açılımlar ortaya çıkarttılar.”

Dr. Öğr. Üyesi Özlem Hemiş

Özlem Hemiş: “Çağdaş tiyatroda, bizzat kendi düzenini kurabilenlerle sistemin arzularına teslim olanlar arasında bir ayrım var.”

Dr. Öğr. Üyesi Özlem Hemiş, “2010’dan Sonra, 2020’den Önce” başlıklı konuşmasına çağdaş tiyatroda yeni dil arayışlarının öneminin altını çizerek başladı. Heideger’den alıntı yaparak “dil, varlığın evidir” diyen Hemiş, bu noktada kendisinin “bizim evimiz” olarak tanımladığı tiyatroya tarihsel gelişimi üzerinden yaklaşmanın önemine vurgu yaptı. Tiyatro sözcüğünün kökenindeki “theoria”nın bakışla, düşünmekle yakından ilişkili olduğunu söyleyen Hemiş, konuşmasında tiyatronun sanatların en politik olanı olduğunu, tiyatronun politika sözcüğüyle hem çağdaş hem hemşehri olduğunu belirtti. Bu noktada, Antik Yunan’dan farklı olarak, Antik Roma tiyatrosundaki mekansal değişim ile seyir yeri ile oyun yeri arasında oluşturulan boşluğun da politik bir dönüşümün yansıması olduğuna değindi. “Egemenin formunun hem mekan hem içerik olarak tiyatroyu belirlediğini” söyleyen Hemiş, bu bağlamda tiyatronun gelişiminin kısa tarihsel çerçevesini çizdikten sonra, konuşmasının kapsamı olan 2010’lu yıllarda tiyatronun durumuna dair değerlendirmelerde bulundu ve özellikle Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın bünyesinde meydana gelen değişimlerden söz etti. Tiyatroların sahne olarak kullanabilecekleri mekanların gitgide azaldığını vurgulayan Hemiş, bu durumla siyasi iktidarın politikaları arasındaki bağlantılara değindi. Dramatik sanatların genellikle egemenle birlikte hareket ettiğini, ancak 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra bu durumun değişmeye başladığını söyleyen Hemiş, günümüzde ise “tiyatronun yeniden egemen olana, kapitale teslim olduğunu” ve bununla birlikte bir görünürlük ve sürdürülebilirlik problemi yaşadığını belirtti. Hemiş, bugün,  tiyatronun nasıl bir içerik ve sahne dili üreterek yeniden seyirciyi kazanacağı üzerine çalışmanın önemli olduğunu söyledi. Özlem Hemiş,  konuşmasını sonlandırırken  Pierre Bourdieu’den alıntı yaparak şunları söyledi: “Bizzat kendi düzenini kurabilenlerle, sistemin arzularına teslim olanlar arasında bir ayrım yapabiliriz bugün çağdaş tiyatroda. Bizzat kendi düzenini kurmak isteyenlerin yolu açık olsun!…  2010’lardan 2020’lere giderken, tablo çok karanlık değil, sadece zemin bu ve bu zemine göre hareket etmek gerekiyor. Bu yıl yurtdışına giden yönetmenlerimiz, yazarlarımız bizi çok mutlu ettiler. Yurtdışında görüldüler ve takdir edildiler. Artık başka bir hareketlenme var tiyatromuzda. Bu hareketlilik, bir çemberin geç de olsa kurulduğunu gösteriyor bize.”

Arş Gör. Ozan Ömer Akgül

Ozan Ömer Akgül: Bir bellek politikası yerine dönemin tiyatro politikasını sorgulamalı”

Arş. Gör. Ozan Ömer Akgül,  “Çağdaş Oyun Yazarlığımızı Bellek Kavramı Üzerinden Düşünmek” başlıklı konuşmasında, Türkiye tiyatrosuna “bellek” kavramı üzerinden bir bakış sundu. Akgül, konuşmasına Giorgio Agamben’in çağdaşlık kavramına yaptığı “şimdiki zamanın karanlığı içinde bize ulaşmaya çalışan ancak ulaşamayan ışığı kavramaktır çağdaş olmak. Aslında çağdaşlık üzerine düşündüğümüzde o bizden ışık hızında uzaklaşır.” tanımıyla başladı. Bu tanımdan hareketle, yaşanılan zamana dair yapılan değerlendirmelerde kesin yargılara varmanın zor olduğunu söyleyen Akgül, 2000 sonrası oyun yazarlarının öznellik sürecindeki arayışlarına olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmadan önce, içinde bulunulan süreci iyi gözlemlemek gerektiğini belirtti. Ozan Ömer Akgül, konuşmasının sonunda şunları söyledi: “Aslında şu sorular benim için önemli: Her zaman bir sentez ya da yerel biçime ihtiyacımız var mıdır? Bugünün dünyasında yerel olma, evrensel olma kodları nelerdir? Teknolojik gelişimler, kültürel etkileşimler, göçler bizim bakışımızı değiştirmiyor mu? Ya da eğretilik, dönemin sosyal, politik durumunu yansıtmıyor mu? Ya da gelecek ya da köken yerine ve ya geleceği yeniden icat etmek yerine ‘nereye doğru yol alıyoruz?’ sorusu daha zihin açıcı olmaz mı? Bir bellek politikası yerine dönemin tiyatro politikasını sorgulamak bize köklerimizi ve kimliklerimizi eklediğimiz yollarda daha rahat hareket etme kabiliyeti verecektir.”

 

(1) https://tiyatro.iksv.org/tr/yirmiucuncu-istanbul-tiyatro-festivali-2019/panel-turkiye-de-cagdas-tiyatro

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku