Adana’dan Bursa’ya Bir Ömür: “Adnan Tunalı”

Uğur Ozan Özen

Yıl 1938. Babamın ailesi, Bulgaristan’dan at arabalarıyla yola çıkıp Kapıkule sınırına geliyor. Meğerse o gün 10 Kasım’mış. Atatürk vefat ettiği için yas ilan edilmiş. Sınırdan içeriye kimseye almıyorlar. Yirmi gün bekledikten sonra Türkiye’ye girebiliyorlar. Göçmenler Anadolu’da boş bir yere ev yapıp, kaymakama “Bulgaristan göçmeniyim. Buraya yerleştim” deyince oranın tapusunu alıyor. Böyle bir sistem var. En büyük halam Edirne taraflarına, en büyük amcam Bursa’nın Kemerçeşme Mahallesi’ne yerleşmiş. Geriye kalanlar yola devam eder. Dedemin kardeşi ve çocukları Konya’nın merkezine, dedemin kız kardeşi ise Konya/Ereğli köye, dedem ise Adana/Ceyhan’da Kurtpınar Köyüne yerleşmiş. Uzun yürüyüş 1940 yılında sona ermiş. Bu yıllarda annem Ceyhan’ın Demirtaş köyünde genç kız. Ailesi Adana’ya Suriye’den göç etmiş.

Babam 1928 yılında Bulgaristan’da doğmuş. Göçten sonra ilkokulu ve ortaokulu Ceyhan’da okumuş. Köy Enstitüsü’nde eğitim gördükten sonra öğretmen olur. Daha sonra Adana’nın merkezinde Denizli Mahallesi’nde tren istasyonunun ilerisinde derme çatma topraktan yapılmış bir eve taşınmışlar. Babamın babası Nezir Dedem cami yapıyor. Çalışırken babamı da yanında götürüyor. Annemin babası Demirtaş Köyünde sayılan sevilen, kerametleri olan ve caminin minaresinden fazla uzaklaşmayan birisiydi. Varsıldı. İki dede camii yapımını sırasında tanışmış. Annem ile babam görücü usulüyle 1957 yılında evlenmişler.   

Dört kardeşiz. En büyük ağabeyim Nurettin, bir küçüğü İbrahim, benim büyüğüm Muttalip. Ailenin en küçüğü benim. 

Bursa’da 

5 Nisan 1965’te Adana’da doğdum. O gün çok şiddetli dolu yağmış. Annem şöyle derdi, “Nurettin pamuk ekilirken, İbrahim pamuklar sulanırken, Muttalip pamuklar toplanırken, Adnan ise 5 Nisan’da doğdu.” Annem sadece benim doğduğum tarihi hatırlıyordu.  

Babam Adana’nın merkezine geldiğinde vergi dairesinde zabıta memuru olarak çalışmaya başladı. Bir ara annem Almanya’ya gitmek istemiş. Tren bileti alınmış, pasaport çıkmış, çalışma izni alınmış. Dedem “İzin vermiyorum, evlatlıktan reddederim” deyince, annem gidememiş. Sabancı’nın tekstil fabrikası Akdeniz Tekstil’de çalışmaya başlamış. 

1970’li yıllarda, babam kendi isteğiyle Bursa’ya tayin oldu. Şimdi Setbaşı Vergi Dairesi’nin olduğu yerde Yeşil Vergi Dairesi vardı. Babam emekli olana kadar orada çalıştı. Bursa’ya gelince göçmenlerin yaşadığı Bahar Mahallesi’nde üç katlı bir eve taşındık. Bakkalın üst katındaydı. O sırada ilkokul birinci sınıfı bitirmiştim. İkinci sınıfa Barbaros İlkokulu’nda başladım. Öğretmenimin adı Füsun Göktepe’ydi. Aynı mahallede birkaç ev değiştirdik. Amcam Kemerçeşme Mahallesi’nde oturuyordu. Evine yürüyerek on beş dakika da gidiyorduk. 

O yıllarda en büyük hayalim Bursaspor’un kalecisi olmaktı. Çınar Lisesi’nin olduğu yer, o yıllarda tarlaydı. Orada arkadaşlarla maç yapıyorduk. Bir gün toplandık, Bursaspor’un alt yapısının antreman yaptığı Merinos stadına gidip “Biz de Bursaspor’da oynamak istiyoruz” dedik. Bize “Ailenizle gelin” dediler. Babam istemeyince hayalim suya düştü. 

1975 yılında Çınar Lisesi açıldı. Lisenin orta kısmında eğitime başladım. Okulda ikinci sınıfta Hentbol kalecisi oldum. Orta ikinci sınıftayken, tiyatro kolu Vasıf Öngören’in yazdığı Oyun Nasıl Oynanmalı oyununu sahneledi. Seyrettiğim ilk oyundu. Orta üçüncü sınıfta kollar ayrılıyordu. Tiyatro Koluna katıldım, ancak oyun sahnelenmedi. 

1978 yılında çok üzüldüğüm, hâlâ unutamadığım bir olay yaşadım. Bana okumayı sevdiren bir kitapçı ağabey oldu. İslâmcıydı. Adını hatırlamıyorum. Kitabevi, Bahar Mahallesi’ndeydi. Çınar Lisesi’ne doğru giderken köşedeydi. Heykele giden dolmuşlar kitabevinin önünden kalkardı. Klâsiklerden elime ne geçerse satın alıp okuyordum. Bir gün “Sen kitap okumayı çok seviyorsun galiba” dedi. Bende “Evet ” diye cevap verdim. “Gel benimle” dedi. Peşinden gittim. Deponun kapısını açtı. 30 metrekarelik alan tamamen kitap doluydu. Bana dönüp “Burası senin. ‘Ben kitap istiyorum’ de. Gel istediğini buradan al, oku, geri getirip yerine koy” dedi.      

Bahar Mahallesi ile Yeşilova arasında elektrik direkleri vardır. O direkler Veysel Karani’ye kadar, alt taraftaki cadde Hipodrum’a kadar gider. Solcular, 1979 yılında, o direklerin birinin altında kitapçı ağabeyi öldürdü.

Babam ve amcam 1980’den sonra Beşevler Köyü’nde şimdi oturduğum evin bulunduğu arsayı satın aldı. Konak Kültürevi’nin olduğu yerler o yıllarda bomboştu. Cephanelik denilen yerde askeri birlik ve birliğin sınırına kadar giden tütün tarlası vardı. Tarlanın sahibi Trabzonlu Murat Ağabeydi. Bizim ev, amcamların ev ve karşımızda Bulgaristan muacırı Abdurrahman Amca’nın evi vardı. Toplam üç ev. O kadar. 

Babam tek katlı bir ev, amcam üç katlı ev yaptı. Bizim evin üstüne bir kat çıktık. İkinci kata ağabeyim taşındı. Üçüncü kata da diğer ağabeyim yaptırıp taşınınca tek katlı ev, üç katlı oldu. 

Çınar Lisesi’nin orta kısmından mezun olduktan sonra Bursa Ticaret Lisesi’ne girdim. Babam muhasebeci olmamı istiyordu. İtiraz etmedim. Lise kendi sınavını yapıyordu. Girdim, kazandım.   

Tiyatroyla Tanışma

Birinci sınıfa giderken Beşevler Köyü’ne taşındık. Okula minibüsle gidip geliyordum. Yine birinci sınıfta tiyatroyla tanıştım. Panoya yazı asılmıştı “Tiyatro çalışması yapılacak. Tiyatroya ilgi duyanlar gelsinler.” Tiyatro atölyesi Fen Laboratuvarıydı. Tiyatro Kolunun sorumlusu Coğrafya öğretmeni Burhane Ağabegüm’dü. Oyunu yönetecek kişi Bursa Devlet Tiyatrosu oyuncusu Sevinç Aktansel Çetinok’tu. Oyun için seçme yaptılar. Seçilince çok sevindim. Sevinç Hoca, Nâzım Kurşunlu’nun yazdığı Merdiven oyununda Vecihi rolünü verdi. 1980 yılının sonunda provaya başladık. Her gün iki saat prova yapıyorduk. Oyunu 1981 yılının Mayıs ayında sahneledik. Oyunculardan hatırlayabildiğim birkaç kişi var; Rasim Demirtaş, Salih, Nazan vardı. Diğerlerinin adını hatırlamıyorum. Bu arada Bursa Devlet Tiyatrosu’nu keşfettim. Bütün oyunları en az 10 kere seyrediyordum. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği Othello oyununu hâlâ hatırlıyorum. Bir taraftan tiyatro kitapları okumaya başladım. Seyrettiğim oyunları Sevinç Hoca’ya anlatıyordum. Bir gün şöyle dedi: “Evlat sen tiyatroyu çok seviyorsun galiba. Bizim kursumuz var. Sezon başı açılacak, sen ona gel.” Eylül ayı geldiğinde hemen Bursa Devlet Tiyatrosu’na gittim. Kapıda kurs ilanını görünce hemen başvurdum.

Kursta Yalın Tolga (oyunculuk), Feyha Çelenk (tiyatro tarihi), Adnan Açıkdüşünenler (ışık-teknik), Nezir Şener (müzik ritim), Tülin Oral (dans), Mustafa Uğurlu derslere giriyordu. Hafta sonları ders görüyorduk. Karagöz salonunda Nezir Şener piyano da müzik dersi, Fuayede ve Karagöz Salonunda Tülin Oral dans dersi veriyordu. Feyha Çelenk ise Oda Tiyatrosu’nda tiyatro tarihini anlatıyordu. Kursun ilk yılında Oda Tiyatrosunda derse giriliyor, ikinci yıl sahnede uygulama yapılıyordu.

Uzun yıllar sonra, Bursa Devlet Tiyatrosu’nda birlikte çalışacağım Halil Balkanlar, Celâl Bıyıklı, Melike Ergüzen kurstan sınıf arkadaşımdı. 

1981-1982 sezonunda Tarık Buğra’nın yazdığı Ayakta Durmak İstiyorum oyununda rol almaya başladım. Yalın Tolga yönetti. Figüranım. Üçüncü perde de Macar halkından biri ayağa kalkınca herkes tek tek ayağa kalkmaya başlıyor. 45 dakika yerde oturduk. Aniden ayağa kalkınca başım dönmüştü. Sonra Oyuncakçı Dede oyununda rol aldım. Repliğim olması beni çok sevindirmişti.  

Lise üçüncü sınıfta Emlyn Wıllıams’ın yazdığı Ekinler Yeşerince oyununu sahnelenmesine karar verildi. Sevinç Hoca yönetecekti. Burhane Hoca’yla benim karşılıklı rolüm vardı. Müdür yardımcısı matematik öğretmeni Çetin Hocaydı. Provalar için izin almaya gidince, “Sen böyle dersleri takıyorsun” diyordu. Bir gün yine aynı lafı edince “Ben ne yapayım hocam” dedim. Dönüp “Bana cevap verme lan. Sen ukala olmuşsun” deyip tokat attı. “Oynamıyorum” deyip okulda her şeyi bıraktım.

1983 yılında Ticaret Lisesi’nden mezun oldum. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya devam ettim. 1983-1984 sezonunda İbiş’in Rüyası ve Sarı Naciye oyunlarında küçük rollerim oldu. Artık yolum belliydi. Siirt turnesinde 18. yaşıma girdim. 

Yalın Tolga

Yalın Tolga idolümdü. Oyunculuğu muhteşemdi. Onun rol aldığı bir oyundan çıktığım zaman büyülenmiş gibi oluyordum.

Yalın Hoca bağıran çağıran biri değildir. Sesiz sakin ve disiplinliydi. Bağırarak değil bakışıyla, tavırlarıyla disiplini sağlardı. Bir kere bile odasına girmedim. Bir şey söyleyeceğim zaman kapının kenarında durup söylerdim.

1985’te Ankara Devlet Konservatuarı’nın oyunculuk sınavına girdim. Kazanamadım. Kurs sınavına yeniden girdim. Konservatuar sınavında oynadığım parçayı kurs sınavında oynadım. Yalın Hoca jürideydi. Sınavdan sonra yanına gidip “Hocam seyrettiğiniz parçayı beğendiniz mi? Konservatuar sınavında oynadım ama kazanamadım” dedim. Hoca “Çok fazla” dedi. “Nasıl Hocam? Anlamadım” dedim. Hoca “Sana öğretecekleri bir şey yok. Sen profesyonel oyuncu oldun. Bizden birisi gibi davranıyorsun. Çok şey yapmışsın. Öğretecekleri bir şey kalmamış. Sınavı kazanamadın diye kafana takma. Sen burada, başka yerde iş yaparsın. Sen kendine sahne bulursun.” dedi. 

Yalın Hoca haklıydı. 38 yıldır tiyatrodan para kazanıyorum.

Selâmi Üney

Kursa giderken Selâmi Ağabey de Köşebaşı oyununda bekçi rolündeydi. İlk ustamdır. Tiyatroda birlikte çay içip sohbet ediyorduk. Yeşil’deki kahvehaneye, Mahfel’e gidiyorduk. Onun sayesinde yazarlarla, şairlerle, ressamlarla arkadaş oldum. 

1984 yılında birlikte Yeni Tiyatro adıyla çocuk tiyatrosu kurduk. Devlet memuru olduğu için kâğıt üzerinde benim adım yazıldı. Belirli bir yerimiz yoktu. Selâmi Ağabey’in Şakacı Palyaçolar adıyla yazdığı bir oyun vardı. Onu yönetti. Çocukları doğruyu yanlışı göstererek eğitmeye çalışıyorduk. Şunu yapın bunu yapmayın diye.  Okullara gidip müdürlerle görüşüp oyunumuz şu yaş grubu için uygundur diyorduk. Okullarla anlaşınca iyi para kazandık. O yıllarda şimdiki kadar çok çocuk tiyatrosu yoktu. Babama bir emekli maaşı kadar para veriyordum. Bir de Pastal adında dergi çıkardık. Adliye’nin üstünde bir yerde dergiyi dizdiriyordum. Devlet Tiyatrosu’nun yakınında bir matbaa da bastırıyordum. 4-5 sayı sürdü. Selâmi Ağabeyle anlaşamayınca 1986 yılında tiyatroyu kapattık. 

 İstanbul Yılları

1985 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’nın sınavına girdim, ancak kazanamadım. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’nın sınavına girdim. Babam “Madem heveslisin. Gel Hanım İstanbul’a gidelim. Oğlan sınava girsin, biz de İstanbul’u gezeriz” dedi. Yine kazanamadım.    

1987 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu yandı. Yangından sonra sadece kadrolularla oyun sahnelenmeye başlanıp, dışardan oyuncu alınmayınca işsiz kaldım.

Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin kurduğunu Tiyatro Kulübünü öğrenince oraya gitmeye başladım. Kulüpte Serdar Seçkin, Celal Tak ile arkadaş oldum. O sırada Haldun Taner’in yazdığı Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununun provası yapılıyordu. Kulübün oyunlarında oynamıyordum ama sürekli onlarla beraberdim.

1987 yılının yaz mevsiminin son günleri. İşsizim. Kültürpark’taki Ender Kafe’de Erol Aydın ile sohbet ediyorum. O da işsiz. Bursa Devlet Tiyatrosu’na girmemize imkân yok. Ne yapacağımızı düşünüyoruz. Celâl Tak daha önce İstanbul’a gidip Levent Kırca Tiyatrosu’nda çalışmaya başlamış. Onu aradık, “Gelin” dedi. Erol’a “Gel İstanbul’a gidelim. Burada olmayacak” dedim. Erol da bana hak verdi. Ertesi gün yola çıkmaya karar verdik. Hemen eve gittim. İstanbul’a gideceğimi anneme söyleyince annem karşı çıkıp “Seni evlâtlıktan reddederim” dedi. İstanbul’a gitmeyi kafaya koymuştum. Ağabeyim anneme “Olur mu öyle şey? Gitsin” dedi. Babam rahmetli olunca onun maaşının yüzde 30’unu ben alıyordum. O parayı güveniyordum. Erol ile birlikte garajdan otobüse binip İstanbul’a gittik.

İstanbul’a inince Şişli’deki Kenter Tiyatrosu’na gittik. Celâl’e telefon edip geldiğimizi haber verdik. Bostancı’dan Şişli’ye gelmesi üç buçuk saat sürdü. Geldi. Bize “Size Avrupa yakasından iş çıkmaz. Hiç bulaşmayın” dedi. Beşiktaş’tan vapura binip Kadıköy’e gittik. Bahariye Caddesi’nde yürüyoruz. Celâl bize tiyatroları gösteriyor. Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’nun önüne gelince “Buradan başlayın. Tiyatroya girince ‘Biz Bursa Devlet Tiyatrosu’nda oyuncuyuz. İstanbul’da şansımızı denemek istiyoruz. Sizi tercih ettik’ deyin” dedi. Celâl bir kafeye oturdu. Çantalarımızı ona bıraktık. Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’ndan içeri girdik. Daha sonra dost olup, İstanbul’dan Bursa’ya dönerken evimi bıraktığım Mehmet Bey bizi karşıladı. “Tevfik Beyle görüşmek istiyoruz” dedik. Mehmet Bey de “Birazdan provadan çıkacak” dedi. 

Prova bitti. Tevfik Gelenbe yanımıza gelip “Buyurun gençler hayırdır” dedi. Erol bana “Sen konuş” dedi. Başladım anlatmaya “Erol ile ben Bursa Devlet Tiyatrosu’nun kurslarından yetiştik. Sanatçıyız. Sizinle çalışmayı tercih ettik.” Tevfik Gelenbe “Benim iki kişiye ihtiyacım yok. Biriniz gelin” cevabını verdi. Erol ile Celâl’in yanına gittik. Erol’un paraya ihtiyacı var, “Sen çalış. Ben bir iki ay babamın parasıyla idare ederim” dedim. Erol’un geleceğini Tevfik Gelenbe’ye söyledik. O da Erol’a “Yarın provaya geliyorsun” dedi.  Ben ortada kaldım. 

Celâl bana dönüp “Seni ne yapacağız?” diye sordu. Cevap vermedim. Celâl “Benim bildiğim Enis Fosforoğlu Tiyatrosu var. Bir de oraya bakalım” dedi. Bahariye Caddesi’nde yolun karşısında Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, yanında Moda Sineması var. Karşıya geçtik. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde Enis Fosforoğlu Tiyatrosu ile Hadi Çaman Tiyatrosu oyun sahneliyor. Celâl kapıdaki adama “Hangi tiyatronun provası var?” diye sordu. Adam “Enis Fosforoğlu” diye cevap verdi. Celâl “Adnan, Sevinç Abla ile Enis Fosforoğlu’nun arası iyi diye biliyorum. Sevinç Abla’yı arasak mı?” deyince hemen tiyatronun önündeki ankesörlü telefondan Sevinç Abla’ya telefon ettim. Telefonu açtı “Abla ben Adnan” dedim. Büyük bir sevinçle “Evlâdım ne güzel oldu araman” dedi. “Abla ben İstanbul’da tiyatroda çalışmak istiyorum” deyince “Evlâdım kendinizi hırpalarsın” diye cevap verdi. “Abla Enis Fosforoğlu Tiyatrosu’na geldim. Sen Enis Bey’le görüşebilir misin?” diye sordum. Sevinç Abla “Enis’i çok severim. Aramız çok iyidir. Ben Enis’i arayacağım. Yarın prova saatinde git görüş” dedi. Sevinç Abla, Enis Fosforoğlu’nu arayıp konuşmuş. Demiş ki “Yarın Adnan isminde öğrencim gelecek. Onu tiyatronda çalıştır”.

Erol ile Moda’da çay içtik. İkimiz de bir günde iş bulduk. Akşam Rıhtım Caddesi’nin ara sokaklarının birindeki Girne Oteli’nde kaldık. Oda ücreti çok ucuzdu. Ancak otelde mafya var. Erol ile diken üstünde uyuduk. Sabahı zor ettik. Ertesi gün Erol, Tevfik Gelenbe’ye provaya gitti. Ben Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nin önünde bekliyorum. Haldun Taner’in yazdığı Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununun provası yapılıyor. Oyunda Suna Keskin, Ayberk Atilla, Belkıs Dilligil, Volkan Saraçoğlu oynuyor. Enis Fosforoğlu provadan çıktı. Yanına gittim. “Hoş geldin Bursalı. Benimde oyuncuya ihtiyacım var. Sevinç Hanım senin hakkında güzel şeyler söyledi. Yarın gel. Prova yapacağız” dedi. Ertesi gün, provada Enis Fosforoğlu oyundan bir bölüm okuttu. “Tam istediğim gibi oyuncusun” dedi. Birkaç yıl sonra oyun broşüründe benim için şaka olsun diye “1988 yılında Bursa’dan geldi hâlâ gitmek bilmiyor” diye yazdı. Bir ara muhabbet ederken, “Sevinç Hanım beni iyi ki aramış” demişti.    

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununa 30 kişi başladık, 12 kişi bitirdik. Ayrılanların rollerini başkaları aldı. Bir ara benim 8 rolüm vardı.   

Ziraat ve Emlâk Bankaları için çocuk oyunları sahneledik. Enis Fosforoğlu Sanat Yapım adında yapım şirketi kurdu. Star TV, HBB gibi özel televizyonlarla anlaşıp sokaklarda skeçler çekiyorduk. Bir taraftan dublaja gidiyordum. Bu kadar çalışmama rağmen sigortam doğru düzgün yatırılmadı. 10-15 gün sigortam yatırılmış o kadar. Aylık maaş değil toplu para alıyordum. 

Cep biraz para görünce Erol’la Rıhtım Caddesinin sonuna doğru daha temiz bir çatı katına taşındık. Adına Pembe Palas diyorduk. Üç sene Erol’la beraber kaldık. Daha sonra Erol ayrıldı Erkin adında bir arkadaşın evine taşındı. Bir süre yalnız yaşadıktan sonra bende Erkin’in evine taşındım. Erkin ile anlaşamayınca evinden ayrıldım. Eşyalarımı ona bıraktım. Moda’da bir kahvehaneye gidiyordum. Sahibi Karadeniz’li Yusuf Ağabeydi. Ona kalacak yer aradığımı söyledim. Beni emlakçıya götürdü. “Bu çocuğa ev verecen” deyince emlakçı da “Tamam ağabey” dedi. Emlakçı “Depozito” deyince Yusuf Ağabey “Yok öyle bir şey” cevabını verdi. Emlakçı “Tamam Yusuf Ağabey. Ben ev sahibinden alırım” dedi. Küçükbakkalköy’de bir kişinin kalacağı evi kiraladım. Bir oda, tuvalet, mutfak. Kirası çok ucuz. Hiç eşyam yok. Evde perde yok. Gazete kâğıdını cama yapıştırdım. Çantamı yastık haline getirip, paltomu da yorgan yapıp uyudum. 

Ertesi gün Suna Abla (Keskin)“Senin eşyan var mı?” diye sordu. “Yok Abla. Enis Ağabey’den para aldıkça eşya alacağım” diye cevap verdim. Evim için perde aldı. O perdeyi hâlâ kullanıyorum, evimin küçük odasında asılı. Birlikte Yataş’a gittik.  Taksitle yatak, çekyat aldı. “Paran oldukça bana ödersin” dedi. Bir zaman sonra borcumu ödemek istedim. “Ne parası sen benim evladımsın. Evladıma ev yapmışım” deyip parayı almadı. Almanya’dan 37 ekran televizyon almış. Onu da bana verdi. Bu iyiliklerini hiç unutmadım.   

Kadıköy Halk Eğitim Merkezi restorasyona girdi. Kulisinden sahnesine her şey elden geçti. Bu nedenle iki sezon Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu’nda oyun sahneledik. Tiyatronun sahibi Rizeli Hasan Bey’di. Tiyatronun üstü pasajdı. Terzi, anahtarcı bir sürü dükkân vardı. 1972 yılında tiyatro haline getirilmiş, hâlâ kullanılıyor. O yıllarda Kocamustafapaşa’nın tek tiyatrosu. Burada bizimle birlikte Nejat Uygur Tiyatrosu da oyun sahneliyor. 

1991-1992 yılları. Aysun, Nejat Uygur Tiyatrosu’nun gişecisiydi. Aslen Diyarbakır’lı. Sohbet ede ede birbirimize âşık olduk. Evlenmeye karar verdik. Suna Keskin ve Enis Fosforoğlu ile beraber kız istemeye gittik. Aysun’un babası “Evladımızı araştıralım” dedi. Suna Keskin ve Enis Fosforoğlu ile beraber ikinci kere babasının evine gittim. Babası “Oğlumuz ailesiyle birlikte gelsin” dedi. Üçüncü kere annem, ağabeylerim, yengemlerle beraber gittim. Annem evleniyorum diye çok mutlu. Ailede sadece ben kalmışım evlenmeyen. Ağabeyim kızı istedi. Verdiler. İki üç gün sonra nişan yaptık. Düğün tarihi 11 Nisan 1992 olarak kararlaştırıldı. Salon tutuldu. Kastelli sitelerinden ev kiraladık. Hiç kullanılmamış mobilyalar aldık. Ailem Bursa’dan kamyonla beyaz eşya gönderdi. 

Enis Fosforoğlu “Düğün davetiyelerinizin parasını ben ödeyeceğim. Matbaaya git. Kaç paraya ne istiyorsan düğün davetiyeni bastır. Benden” dedi. Beşiktaş’ta Darphane’nin yanında tiyatronun afişlerini basan matbaaya gittim. Avrupa’dan gelen özel bir kâğıdı beğendim. Bembeyaz bir kâğıt, üzerinde kabartma desenleri var. Davetiyenin üstünde çiçekler ve süs yok. Biz evleniyoruz diye de yazmıyor. Sade, bembeyaz bir davetiye. Benim hoşuma gitti. Üzerine “Bizim Düğünümüz Var, Bekleriz” diye yazdırdım. Anne baba adı. O kadar. Davetiyeyi bastırdım. Bir kısmını kendime ayırıp, kalanını Aysun’un ailesine götürdüm. Kaynana davetiyeyi eline aldı, “Bu davetiyeyi beğenenin zevkine sıçayım” dedi. Bu sözü duyunca canım sıkıldı. Evden çıktım. Ankesörlü telefondan nişanlımı aradım. Olayı anlattım. “Davetiyeyi beğenmediyseniz geri verin. Siz nasıl istiyorsanız öyle bastırın. Parasını ben öderim. Sorun değil” dedim. Bana “Sen böylesin. Ben pişman oldum” dedi. “Bitsin” deyince o da “Bitsin” dedi. 5 Nisan benim doğum günümdü. O gün nişan atıldı. Evdeki eşyaları Bursa’ya yolladım.    

   

Bizim tiyatro, Altunizade Kültür Merkezi’nde oyun sahnelemeye başladı. Daha sonra öğrendim ki, nişanın atıldığından haberi olmayan bir arkadaşım düğün salonuna gitmiş. Düğün var. Aysun bir başkasıyla evleniyor. Meğerse benden önce birlikte olduğu bir adam varmış. O askere gitmiş. Nişan atıldığı sırada askerden dönmüş. Benim parasını ödediğim düğün salonunda evlenmişler.  

Tiyatroyla ilgili birkaç anı anlatayım. Enis Fosforoğlu Tiyatrosu’nun İstanbul’daki yeri Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’ydi. Elektrik Elektronik derslerini Ali Osman Hoca veriyordu. Ancak elektrik hocası elektrikten korkuyordu. Oyunların da ışık düzenini yapıyordu. Bu durumu bilip de şaka yapılmaması mümkün mü? Atatürk Barajı’nın olduğu yerleşkede tiyatro salonu vardı. Oraya her sene gider işçilere ve ailelerine oyun sahnelerdik. Yine gittik. Ertesi gün oyun var. Ali Osman Hoca ışık düzeni yapıyor. Işık odası arka tarafta olduğu için sahneyi göremiyor. Yakıyor, söndürüyor. Olmuyor. Bize “Arkadaşlar ben ışık odasına çıkacağım. Siz bana hangi ışık yanarsa sağ 1, sol 2 diye söyleyin” dedi. Işık odasına gitti. Işığı yaktı. Herkes farklı şeyler söyledi. Ali Osman Hoca “Uğraştırmayın beni Şam şeytanları” dedi. Bir daha ışığı yakıp salona gelip kendisi bakıyor. Sağ 3 deyip, ışık odasına gidiyor. Bu sefer Adnan Doğan Dileroğlu hemen ışık odasına gidip ışığı söndürüyor. Ali Osman Hoca geldi ki ışık yanmıyor. Bize çok kızardı. 

Yine bir gün oyundan çıkmışız. Altunizade’den minibüse bindik. Ali Osman Hoca Kadıköy İskele meydanında minibüsten indikten hemen sonra araba taklidi yaptık. Hoca “Allah” diye bağırıp kendini yere attı. Çevredekiler şaşkın şaşkın hocaya bakıyordu.     

Altunizade Kültür Merkezi’nde hepimizin çelik soyunma dolapları vardı. Kostümler, eşyalarımız her şey dolaplarda duruyordu. Doğan nasıl becerdiyse Enis Fosforoğlu’nun dolap anahtarının kopyasını yaptırmış. Anahtarla dolabı açıp içine girdi. Enis Fosforoğlu geldi. Çay içerken “Doğan nerede” diye sordu. Biz “Gelecek” dedik. Oyunun başlamasına yarım saatten az kaldı. Hâlâ dolapta. Biz giyinmeye başladık. Enis Fosforoğlu sigarasını içti. Sağa sola bakıyor. Doğan ortada yok. Dolabını açtı. Doğan elini uzatıp “Buyurun” dedi. Enis Fosforoğlu “Allah” diye bağırdı.

Konya turnesindeyiz. Gencer Ataman idari işlerden sorumlu. Enis Fosforoğlu’nun da Fransız Lisesi’nden arkadaşı. Turnelerde aynı odada kalıyorlar. Doğan, Gencer Atman’a şaka yapacak. Kafaya koymuş. Bize dediler ki “Temizlik yapılsın. Sonra odalara girin”.  Doğan durur mu? Gencer Ataman’ın oda numarasını öğreniyor. Temizlik olacağı için kapı da açık. Yatağın altına giriyor. Gencer Ataman odasından çıkıyor. Enis Fosforoğlu duş alıyor. Duştan çıkıp yatağa oturunca Doğan ayağını tutuyor. “Allah” diye bağırıp odasından çıkıp, koridorda koşmaya başladı. Enis Fosforoğlu da kendi haline güldü. 

Özlem Tezel’e dokunduğun zaman küfür ederdi. Böyle bir tiki vardı. Enis Fosforoğlu bunu öğrenmiş ama Suna Keskin’in haberi yok. Suna Keskin’e şaka yapacak. Planı da yapmış. Altan, Özlem’i kulise getirecek. Suna Keskin sahneden kulise gelince şaka yapılacak. Altan, Özlem’i kenara çekti. Enis Fosforoğlu yanlarına geldi. Suna Keskin’in gelmesini bekliyorlar. Sahneden indi. Kulise geldi. Enis Fosforoğlu Özlem’e dokununca küfür etti. Suna Keskin şaşırdı. Şaka yaptık deyince gülmeye başladı.     

Enis Fosforoğlu’nun yazıp yönettiği Kurnaz Vezir çocuk oyununu sahneliyoruz. Suna Keskin kraliçe rolünde. Ayberk Atilla kötü vezir, ben halı satıcısı ve flüt satıcısını oynuyorum. Altan çocuklardan birini, Doğan diğer çocuğu, Özlem akıllı kızı oynuyor. Suna Keskin’e şaka yapmaya karar verdik. Oyunda “Size soracağım” deyip sahneden çıkıyor. Oyun sırasında panoyu alıp çıkacağı yere koyduk. Fark etmedi. Repliğini söyledi. Tam sahneden çıkacak karşısına pano çıktı. Seyirciye dönüp “Duvar koymuşlar” dedi. Gülerek sahneden çıktı.     

Enis Fosforoğlu hakkım olan parayı vermedi. Sürekli erteliyordu. 1994 yılının başında Kadıköy Belediyesi’nin bulunduğu meydanın bir tarafında Tevfik Gelenbe Tiyatrosu, diğer tarafında Enis Fosforoğlu Tiyatrosu duruyor. İkisi de turneye çıkacak. Meydanın ortasında durdum. Bir sağa, bir sola baktım. Hangisiyle gideyim diye düşündüm. Tevfik Gelenbe Tiyatrosu ile turneye çıktım.  

Tevfik Gelenbe hiç sinirlenmeyen, sorunu kibarca çözen, hakaret, küfür diye bir şey bilmeyen biriydi. Yaz mevsimine kadar 5-6 ay turne yaptık. Karamanın Koyunu, Kocamın Nişanlısı ve bir tane de çocuk oyunu vardı repertuarında. Gündüz dört kere çocuk oyunu, akşam da yetişkin oyununda oynuyordum. 

İzmir taraflarında bir yerdeyken, Ağabeyim aradı “Askerlik zamanım gelmiş. Seni arıyorlar. Gitmezsen seni zorla götürecekler” dedi.   

Kütahya’da Kocamın Karısı oyununu son kez oynadım. Tevfik Gelenbe restoranda mezesini, içkisini hazırlamış demleniyor. Yanına gittim. “Ağabey ben askere gidiyorum” dedim. Tevfik Gelenbe “Askere gitme. Genelkurmay ile görüşeyim. Tecil ettireyim” dedi. “Sağol ağabey ama ben askere gitmek istiyorum” dedim. Tevfik Gelenbe “Kimseye söz verme. Askerden döndüğün zaman bendesin” deyip zarf çıkardı. “Maaşının dışında yanına bende bir şeyler koydum” dedi. Hakkım olan paranın iki katını verdi.    

BKSTV Tiyatrosu 

Evlendikten sonra İbrahim ağabeyim “Sen tiyatroyla geçinemezsin, benim yanıma gel” dedi. Ağabeyimin tabelacı dükkânında çalıştım. Anlaşamayınca bir ay sonra ayrıldım. Bir ara İstanbul’a gideyim diyecek oldum kayınpeder “Kızımı İstanbul’a yollamam” deyince mecburen Bursa’da kaldım. Zaten ailem de İstanbul’a gitmeyeyim diye beni evlendirdi.

Bir süre boşta gezdikten sonra Elmasbahçeler Kültür Merkezi’ne gittim. Emin Gümüşkaya hem Bursa Devlet Tiyatrosu’nun müdürü hem de kültür merkezinin sanat yönetmeniydi. Aşk Fıçıları oyununun provasını yapıyorlar. Emin ağabey “Adnan çık sahneye. Meyhanede bir şey iç, sonra meyhaneden git.” dedi. Dediğini yaptım. Bir süre böyle gitti. Baktım para vermiyor. Sadece bana değil kimseye para vermiyor. Tiyatrodan ayrıldım.   

BKSTV Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu 1995 yılında kuruldu. Sanat Yönetmeni Feyha Çelenk. 1996 yılında Feyha Çelenk’in yanına gidip işe ihtiyacım olduğunu söyledim. İşe aldı. Oyunların provaları Tayyare Kültür Merkezi’nde yapılıyordu. Hem oyunlarda rol alıyordum hem de Vakfın işlerinde çalışıyordum. 

İşe başladığım sırada tiyatroda Bülent Uçar, Müge Açıkdüşünenler, Altuğ Görgü, Ebru Serener, Serdar Yeğin vardı. Özer Tunca daha önce Bursa’da sahnelenmemiş, denenmemiş oyunları yönetiyordu. Yedi Köyün Yargıcı oyunu vücut diliyle oynanıyordu. Konuşmadan hareketle anlatıyorduk. İnsan bedenleriyle dekor yapılıyordu.   

Öğlene kadar vakıfta çalışıp öğleden sonra oyunların provasına giriyordum. Sadece oyunlarda rol alan arkadaşlar günlük yevmiye alıyorlardı. Vakıftan aldığım maaş 10 bin liraydı. 

Hikmet Şimşek, vakıfta orkestra kurdu. Orkestrada çalışanlar hem maaş alıyordu hem de oyunlarda müzik yapıp yevmiye alıyorlardı. Bu haksızlıktı. Vakıf sekreteri Ahmet Erdönmez’in yanına gidip itiraz ettim. Bana “Biz seni tiyatroda çalışacaksın diye işe aldık.” Dedi. Cevabım “O zaman oyunlarda oynamayayım” oldu. Özer Tunca da “Ben seni istemiyorum oyunumda” dedi. Sadece Vakıfta çalışmaya başladım. Üç ay geçti. Ahmet Erdönmez yanına çağırdı “Biz seni tiyatroda oynaman için işe almıştık. Sen şimdi tiyatroda oynamıyorsun. İşine son veriyoruz” dedi. İşsiz kaldım.  

Bursa Devlet Tiyatrosu

Beş parasız halde Heykel’de dolaşırken Bursa Devlet Tiyatrosu’nda ışık tasarımcısı ve müdür yardımcısı olarak çalışan Adnan Açıkdüşünenler ile karşılaştım. İşsiz kaldığımı söyleyince, “Sen bizim emektarımızsın. Selim Gürata müdür oldu. Kalabalık kadrolu bir oyun çalışılacak” dedi. Selim Gürata ile tanıştım. Bir Halk Düşmanı oyunuyla devlet tiyatrosuna döndüm.  

Selim Gürata’dan sonra Emin Gümüşkaya müdür oldu. 2001 yılının Ocak ayındaki yolsuzluk operasyonuna kadar sıkıntı olmadan çalıştım. Genel Müdür Rahmi Dilligil ve Emin Gümüşkaya müdürlükten alındı. Yerine vekâleten Ahmet Somers, sonrasında Rüçhan Gürel geldi. Genel Müdür ise Faruk Günuğur oldu. Onlar da değişti. Lemi Bilgin Genel Müdür olunca, Bursa’ya Mehmet Gökçer’i atadı. Müdür yardımcısı sahne amiri Çetin Polat oldu.

Mehmet Gökçer müdür olduğu sırada Naaş-ı Muhteremler oyununda rol alıyordum. “Kurumun içindeki kalabalık kadro ayıklanacak” dedi. 2001-2002 sezonu kapanınca “Size ihtiyacım yok” deyip sözleşmelileri kapının önüne koydu. Geriye kadrolular kaldı.

Yine işsiz kaldım.

Benimle birlikte Âkif Oktay, Macit Doğan, Kâmil Atliman da işsiz kaldı. Âkif Oktay Yıldırım Belediye Başkanı ile diyaloğu vardı. Bize dedi ki “Arkadaşlar moralinizi bozmayın. Yıldırım Belediyesi Şehir Tiyatrosu kurulacak. Hepiniz orada çalışacaksınız.” 

Biz işsiz kaldıktan sonra Kâmil Atliman Uludağ Kültür Merkezi’ni kurdu. Şehir Kaçtı Gözüme adıyla hem oyunu yazdı hem de yönetti. Kâmil Atliman, Macit Doğan, ben ve Çiçek Dilligil rol alıyordu. Bora Öztoprak oyunun müziğini yaptı.

Yıldırım Belediyesi Şehir Tiyatrosu

2001 yılının yaz aylarında Yıldırım Belediyesi Şehir Tiyatrosu kuruldu. Akif Oktay, Kültür ve Sanat Müdürü oldu. Belediye Başkanı Ramazan Altunöz, kuruluş aşamasında bize çok destek verdi. Oyuncu kadrosunda ben, Kâmil Atliman, Âkif Oktay, Macit Doğan, Orhan Ergün, Yasemin Yalçınkaya, Nevzat Çiftçi, Cengiz Oba, Cengiz Oba’nın öğrencisi Kemal’den oluşuyordu. Bir yıl sonra Aşkın Kürşat geldi. 12 ay asgari ücretin üzerinde bin liraya yakın maaş alıyorduk. Taşeron firma aracılığıyla maaşlar ödeniyordu.

İlk oyun İsmet Küntay’ın yazdığı 403. Kilometre’ydi. Okuma provalarını Âkif Oktay’ın Yıldırım Belediyesi’ndeki odasında yaptık. Daha sonra Adile Naşit Tiyatrosu’na geçtik. O günlerde Mimar Sinan Mahallesi’ne yeni tiyatro yapılacağı söyleniyordu. Bu tiyatro 2005 yılında Barış Manço Kültür Merkezi adıyla açıldı.  

403. Kilometre oyununda Cengiz Oba’ya şaka yaptık. Anlatayım. Cengiz Oba, Kemal’e “Benim sahnem gelince hatırlat” derdi. O da hatırlatırdı. Orhan Ergun ile ben şaka yapmaya karar verdik. Âkif Oktay ile Macit Doğan olduğu sahnedeyken kulise gittik “Cengiz sahnen geldi” dedik. Cengiz Oba koştura koştura sahneye girdi. Sahnedeki oyuncular da şaşırdı ona baktılar. Seyirci herkesten daha şaşkın. “Pardon pardon bakıyordum” deyip sahneden çıktı. 

Aynı oyunda sahnenin ortasında kulübe vardı. Eşyalar, şantiye malzemeleri orada duruyordu. Oyunda işçiler kulübeyi gece yakıyordu. İsmet Serener’e kartondan kulübe yaptırdık. Bir gece tiyatronun arka tarafında kulübeyi yakıp kameraya çektik. Oyunun sonunda kulübe yakma sahnesinde projeksiyon makinesiyle sahnedeki kulübenin üstüne yansıttık. Duman basınca seyirci gerçekten yandığını zannediyordu.     

Aziz Nesin’in yazdığı Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyunuyla çok başarılı olduk. Elif Nutku yönetti. Metinde bazı yerleri güncelledik. Ben anlatıcıydım. Elif bana güvenip “Sen kafana göre takıl” dedi. Ezberim çok kuvvetlidir. Elimde ne kâğıt vardı, ne de avuç içime kısa kısa not almıştım. Hiç sıkıntı çekmeden oynadım. Takım elbisemi giyip oyunun başlamasına 15-20 dakika kala fuayede seyircilerle sohbet ediyordum. Oyun başlayınca aralarında gezinip oyunu anlatıyordum. İsmail Ale kondüvit, Ağabeyi Murat Ale ışıkçıydı. Ağabeyi olmadığı zamanlar, İsmail beni ışıkla takip ediyordu. Benim sıram geldiği zaman ışığı yakıyordu. Bir koltuk bana ayrılmıştı ama oyunu büyük ilgi olunca benim koltuğuma bile seyirci oturdu. Oyun hep dolu salona oynandı. Oyuncular seyircilerin olduğu yerden sağlı sollu koridordan gelip sahneye çıkıyordu.  

Kâmil Atliman’ın çeşitli oyunlardan derlediği Son Kumpanya adı gibi son oyunumuz oldu. Bir tiyatro kumpanyası son kez bir araya geliyordu. Oyunun sonunda Macit Doğan, Haldun Taner’in yazdığı Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyununun sonundaki Fasulyeciyan’ın efsane tiradını söylüyordu.

2004 yılında yerel seçimlerden dört, beş ay önce encümenlerden biri Ramazan Altunöz’e bizi kadroya almasını “Belediyeyi kaybedersek Ak Parti tiyatroya dokunamasın” demiş. Ama başkan dinlemedi. 2004 yılında Özgen Keskin belediye başkanı seçildi. 2005 yılında bize ödenen maaşları gündeme getirip “Bu durum yasal değil” diyerek bizi işten çıkardı. “Yasal sorunu çözüp sizi tekrar işe alacağım” dedi ama sözünde durmadı. 2006 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu kuruldu. Aynı şekilde maaşlar ödendi.  

Yine ve yine işsiz kalınca Mehmet Gökçer “Gelin” dedi. Aşkın Kürşat ile birlikte yeniden Bursa Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladık.  

Yeniden Bursa Devlet Tiyatrosu’nda

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyununu Ankara/Büyük Tiyatro’da sahneliyoruz. Tuncer Salman, Yaşar rolünde. Sahnenin arka tarafına perde çekilmiş. Yangın sırasında koruma duvarı sahne derinliğini azaltmış. O arada boşluk var. Kulise gideceğimiz zaman oradan geçiyoruz. Tuncer kuliste kostümünü değiştirdi. Aradan geçerken yangın koruma duvarına çarpınca burnu kırıldı. Kan akmaya başladı. Elinde mendille kanı durdurmaya çalışıyordu. Birkaç kere mendil değiştirip oyuna devam etti. Oyunun sonunda selamlama sırasında Tuncer’in kaza geçirdiğini söyleyince seyirci bu fedakârlığını alkışladı.    

2018 yılından beri Ferâizcizâde Mehmet Şâkir Tiyatro Kursu’nda ders veriyorum. Ustalarımdan öğrendiklerimi gelecek nesle aktarmaya çalışıyorum.  

Eskiden Bursa Devlet Tiyatrosu’nda ya terzilerin orada ya da merdiven boşluğunda soyunurduk. Kulisin üst katında okuma odası vardı. 2001 yılından sonra üst kat çok sıcak oluyor denilerek okuma provaları fuayede yapılmaya başladı. Şimdi üst kat sözleşmelilerin soyunma odası oldu. Okuma provaları sahnede yapılmaya başladı. Kuliste kadınların soyunma odası olan yerin kapısındaki plakette Behzat Butak Adına Düzenlenmiştir diye ya da buna benzer bir şey yazardı. Bu oda Behzat Butak Soyunma Odası diye geçerdi. 1990’lı yıllarda plaket kaldırıldı. Halil Balkanlar müdür olduğu zaman, sağlık ocağından boşalan yeri kafeterya ve bir odayı Yalın Tolga Okuma Odası olarak düzenledi. Aradan yol açılıp kafeterya kulise bağlandı.  

UĞUR OZAN ÖZEN

 

Kaynakça:

“Adana’dan Bursa’ya Bir Ömür Adnan Tunalı”, Prusa Şehrengiz, (Mart – Nisan 2021), Sayı: 128. 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku