TolgaPolat
tolga.tpolat@gmail.com
“Tiyatro, yetiş imdadıma! Uyuyorum. Uyandır beni. Karanlıkta kayboldum, yol göster bana, ya da bir ışık yak. Tembelim, utandır beni. Yorgunum, kaldır beni ilgisizim, vur bana. Aldırış etmiyorum, yok et bu halimi. Korkuyorum, cesaret ver bana. Cahilim, öğret bana. Canavarım, insancıllaştır beni. Yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni. Edepsizim, alaşağı et beni. Kafasızım, değiştir beni!…”
Ünlü aktrist Ariane Mnouchkine 2005 Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi’nde, Tiyatronun insan bakış açısını nasıl değiştirebileceğini ve Tiyatro sanatının barış aşığı Dionysos‘dan bugüne, ne kadar güçlü olduğunu bu sözleri ile özetliyordu…
Tiyatro kültürünün gelişmiş olduğu ülkelerde, savaş zamanlarında bile sahne sanatlarına ara verilmeden, tam tersine önemli klasiklerin böyle zamanlarda daha fazla sahnelendiği, ve perdenin herşeye rağmen açıldığı, bilinen bir gerçek… Bombalar, savaşlar ve insanoğlunun iflah olmaz şiddet dürtüsüne karşın, geçmişten bugüne en kötü zamanlarda bile sanatın iyileştirici ve barışçıl bir gücü olduğu elbette inkar edilemez…
İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından bu kez Hakan Çimenser rejisi ile sahnelenen “Giydirici” sezonun ikinci yarısında, geçtiğimiz günlerde prömiyerini gerçekleştirdi… II.Dünya Savaşı sırasında Nazi bombardıma altında kalan bir turne tiyatrosunun, herşeye rağmen seyircisi ile buluşmasını odaklanan oyun, esasında Tiyatro dünyasının seyirci açısından görünmeyen sahne arkasını, tüm bilinmezlerini ve sahne emekçilerinin acılarını, aşklarını, umutsuzluklarını devam eden bir savaşın gölgesinde en sahici biçimde ele alıyor…. Bir Dünya klasiği olarak Sinema ve Tv Dizisi uyarlaması da yapılan Giydirici, 1995-1996 sezonunda da Arsen Gürzap rejisi ve Haluk Kurdoğlu, Erdoğan Göze, Özgür Erkekli, Seray Gözler ve Işıl Yücesoy gibi efsane bir kadro ile İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından yine sahnelenmişti…
Yazarımız 2002 yılı yapımı “Piyanist” filmi ile “En İyi Uyarlama Senaryo Akademi Ödülü” sahibi Ronald Harwood… Harwood ‘ın kendi kişisel hikayesi de ilginç… Henüz 17 yaşında, Tiyatro tutkusu sebebiyle ailesi ile birlikte yaşadığı Cape Town’tan (1951) Londra’ya taşınan yazar, Royal Academy of Dramatic Art’da sahne eğitimi aldıktan hemen sonra, Sir Donald Wolfit’in Shakespeare şirketi’ne katılır…
Beş yıl boyunca Sir Donald’ın kişisel giydiricisi olarak burada çalışır… Savaş dönemi sahnelenen, Kral Lear ve III.Richard yorumu ile ünlenen Wolfit’in, kişisel giydiricisi olarak görev aldıktan sonra ise birlikte uzun yıllar çalıştığı bu aktörün biyografisini de Harwood yazar… 1980 yılında kaleme aldığı Giydirici adlı bu trajikomik eserini, gerçek hayatta deneyimlediği tecrübelerinin ışığında oluşturan Harwood, bir röportajında yaşadığı dönemin etkisi altında oyun metnini oluşturduğunu ve kendi yaşamından esinlendiğini de açıkça belirtmiştir…
Tüm hayatını bir başrol aktörüne adayan giydirici Norman’ın, ve tüm sahne emekçilerinin canlandırdıkları rolleri dışında, gerçekte sahne arkasında yaşadıkları tükenmişlikleri, duyguları ve tiyatro sanatına olan kutsal bağlılıklarını anlatan metin, bir yanda da savaşın acımazlığı ve yıkıcı gücünün karşısında Tiyatro sanatının nasıl umut olabileceğini gözler önüne sermekte… Tüm karakterler kendi derinlikleri içinde, umutsuzluk, sabır, karşılıksız aşk gibi yoğun duygular yaşıyor olsalar bile ortak buluştukları tek nokta, herşeye rağmen perdeyi açmak… Bir anlamda sanatın bütünleştirici gücünün de kişisel duygular ve çıkarların ötesinde olduğunu ifade eden yazar, Tiyatro’nun onuru adına bu sanata gönül verenlerin fedakarlığını seyircisine sunuyor…
Ergün Sav’ın akıcı çevirisi ile dilimize kazandırdığı Giydirici’nin Yönetmeni ve oyuncusu Hakan Çimenser, tablolar arasında sıkışmayan akıcı ve gerçekçi rejisi ile dikkat çekiyor… Son derece bıçak sırtı olan ve abartıya çok müsait olan özellikle oyun içinde oyun tabloları son derece sahici… Oyunu sıradan bir melodram havasından kurtaran dinamik rejisi için de Çimenser’i kutlamak gerek… 1945‘li yılları başarıyla yansıtan kostüm tasarımı İnci Kangal Özgür’e işlevsel ve izleyiciyi yormayan gerçekçi dekor tasarımı ise Savaş Çevirel’e ait… Ve bu sezon izlediğim oyunlar içinde, anlam bütünlüğüne baştan sona kusursuzca bağlı harika ışık tasarımı ise Akın Yılmaz’a ait… Adeta oyun ile organik bir şekilde ilerleyen ve dramatik öğeyi öne çıkaran müziklerin yaratıcısı ise Fırat Akarcalı…
Ve oyuncular… Sir yorumu ile Hakan Çimenser her ne kadar oyuncu değişiminden kaynaklı üç gün içinde role hazırlanmış olsa bile, duru yorumu ile dikkat çekiyor… Rejiye hakim olmanın yanılgısına kapılmayarak, oldukça güç bir kompozisyon olan Sir rolünü adeta yükseltiyor… Madge yorumu ile Rüyam Perihan Dirin özellikle final bölümünde son derece başarılı… Lady yorumu ile Hülya Gülşen, Lady’nin Tiyatro’da geçirdiği onca yılın çaresizliğini, acılarını adeta rolünün her anına doğal bir yorumla yansıtıyor… Irene ‘de Ebru Demirdöven, MR.Oxenby ‘de Aral Seskir, Şövalye’de Osman Tunca Soysal, Kent’de Sinan Cem Çubuk, Geoffrey’de Abdullah Yakın, Gloucester’de Cem Şahin, Gonerıl‘de Evrim Feyza Ceboloğlu ve Regan‘da İpek Altınöz yönetmenin aktarmak istediği uyum ve birlikteliğe son derece bağlı kalarak, oyunun bütünselliğine katkı sunan bir performas sağlıyorlar…
Ve olağanüstü Norman yorumu ile Celal Kadri Kınoğlu…. Son derece riskli bu rolde, Kınoğlu adeta ilmik ilmik rolüne can veriyor… Norman’ın kırılganlığını, tiyatro tutkusunu ve hayata tutunma çabasını baş aktöre olan bağlılığını ve onsuz kaldığında su yüzüne çıkan çaresizliğini son derece sahici bir yorumlu sunuyor…
İstanbul Devlet Tiyatrosunun 2016-2017 sezonu içinde, başarılı rejisi ve oyunculukları ile dikkat çeken “Giydirici”, dışarda bombalar yağarken Lear’in fırtına sahnesinde mutlaka olması gereken rüzgar makinesini tutku ile çeviren Tiyatro Sanatçılarının, inancını ve ölümüne tiyatro aşkını ortaya koyuyor… Tiyatronun bir sevda, yaşam biçimi ve vazgeçilmez olduğunun adeta bir ispatı olan “Giydirici”, mutlaka görülmesi gereken oyunlar listesinde yerini fazlasıyla alıyor…