Ne Yazmalı?

Neslihan Ekim
2,1K Okunma

Yazar en temel mesele gibi duruyor. Hem dil bağlamında bir taşıyıcı olarak, hem de bir üretim ve arınma alanı olarak. Peki neden sürekli “Yerli yazar yetişmiyor.” Yahut “Yerli yazarlara destek verilmiyor” gibi cümle öbekleriyle sürekli karşılaşıyoruz? Tiyatromuzda bir YAZAR SIKINTISI çekilmekte. Ve kuşkusuz bunun pek çok nedeni var. Bir yazar olarak, bu sorunların tamamına kişisel bir pencereden çözüm arayacağım.

Bir yazarın en temel sorunudur; “Ne yazacağım?” Sebebi genelde yazarlara sipariş iş verilmesi ve belli bir alan, konu üstüne yazmaları. Buna senaristlerden, reklam yazarlarına, gazetecilerden, akademisyenlere kadar her yazar dahildir. Çünkü yazarlık bir meslektir ve yazarların da faturaları vardır. Ancak iki yazar grubu biraz daha özgür çalışır. En özgür olanı roman yazarları, hikayecilerdir ki onların da genelde ikinci bir meslekleri bulunur.

Gelelim bizi ilgilendiren gruba, yani tiyatro yazarlarına… Ahh ki ahhh! Kanayan bir yara… Başta kurum tiyatroları olmak üzere, kendine solcu diyen ve halkçı geçinen tiyatrocular bile aynı çukurun içinde; Sanat Emperyalizmi! Yabancı hayranlığı. Yerli olanı beğenmeme, ön yargılı yaklaşma ve daha bile fazlası… Üniversitelerde yazarlık, özellikle tiyatro yazarlığı eğitimi veren okulların sayısından şikayet edenler mi konuşalım yoksa “Her eline kalem alan yazar zaten canım” diyen göbekli eleştirmenleri mi örseleyelim? Sazı kalem olan aşık neylesin dergahı… Haldun Taner’in Ferhan Şensoy’a verdiği bir öğüt üzre;” Yazar olmak istiyorsan yazacaksın, ben her gün 20 sayfa yazarım.”  Teknikmiş, kurguymuş boşverin. Dramaturg diye bir meslek var, onlar hallederler. Belki biraz söverler başında, ama dedik ya onların da mesleği bu zaten. Siz düşünmeyin yani canım yazarlar. Siz yazın! Oynanır mı kaygısı taşımadan, hatta hiç kimse okumayacakmışçasına YAZIN! 

Eee peki ne yazacağız? Hah işte zurnanın deliğine vardık. Serdiniz mi “piyasa” beklentisi örtünüzü masanıza? Koyun üstüne toplumsal gündem şamdanlarınızı, bir kaç porselen tabak, şöyle İngiliz tarzında, çatallar mutlaka Fransız işlemeli olmalı… Hah… Masada masaymış ha! Şimdi bırakın o masayı orada ve çıkın sokaklara… Hikaye mi arıyorsunuz, orada! İnsanlarla hemhâl olun, dinleyin onları. Duygu mu arıyorsunuz, orada! Yahut, çok mu fazla ağır geliyor dışarısı, diyelim ki evden çıkasınız yok. Olsun. O en zoru ama en iyi edebiyat da orada! Kendi derinliklerinize dalın cesurca. Kendi acılarınızı, öfkelerinizi… Kendinizi dökün, dökülün kelimelere. Sadece yazın önce. Utanmadan, kaygısızca yazın. Sonra bakarsınız yazdıklarınıza, “aaa!” dersiniz, “bu cümleyi kullanırım”. Fakat bu cümle için 2 katı ödeme yapmak zorundalar. Siz belirlersiniz cümlelerinizin ve hatta kelimelerinizin bedelini. Edebiyatçı, sanat üreticisi olan sizsiniz. Siz olmadan ne oyuncu oynayabilir, ne yönetmen yönetebilir… Elbette metnin önemsiz olduğu tiyatro türleri de vardır, ancak köklerimizden olsa gerek, kan uyuşmazlığı yaşarız o “avangard” tiyatrolarla…

En ucuzu, en basiti de olsa seyirci hikaye izlemek istiyor. İyi haber, seyirci Shakespeare’den de sıkıldı! Amatör bir tiyatronun sahnelediği Aziz Nesin oyunu, Hamlet’den çok izleniyor. Shakespeare’den anlamadığı için de değil, doydu çünkü yabancı yazarlara, istemiyor başkasının hikayesini artık. Kendi gibi olanı görmek istiyor sahnede. Komedi ise kendi çaresizliğine gülmek istiyor, dram ise öfkesi gözyaşına dönüşsün istiyor. Arınmak istiyor artık seyirci. Toplumsal olanı bireyden başlatınca çıkıyor gerçek bir karakter. Kahraman ya da anti-kahraman fark etmez! Mahmut Amca ile Hilmi Bey arasında geçen bir diyalog da tüm sınırları aşabilir. Fakat bunun için artık kendi kültürümüzü, insanımızı, kendi sanatımızı aşağılamaktan vazgeçmemiz gerekiyor.

Erzurum’un bir köyünden çıkıp CERN’de atom fiziği okuyan Yusuf’la, Almanya’dan gelmiş müzisyen Selma’nın imkansız aşkı Romeo ve Juliet’den daha izlenesidir bence. Buyurun sizlere örüntü. Çevresini örün. Yazdınız, bitti diyelim. Zurnanın ikinci deliğindeyiz. Ne olacak bu kadar yazılmış yerli oyun? Kurullar oluşturulacak efendim. Önce kurumların içinde. Çünkü hem Devlet Tiyatroları hem de Şehir Tiyatroları şunu çok iyi anlamalıdır; oyun ismi değiştirerek değil, kurumlarınıza ve kurumlarınızdaki sanatçılarınıza güvenmek ve arkalarında durmak ZORUNDASINIZ. Ya da o yönettiğiniz koltukları daha korkusuz sanatçılara teslim edin. Çünkü bu ülkede sanat, iç gerilimi azaltacak ve bizi iç savaş sonrası emperyalist güçlerin oyuncağı etmekten kurtaracak olan en önemli alandır. Bunu pandemi dahil olmak üzere, tarih sahnesinde nereye baksanız görürsünüz. Birlik ve beraberlik ise mesele, tarihte İngiltere Kraliçesinin Shakespeare’i nasıl tüm dünyanın tanımasını sağladığına ve neden küçücük bir kara parçasının hala etliye sütlüye karışmadan en büyük emperyal güç olduğuna bir bakın. Ve derhal kendinize gelin. Tekrar tekrar söylüyorum. Demografik yapı değişirken dil ve kültür meselesi önemlidir. Yerli yazar, yerli yazar, yerli yazar! Ayrıca istihdam alanıdır, vergiden düşersiniz.

Hadi bunu da hallettik mi? Geldik zurnanın üçüncü deliğine… Özel tiyatrolar ve telif meselesi. Konu kilit.  Onk Ajansın acilen Yazarlar Sendikası, Tiyatro Vakfı gibi sivil toplum yapıları ile entegrasyon sürecini güçlendirmesi gerekli. Meslek örgütlerinin yazarların hakları ile ilgili toplantılar düzenlemesi ve sorunların tespiti ile (ki belli de…Neyse!) ÇÖZÜM ODAKLI PROTOKOLLERin hazırlanması gerekli. Gerekirse bir sezon boyunca yabancı yazarların teliflerine “ülke sanat katkı” komisyonu ve vergileri dahil edilerek, ithalat değil ihracat temelli telif düzenlemelerinin yapılması gerekir. Yabancı yazarların oyunlarından sağlanacak ek gelir ile yerli yazarlara teşvik ödemeleri gibi yöntemlere gidilebilir. Konu ekonomi ise, artık başka ülkelere para kazandırmayı durdurmamız gereklidir. Sanatın da ticareti olur elbette, fakat çok daha akılcı ve çok daha şık olmalıdır. Neden boykot edelim ki? Yabancı yazar oynamak isteyen tiyatrolar daha fazla telif ödesin. Hişşttt aramızda, yabancı yazarlara çaktırmayın. Onların zaten bizim pul olmuş paramıza ihtiyaçları da yok. Dert başka, ayık olunsun.

Eeee… kaç delikli bu ZURNA? Siz şimdilik bu üç delikle bir türkü söyleyin hele… Diğer delikleri halk kapatır. Saygılar…

NESLİHAN EKİM

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku