Yücel Erten yazdı: “Bugün Selam, Yarın Reji…”

editor
3,4K Okunma

Yaşam; sevgi, fedakârlık, özlem, empati, samimiyet, iyilik kavramlarıyla anlam kazanıyor.  Sanat, bütün bu ve benzeri anlamları yüceltme işidir. Sanatçı da ruhunu ve aklını bu yüceltmeye adamış insandır. Öznel yeteneğini ve eğitimini, bu uğurda kullanmak isteğini hayatının amacı haline getirmiştir. Öyle ki, neredeyse sadece bu özlemle yaşar. Olanakları ölçüsünde kendini bu uğurda geliştirmeye ömrünü verir.

Bu nedenle; ortaya çıkan ürün ister heykel, ister müzik, ister bir tiyatro oyunu olsun; sanatçının/sanatçıların ürünüdür, eşsizdir.

Eserin/ürünün kavuştuğu övgü ya da yergi de sadece ve sadece sanatçınındır. Bu övgü tiyatroda alkış ile tezahür eder.

Bu övgüyü paylaştırmaya kalkmak; sanatçıyı başka bir özne ya da kategoriyle eşit ya da eşdeğer saymaya kalkmak; tiyatronun olmazsa olmaz en önemli unsuru oyuncuya büyük haksızlıktır. Sanatın odağında sanatçı vardır. Yaratan ve yorumlayan sanatçı.

Eserin; teknik olarak ortaya çıkması ve seyirciye ulaşabilmesi için elbette pek çok çalışan olacaktır. Teknik ekip ve kurum çalışanlarının her biri elbette görevleri gereği eserin ortaya çıkışına hizmete zorunludur. Bu hizmet; yaratımın, sanatsal sürecin özüne değil, biçimine yani dışsal, fiziksel, maddi gereklerinin yerine getirilmesini içerir. Görevleri; yaşamın yeniden üretilmesini gerektirecek sanatsal yaratım değildir.

Son yıllarda prömiyer-galalarda, yaratıcı sanatçıların yanı sıra bürokrat, teknisyen, aksesuarcı, ışıkçı, hattâ teşrifatçı gibi, tiyatrodaki bazı görevlilerin de alkış almaları için sahneye çağrıldığı oluyor. Çok garip!

Tiyatroda bu garip histeri nereden kaynaklanıyor?

Sıra sıra özel yetenek sınavlarını başarıyla geçmiş, 4 yıl oyunculuk okuyup diplomasını almış, -belki de 30, 40 yıl boyunca- hayatının her anını; sanatsal üretimini düşünerek, başka hiçbir mesleği artık tiyatronun önüne koyamayarak yaşayan sanatçının tek ödülü alkışa ortak olmak isteyenlerden mi?

Yani “Tahtı ben getirdim, kralı oynayan kadar emeğim var, selam benim de hakkım!” mı diyorlar?

Tamam. Yalnız bunu hak etmeleri için şöyle bir düzenleme yapmamız gerekecek: Dekor teknisyenleri, aksesuarcılar, giydiriciler, görevlerini seyircinin gözü önünde aydınlıkta yapacaklar ve Bavyera’nın Schuhplattler dansını yapıp, çift ses şarkısını söyleyecekler. Beğenirsek, biz de selamda alkışlarız.

Yahu şu kadarcık şeyi düşünemiyor musunuz? Bir senfoni sona erdiğinde tüm orkestra üyeleri ve solistler, şefin yönetiminde selam verirler. Bugüne kadar şef kürsüsünü, sandalyeleri, nota sehpalarını, timpanileri falan getiren görevlilere selam verdirtmeyi, neden akıl edememişler acaba?…

Bir bale sona erdiğinde dekor kostüm görevlilerini sahnede görmüyorsak bu; seyircinin gözünde diğer emekçileri yok saydığımız anlamına mı geliyor?…

Fazıl Say konserini bitirmiş selam veriyor da; izleyici “O kuyruklu piyanoyu hangi emekçiler taşıdı acaba” diye mi düşünüyor? Piyanoyu oraya taşımış olan görevliyi seyirciye sunmayınca sanatsal bir merakı gidermemiş mi oluyoruz?…

Ayrıca eser üzerine yapılan yazılı değerlendirmelerde de övgü ya da yergi almamaları bize bir şey söylemiyor mu?…

Biz popülizmi, devrimcilik sananlardan mıyız? Popülizme düşmemeyi, aristokrat bir davranış biçimi olarak mı görmeliyiz?

Eğer öyleyse sahne gerisinden geldiğini düşündüğümüz bu histerik isteğin; o oyunun seyirciye ulaşması için emek veren büro çalışanlarını ve sanatçıları gece evlerine taşıyan servis şoförlerini de kapsaması gerekmiyor mu?…

Kitle kuyrukçuluğunun sonu yoktur, biliyorsunuz. Bugün selam, yarın reji!…

Yoksa bu istek, bu selam hezeyanına kapılmış olanları “Abi sizi hiç adam yerine koymamışlar, tabii ki siz de sanatçılar kadar emek verdiniz, ne demek!” diyerek, ‘kazan-kazan’ biatçı kültürden yararlanacağını düşünen popülist uyanıkların eseri mi?

Sorun; sadece gerekli fiziki ortamı yaratmakla ve işlevine uygun değiştirmekle görevli olan çalışanların, sanatçının alkışına özenmelerinde değil;  aynı zamanda bu beklentiyi kendileri için fırsat olarak gören, naylon sosyalist, kitle kuyrukçusu sanat yönetimindedir.

Özerklik doğrultusunda gelişmesi sekteye uğratılmış, siyaset ve bürokrasinin egemenliğine sokulmuş İzmir Şehir Tiyatrosu’nun, bu yönde de popülist ve görmemişlik ürünü bir tutuma girdiği görülüyor.

Tiyatronun sosyal medyada paylaştığı fotoğraflara bir bakın; prömiyer selamında sahnede, oyunun yaratıcı kadrosu dışında kimler var: -Nedense?- ışık teknisyeni, sahne makinisti, makyajcı, iletişim direktörü, terzi, aksesuarcı, sesçi, sahne amiri, müdür, memur ve -neden gerekiyorsa?- genel sanat yönetmeni…

Bu kafa karışıklığının ve görmemişliğin varacağı yer, bellidir: İzmir’in panayırı andıran taşralı siyaset ve sanat anlayışının ortak avlusu.

Artık her prömiyer selamında, sıra sıra bürokratlar da sahneye davet edilirse şaşırmayın: Şube Müdürü, Daire Başkanı, Genel Sekreter Yardımcısı, Genel Sekreter, vesaire… Ne işleri varsa?…

YÜCEL ERTEN

İzmir, 27.12.2024

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku