Tüm İnsani Değerlerin Anlamını Yitirdiği Bir Dünyada Hayatta Kalmak: “Kapıların Dışında”

Şirin İnci
3,2K Okunma

“…Bizi cepheye sürdüler. Bize hiçbir şey söylemediler. Yalnız, görelim sizi dediler. Gösterin kendinizi, yiğitler! Onlar bize bu şekilde ihanet ettiler. Şimdi onlar kapılarını kapamış, evlerinde oturuyorlar. Sayın müsteşar, sayın direktör, sayın yargıç, sayın başhekim. Şimdi bizi harbe gönderenler sanki onlar değil. Hayır, hiçbiri. Şimdi onlar hepsi kapılarını kapamış, evlerinde oturuyorlar. Onlar kapılarını sımsıkı kapadılar. Onlar kürsülerinden, koltuklarından doğru parmaklarıyla bizi gösteriyorlar. Onlar bize bu şekilde ihanet ettiler. Onlar şimdi öldürdüklerinin önünden hissiz geçip giderler, kollarını sallayarak kayıtsız geçip giderler.” (1)

Kapıların dışında Ukrayna-Rusya, kapıların dışında Filistin-İsrail-Lübnan. 21. yüzyıla Soğuk Savaş’la girerken çağımızın tanıklıkları içinde geçiyor günlerimiz: ülke ve zaman değişse de insanın bir başka insana cehennemi yaşattığı akıl almazlıkla. Kapıların içindekilerse çalışmaya devam ediyor; öteki beriki gördüklerini kapıların dışında bırakmak için azılı dişleriyle poz veriyorlar tarihe.

Hayallerini yitiriyor insanlık, güven, inanç, yarın kavramlarını; anılar, yaşamlar, ülkeler yok olurken yer ile gök birbirine karışıyor; hastalıklarla, siber saldırılarla, insanı hedef alan insansız savaş uçaklarıyla laboratuvarlarda, fabrikada, gözlem evinde, cephede insanlık… Yöneticilerin bir el hareketi, milyarlarca canlıyı yok ediyor. Dünya, bir avuç insanı yaşatıyor!

Hiçbir Tiyatronun Oynamak, Hiçbir Seyircinin İzlemek İstemediği Oyun

1921 yılında Almanya Hamburg’da doğan Wolfgang Borchert, İkinci Dünya Savaşı için askere alınıp cepheye gönderilir. Savaşmak istemeyen ama mecbur bırakılan Borchert, cephede ağır yaralanır. Ardından difteri ve sarılığa yakalansa da aynı yıl nasyonal sosyalizme karşı görüşlerini mektuplarında açık seçik bir dille yazdığı için tutuklanır ve yine cepheye gönderilir. 1944’te Rus Cephesi’nde çürüğe ayrılacağı sırada bir kez daha tutuklanır ve dokuz ay askerî hücre cezasına çarptırılır. Savaştan sonra tiyatroda ve kabarelerde birkaç aylığına küçük işlerde görev alsa da sıtma hastalığı yakasını bırakmaz. 1946 yılının sonbaharında bir hafta gibi kısa bir sürede Kapıların Dışında oyununu yazar. 1947 yılında Hamburg’da bu oyunun sahnelenmesinden bir gün önce, henüz 26 yaşındayken ve oyununun sahnelendiğini göremeden, hayata veda eder.

Savaşmak istemeyen ancak savaşın içinde kalan bir asker olarak kısa yaşamı içinde ardında bıraktığı eserlerle “yıkım veya yıkıntı edebiyatı”nın en önemli temsilcilerinden biri olur.

Behçet Necatigil çevirisiyle okuduğum oyun, Türkiye’de ilk kez İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu tarafından 1959 yılında sahnelenir ve 16 kez oynanır.

Ben de İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda geçtiğimiz sezon sonu sahnelenen Kapıların Dışında oyununu, yeni sezon başlangıcında izleme fırsatı buldum.

20. yüzyıl, İkinci Dünya Savaşı… Nazilerin taşın üstünde taş bırakmadığı, Avrupa’ya kan kusturduğu, faşizmini yaymak adına Rusya’ya ilerlediği 1940’lı yıllar.

Beckmann üç yıldır Siberya’dadır. Soğuktan, açlıktan, cepheden, her an burun buruna geldiği ölümden sağ çıkmış, vahşetin ortasından parçalanmış bir diz kapağı ve görmesini kolaylaştıran savaş maskesi gözlüğü ile evine dönebilmiştir. Evi, ailesi, ebeveynleri, mahallesi, savaştan öncesi ve sonrasına dönüşmüş durumda Beckmann’ı karşılar. Beckmann, bu değişim içinde kapıların dışında kalır ve sığınacak tek yerin Elbe Nehri olduğunu düşünür. Nehir de kabul etmez hayattan yılgın askeri. Tutunacak bir şeyler bulma umuduyla sürekli kapı çalan Beckmann, savaşın bireyi, toplumu, anıları, varoluşu nasıl lime lime ettiğini yaşadıkları üzerinden anlatır.

Sessizliğin Dehşetini Duymuyor musun?

Kapıların Dışında için son yıllarda İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda izlediğim en iyi oyunlardan biri diye söze başlamak istiyorum. Hem derdi olan bir metnin seçilmesi hem duygu olarak zamanımıza dokunması hem de seçilen bu metne rejide müzikle ve dansla yaklaşılması çok iyi düşünülmüş, başarılı bir ekip işi ortaya çıkmış. Ayrıca oyun metninin aksine rejide umut verici bir son eklenmiş.

Oyunun yönetmeni, Semaver Kumpanya’da sahnelenen ve çok beğenerek izlediğim Güzel Son (2) oyununun yönetmeni Volkan M. Sarıöz. Müzik Fırat İkisivri’ye, koreografi ise İzmir Tenim’e ait. Müzik ve koreografinin oyuncuların bedenleri ve hisleriyle bütünleştiği böylesi güzel bir çalışmada neden playback söylendiğini sormadan edemem. Çünkü canlı müzik oyunu devleştirirdi.

Nur Sinem Mete, oyunculuk ve metnin önüne geçmeyen bir dekor tasarımı yaratmış: Buruşmuş, yıpranmış Nazi flaması (sembölü, bayrağı), mekân değişikliği için kullanılan dekorlar (kapı, ev içi için masa ve sandalyeler), yıkık ev görüntüleri hikâyenin kasvetine hizmet ederken oyuncuların sahne geçişlerindeki dansına da alan tanımış. Akın Yılmaz, ışık tasarımıyla özellikle müzikli danslı sahnelerin duygusunu daha da güçlendirmiş. Dönemin koşullarına uygun kostüm tasarımı ise Burcu Melek Bozan’a ait.

“Miğferleri çıkarın, çıkarın onları: kaybettik! Bölükler çözüldüler. Bölükler, taburlar, ordular… Büyük ordular ama ölü ordular. Onların orduları ayakta şimdi, yalnızca ölülerin orduları. Bitmek tükenmek bilmez ormanlar gibi: karanlık, mor, seslerle dolu. Donakalmış eski çağ hayvanları denli dikilip duruyor toplar. Çelikten, doyumsuz hınçlarıyla mor ve miğferler paslanıyor. Çıkarın paslanmış miğferleri: yenik düştük. Şimdi çanaklarla süt peşinde sıska çocuklarımız, sıska sütün. Çocuklar mor soğukta ve yoksulluğunda mosmor süt.” (3)

Can Yılmaz, Beckmann karakteriyle iki perde boyunca aksak ayağı, taktığı gaz maskesi gözlüğü ile akıllarda kalıcı bir oyunculukla mest etti. Ancak yıllarca cephede kalan, soğuk ve açlıkla boğuşan bir askerin daha zayıf olması (birçok kişinin savaş deyince aklına Piyanist filmi gelir) hikâyeyi daha da hissettirmez miydi? Bu soruyu sormadan önce fiziksel yakınlık olmasa bile oyunda Beckmann’ın aç olduğunu, tiradlarında o kadar söylemesine rağmen, Can Yılmaz’dan göremedim; hiç olmazsa Binbaşı’nın masasından çaldığı ekmeği gözümüze soka soka yeseydi diye düşündüm. Kız rolündeki Lalizer Tuinman, savaşın içinde yalnız kalan bir kadının duygu geçişlerini beyaz elbisesi içinde ne güzel oynadı. Kabare sahnesi çok keyifliydi; Harun Özer, oyunculuğuyla direktör rolünü karakterize ederken metnin sanat yorumu harikaydı. Binbaşı ve ailesi sahnesinde metindeki damat, rejide iki kız kardeşe dönüşmüş. Bu bir fark yaratmadı ama Binbaşı’nın neden megafonla konuştuğunu, tekerlekli sandalyesinde neden hortumlarla oturduğunu anlayamadım, beni rahatsız etti ve sahnenin en vurucu cümleleri kaybolup gitti megafon sesi içinde. Backmann’ın anne babasını bulma sürecinde ailesinin evine yerleşen kadını neden bir erkek hem de trans gibi oynadı, oyuna ne gibi bir katkısı vardı? Can Albayrak, Tek Ayaklı Adam’ı hissizliği ve duruşuyla ürkütücü bir ölü olarak başarıyla oynadı. Cenaze Sesi Müdürü’nün sahne başında sıkça geğirmesi, daha sonraki sahnelerinde de olsa bir bütünlük oluştururdu kanısındayım, kim bilir belki sahneler sonrasında geğire geğire daha da şişman karşımıza çıksaydı Ölüm’ün artmaya devam ettiğini bedeniyle pekiştirirdi. Metinde İhtiyar Adam olarak geçen Tanrı’yı Evrim Kırcı canlandırıyor ama genç bir oyuncunun seçilmesinin dışında tanrının o hiçbir işe yaramadığı hissini hissettiremedi, daha çok şaşkın bir çocuğun ne yapacağını bilemeyen hali gibi geldi bana. Öteki rolünde Onur Camcı, Elbe Nehri rolünde Çiçek Üstün ve oyunun kalabalık ekibi –sıraladığım birkaç yorum dışında- bir bütün olarak başarılı bir işe imza atmışlar. Her birini tebrik ederim.

“Fakat sanatın gerçekle bir ilgisi yoktur ki! Seyirciler gıdıklanmak isterler, çimdiklenmek değil! Herkes birdenbire gerçeği söylemeye kalkışsaydı halimiz neye varırdı? Bugün gerçeğin birazını bile öğrenmek isteyen var mı? Ha? Var mı? Benim izleyicilerim böyle şeyler görmek istemez!” (4) diyor ya Kabare Direktörü, yanılıyor; işte ben çoğunlukla gerçeği haykıran oyunları sahnede görmek istiyorum.

Kapıların Dışında oyununu izlemenizi, olanağınız ve zamanınız varsa oyun metnini okumanızı ve Wolfgang Borchert hakkında kısa da olsa araştırma yapmanızı öneririm.

İyi seyirler…

ŞİRİN İNCİ

 

Kaynakça:

1 Wolfgang Borchert, Kapıların Dışında oyun metninden

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3999250

Borchert, Wolfgang (2017): Kapıların Dışında. Behçet Necatigil (Çev.). İstanbul: Can Yayınları.

2 https://tiyatrodergisi.com.tr/deniz-daha-bembeyazken-cikacaksin-yola-guzel-son/

3 Das İst Unser Manifest (Bizim Manifestomuz Budur), Wolfgang Borchert

4 Oyun metninden kolaj

KAPILARIN DIŞINDA

Yazan: Wolfgang Borchert

Çeviren: Behçet Necatigil

Yöneten: Volkan M. Sarıöz

Dekor Tasarımı: Nur Sinem Mete

Kostüm Tasarımı: Burcu Melek Bozan

Işık Tasarımı: Akın Yılmaz

Müzik: Fırat İkisivri

Dramaturg: Şafak Eruyar

Dans & Hareket Düzeni: İzmir Tenim

Şan Eğitmeni: Atilla Gündoğdu

Makyaj Tasarım & Uygulama: Murat Polat

Yönetmen Yardımcısı: Hüseyin Barış Özkan

Işık Tasarım Yardımcısı: Kaan Eman

Asistanlar: Cihan Akyürek, Merve Durgun, Büşra Devrim Cevher, Derya Özkan

Oyuncular:

Beckmann: Can Yılmaz

Öteki Adam: Onur Camcı

Kız: Lalizer Tuinman

Elbe Nehri: Çiçek Üstün

Direktör: Harun Özer

Tek Ayaklı Adam: Can Albayrak

Tanrı: Evrim Kırcı

Ölüm: Gökhan Eroğlu

Binbaşı: Tolga Kortunay

Bayan Kramer: Doruk Ordu

Jürgen: Melisa Polat

Binbaşı’nın Karısı: Gülşah Bolat

Binbaşı’nın Kızı 1: Gizem Genç Aydın

Binbaşı’nın Kızı 2: Nesli Yılmaz

Er: Gökhan Yıldırım

Elbe Halkı: Tolga Kortunay, Gökhan Yıldırım, Görkem Koyuncu, Gizem Genç Aydın, Nesli Yılmaz, Melisa Polat, Gülşah Bolat, Büşra Devrim Cevher, Ekinsu Karaata, Ihlara Yener, Merve Durgun, Nazlı Altun, Yankı Fırat

Teknik Kadro:

Sahne Amiri: İhsan Ata

Kondüvit: Erhan Kösüre

Işık Kumanda: Arif Temel

Dekor Sorumlusu: Ali Osman Çalışkan

Aksesuar Sorumluları: Hüseyin Baş

Kadın Terzi: Hatice Özyurt

Erkek Terzi: Meral Şeker

Peruka: Hayati Turan

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku