Tarafsızlık ve Birlik İçin Açık Çağrı

Neslihan Ekim
2,1K Okunma

’Türk tiyatrosu var mı? Günümüzün sanat tartışmalarından biri de budur… Ben bugün bir Türk tiyatrosu olduğu kanısında değilim. Var olan şey, kendisini herkese benimsetir. Hiç kimse var mı diye kuşkuya düşmez. Fransa‟da “Fransız tiyatrosu var mı?” diye tartışılır mı? Birkaç tiyatro yazarının bulunması da “Türk tiyatro yazarı, Türk tiyatrosu var” demek değildir… Bir ulusun kendi kendine –tiyatrosu var! demesi hiçbir değeri olmayan sözdür… Olmayan Türk tiyatrosu bir oluş içindedir. En büyük umudumuz işte bu oluştur’’ 

Aziz Nesin

Uzun süredir tiyatromuzda kavramsal bir tartışma süre gelmekte… Türkiye Tiyatrosu mu? Türk Tiyatrosu mu? Öncelikle konuya ‘ulusal kimlik’’ nedir? Sorusuyla başlamak isterim. Kolektif bir aidiyet duygusudur bence. Konunun ırkla bir ilgisi yoktur. Alt kimlik- üst kimlik meselesi de değildir. Fakat yıllardır süren egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden,  toplumu ayrıştırma politikalarının bir sonucu olarak ortaya atılan ‘’Türkiyeli’’ tanımının tuzağına ne yazık ki pek çoğumuz düşmekteyiz. Burada dil ilgili ilgili kavramsal bir nitelik sorunu vardır. Bir Alman’a, Almanyalı demeyiz. Orijinal dilinde Deutschland olan Almanya, Almanya Federal Cumhuriyeti olarak, kendi içerisinde özerk yani kendi yasaları ve kuralları olan fakat dış işlerde tek devlet olarak hareket eden Avrupa Birliği üyesi bir ulus devlettir. Özellikle Almanya^dan örnek vermemin nedeni, Hitler döneminde ırkçılıkla çok sert koşullarda yüzleşmiş ve şu an Türk nüfusunun en fazla olduğu ülkelerden biri olmasıdır. Almanya’ya zamanında türlü nedenlerle göç etmiş yurttaşlarımızın torunları yaşadıkları bölgelerde hala kendi kültürleri ile var olmayı sürdürseler bile, çiftte vatandaş olarak yaşadıkları ülkenin kanunlarına tabidir.

Tam bu noktada anayasanın ilk 4 maddesinin önemini vurgulamak gerekir. ‘’MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.’’ İfadesinden yola çıkarak Türk Tiyatrosu kavramını tamamen dil ile olan ilişkisi üstünden okumamız gerekli. Elbette ülkemizde şu an da Kürtçe Tiyatrolar da yapılmaktadır ve oldukça başarılı örnekleri de vardır. Kürtçenin bir tarihsel edebi süreci ve dilini yok sayarak Türk Tiyatrosu demek yahut onları da kapsayıcı bir tanım kullanmak için Türkiye Tiyatrosu demek ve bu tartışmalarla egemen sınıfının ekmeğine yağ sürmek biz sanatçılara yakışmaz. Türkçe bilmeyen, ana dili Kürtçe olan insanımıza Türk Tiyatrosundaki metinleri Kürtçe’ye çevirerek, hatta Kürtçe yazılmış metinleri de Türkçe’ye çevirerek kültürel mirasımızı pekiştirmenin daha doğru bir yol olduğunu savunmaktayım.

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde açılan halk evlerinde ‘’aydın’’, ‘’batılı’’ görüşü benimsetmek ve Cumhuriyet ideolojisini halka bir eğitim misyonu ile aşılamak için; Levent Boyacıoğlu’nun tanımıyla ‘’ İnkilap Temsilleri’’ adında ki çok sayıda eserin sahnelendiği biliyoruz. Yine bu dönemde aynı ideolojinin şehirlerde ki yansıması çeviri ve uyarlama metinlerdir. Bunun üzerine o yıllarda başlayan yerli/ yabancı tartışmalarının Demokrat Parti döneminden Muhsin Ertuğrul’un çabaları ile Türk Tiyatrosunda pek çok genç tiyatro yazarının yetişmesine olan katkıları da yadsınamaz. Yabancı kavramına bu açıdan bakarsak, yüzyıllardır bu coğrafyada yaşamış, kurtuluş savaşında yaşadığı toprakları kanının son damlasına kadar savunmuş Kürtler, öz be öz yerlidir. Ülkenin bölünmez bütünlüğü için ana yasa sonrasında Atatürk’ün önce eğitim sonra Güzel Sanatlar alanına önem verdiğini, Türkiye Cumhuriyeti’ni batıyı örnek alarak inşa ettiğini fakat hedefinin toplumu her alanda batının da ötesine taşımak olduğu unutulmamalıdır.

Bu bağlamda, kültürel mirasımız olan bu coğrafyanın her hikayesi, masalı, anlatısı çok değerlidir. Yani özünde bu coğrafyanın insanı değerlidir. O yüzden bu tartışmaları bir kenara bırakarak yapılması gereken tek şey üretmek ve kültürler arası etkileşimi arttırmaktır, dayanışmadır. Aziz Nesin’in sorusunu tekrar tekrar kendimize soralım yenidien. Ulus kavramı içinden soralım. Türk Tiyatrosu var mıdır? Kendi içinde hala Türk mü? Türkiyeli mi sorusuyla uğraşan bir milletin tiyatrosu olur mu? Bir oluş hali nedir? Bir insan söz gelimi nasıl varolur? Bir anne ve bir baba ile… Doğacak olan çocuğun tek bir kimliği vardır. Çocuk iki insanın ortak kimliğinin bir ürünüdür. Türk Tiyatrosu da öyle… En çok tartışma Kürt etnik kimliği üstünden olduğu için onlardan örnek veriyorum fakat unutulmamalıdır, bu ülkede çok fazla etnik kimlik vardır. Laz Tiyatrosu da olmalıdır, Çerkez Tiyatrosu da, Boşnak Tiyatrosu da olmalıdır, Rum Tiyatrosu da…

Bunlar bir tartışma konusu değil, kültürel zenginlik olarak görüldüğünde gerçek anlamda bir Türk Tiyatrosundan bahsedebiliriz. Nasıl Türk Mutfağı dediğimiz de, kebap ve semizotu salatasını aynı soraya koyabiliyorsak, Türk Tiyatrosunda da bu anlamda farklı metinler, sahnelemeler, müzik kullanımları gibi kültürler arası bağların güçlendirilmesi gerekmektedir ki lezzet artsın. Bir tiyatro festivali olduğunda söz gelimi batılı oyunlara hayranlık geliştiren ‘’aydın’’ seyircinin bir türkü duyduğunda duygulanmaması mümkün müdür? Batılı olmak istemiyoruz, hiç istemedik. Atatürk’ün belirttiği gibi hedefimiz batının da ötesine geçebilmek ve bunun tek kolu kendi kültürümüzün yani daha önce ‘’metamodernizm’’ yazılarımda da bahsettiğim gibi yapının bize ait olmasıyla ilgili. Yapılanma için ister batıyı örnek alın, ister uzak doğuyu fark etmez.

Eğer sanatçılar olarak toplumla aynı dili konuşmak, aynı duyguları hissetmek, özdeşlik kurmak istiyorsak yapı kendi özümüz. Ve Türk Tiyatrosu için ne yazık ki hala eksiklik kendi özümüzde. Önce o eksiklerin farkına varmamız şart. Çünkü sistem bizim eksikliklerimizi bize karşı kullanarak egemen kapital sermayenin, yani ABD başta olmak üzere bizi yıllardır sömüren diğer ülkelerin bizden beklentilerini karşılamaktadır. Kültürü olmayan bir millet, bölünmeye de sömürülmeye de mahkumdur. Kültürümüzün, öz değerlerimizin nasıl yozlaştırıldığını iyi okumamız gerekli. Öncesinde ‘’yozlaşma’’ kavramını batının ahlak tanımı üstüne kurgulayan sistem şu an Ortadoğu’nun din üstüne kurulu gerici sistemi bize dayatıyor. Tiyatro festivalleri yasaklanıyor, oyunlar sansürleniyor. Yıllardır üstümüzden yürütülen toplum mühendisliğinin farkına varmamıza rağmen tersine mühendislik hamlelerini gerçekleştiremiyoruz. Sürekli manipüle ediliyoruz ve taraf seçmeye zorlanıyoruz. Bunlara karşı direnmek artık bir çözüm değil. Tüm bunları olduğu gibi reddetmek ve taraf değiliz dememiz gerekli. El ele verip, sadece üretmemiz, yorulmamamız gerekli. Konuşmak yerine çalışmak, tartışmak yerine sarılmamız şart ve gerekli. Yazımı Haldun Taner’den bir alıntı ile bitirmek istiyorum. O dönemde kurumsal tiyatrolar üstünden yazdığı yazının, günümüzde her tiyatro için gerekli olduğunu hatırlatarak….

‘’Telif esersiz Türk tiyatrosu olmaz. Şu halde yerli yazar desteklenmelidir… Genç yerli yazarları lanse etmek, yetiştirmek, eğitmek devlet tiyatrolarının borcudur. Genç trupların, amatörlerin bu yazarları tanıtması mahsurludur. Teknik bakımdan kusurla dolu genç eserleri ancak zengin ve itinalı bir mizansen ve profesyonel aktörlerin usta oyunu bir dereceye kadar yumuşatır, affettirir. Devlet ve Şehir tiyatroları hiçbir esbabı mucibe ile bu memleket ve kültür ödevinden kaçamazlar. Kaçarlarsa yanlış bir yola sapmış olurlar. Yerli yazar yetiştirmek için ona karşı iyi niyetli bir tutum zaruridir. Oyunu oynayan yazar büyük bir lütfa mazhar edilmiş gibi bir durumda bırakılmamalıdır. Kendini tiyatronun rejisörü, aktörleri, edebi heyeti küçük görmemeli: Türk tiyatrosu içinde değerli ve doldurulamaz bir yeri olduğuna inanmalı, kendine güvenmelidir. Eseri oynanamayan yazara karşı da tiyatro sorumlularının bazı ödevleri vardır. Sadece eserinin reddolunduğunu yazara bildirmek yetmez. Neden mahzurlu olduğunu, bu mahzurların nasıl tashih edilebileceğini iyi niyetle bildirmek gerekir. Bunun için sadece bir letür mahiyetinde olan edebi heyet yetmez. Bunun yerine Avrupa tiyatrolarının bir çoğunda olduğu gibi dramaturg sistemine gitmek doğru olur. Dramaturg piyes tekniği uzmanıdır. Dramaturg tiyatronun imkanlarının, üslubunun, seviyesinin, seyircilerinin, gustosunun sözcüsüdür.’’

NESLİHAN EKİM

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku