Ses Tiyatrosu’na soğuk bir havada girdik. Yıllar sonra o salonun içine girerken birbirinden değerli pek çok insanın sahne tozuna yazılmış hikayesiyle karşılaşacağımı biliyordum… Henüz tiyatro gişesinden içeriye doğru adım atarken Ferhan Şensoy’un sesini duydum. Oyunlarının bazı bölümlerinden kaydedilen ses kayıtları salona yayılıyordu. Henüz oyunun başlamasına dakikalar vardı, duvarda asılı olan fotoğraflara, afişlere baktım. Duvarlar nemi ve geçmişin seslerini taşıyordu.
Girişin sağ tarafında kitaplar ve özel basılmış tişörtler satışa sunulurken, sağ tarafta büyük bir büfe, içki yasağı gelmeden önceki barı, şimdilerde su satıyor. Elbette bunlar tiyatronun yaşaması için gerekli alanlar, çünkü izleyici sadece orada oyunu seyredip gitmeyecek, tiyatro ile ilgili kitapları, bu tarihi tiyatroya özgü eserleri de alacaktır.
Tiyatro biletlerinin pahalılığından yakınanlar, dışarıda bir tabak yemeğe verdiği fiyatı karşılaştırır ama lokantalarda satılan yemekler, karşılanacak boyutta değil, çünkü sürekli artan maliyet, dar gelirli tüketicinin üzerine daha ağır yük bindirmekte, o da kısabileceği her şeyden kısmaya özen gösteriyor. Tiyatronun gerçek seyircisi ne yazık ki krizin bedelini ödemek zorunda bırakılmışlar arasında.
Salonun kapısı açıldı ve yerlerimiz aldık, gereken ilgiyi seyirciler ya göstermemişti ya da ekonomik krizin tiyatroya yansımasını yaşıyorduk. Ekonomik kriz sadece sabit gelirlileri vurmuyordu, emekçileri ve küçük esnafı da vurdu. Meslek sahibi, yetenekli olmuşsun, çok çalışmışsın önemi yok; para yoksa, yoktur!
Büyük markaların prestij için bulunduğu İstiklal Caddesi’nde sanat ve kültür merkezlerinin durumu düşündürücüdür. Büyük sermaye ve bankaların mekanları dışında hepsi ayakta kalma mücadelesi içinde, seyirciye bağlı olarak salonlarını ya ısıtacak ya da örümcek ağlarına teslim edeceklerdir…
Ses Tiyatrosu ve Ortaoyuncular, tiyatro tarihimizin orta direğidir, kuşaktan kuşağa aktarılan “kavuğun” yuvasıdır. İstiklal Caddesi’nde muhalif tiyatronun, epik tiyatro ile geleneksel ortaoyunun harmanlanarak yeni bir ses, yeni bir anlatım, yeni bir nefes bulduğu, aynı zamanda Haldun Taner‘in tiyatro anlayışının yeniden yorumlanarak hayat bulduğu mekandır.
Ses Tiyatrosu, tarihimizin kırılma sürecinde ortaya çıkmış, tarihe tanıklık etmiş, tarihi yeniden yorumlamış, Ferhan Şensoy kişiliğinde biçimlenen, onun dilinin, onun sahne anlayışının bir çatı altında özgürce kendisini ifade ettiği bir mekandır. Aynı zamanda kabare tiyatrosunun yaşayan en önemli temsilcisidir.
“Şahları da Vururlar” oyunuyla, Ortaoyuncular ustalarından aldığı tarihi birikimi yeniden yorumlayarak sahneye taşıyorlar, üstelik yeni kadrosu ve geçmişin birikimin taşıyanlarla harmanlanmış bir kadro sahnede seyircisiyle buluşuyor.
“İran’da bir yangın var
İtfaiye Failün,
Faili belli değil
Failatün Failün.”
Aruz ölçüsü, bir döneme göndermedir, gerçi yeni kuşak bu edebiyattan ne kadar haberdardır bilmiyorum. Eskiden lisede edebiyat dersinde bu ölçüler ders olarak verilir, lise eğitiminden geçmiş her birey aruz ölçülerin ne ifade ettiğini bilirdi. Saray ve çevresinde gelişen edebiyatın yazım tekniğidir, bir anlamda Nazım Hikmetler’e ve günümüz şairlerine kadar taşınan büyük birikimin ara yoludur. Bugün bu ölçüleri kullanarak şiir yazan var mıdır bilmiyorum, ama klasik Türk musikisi icra edilen konserlerde alkışla tutulan tempolar bu ölçüdedir…Aruz ölçüsü aslında acem diyarına ve saraya doğru bir göndermedir.
Azeri Türkçesine gönderme olarak “b” harfi yerini “m” harfine bırakırken modern Türk dili kurallarının işletildiği bir ses düzenlemesine gidilmiştir. Seyirci ilk anda belki bu bozmayı hemen anlamamış olabilir ama, oyuncular muhteşem bir istikrarla yaratılmış bu yeni dili sahnede olağan ve doğal bir biçimde kullanmaktadırlar. Ferhan Şensoy bir dil cambazıdır, var olanı bozup, yerini yeni, kendisine özgü bir dil kullanımına ve ona bağlı olarak anlayışa, mantık düzlemine bırakır… Benzetmeler, çağrışımlar ilk duyulduğunda gülünç gelir ancak söylemden kaynaklanan gülünç durumda, kısa sürede kara mizahın ağırlığı hissedilir, çünkü ilk dalgadan sonra gelen dalga gülünç olanın yerini trajediye bıraktığına işaret eder.
Olay, İran’da geçmektedir. İkinci dünya savaşı süreci ve onu izleyen yıllardan günümüze doğru bir tarihi çizginin içinde yer alan kurgusal ama tarihi gerçekliği olan bir çizgidir bu. Kabare tiyatronun özelliği, ana, zamana göndermelerin, mekanın somut halinden soyutlaştırarak tüm coğrafyalara, tüm zamanlara gönderme yapacak şekilde yeniden oluşturulmasıdır. Bu çok tehlikeli bir oyundur. Oyun içinde zamansal oyunlar kurgulanırken, tiyatronun tarihinde, onu yakmaya kadar giden bir saldırının gerçekleştiğini anımsarız; resmi raporlara rağmen, biliriz ki bu göndermelerden rahatsız olanlar yakmıştır…
Ömer Hayyam, Şah önünde son şiirini okurken, idam edileceği bilincindedir, “şairler ölür ama şiir yaşar” der. Benzer biçimde, Ferhan Şensoy artık aramızda değildir ama oyunun her dakikasında yazdıkları, sahneye taşıdıkları, usta çırak eğitimden geçmiş oyuncuları ile aramızdadır.
“Şahları da Vururlar” oyununda güncel göndermeler yerini daha çok metne sadık kalma tercihine bırakmıştır. Seçilen müzikler ise, dinamizmini koruyarak bugüne dek zamanı yok ederek gelmiştir. Müzisyenler sahneye oyuncu gibi inmekte ve oyuncularla birlikte seyirciyi de müziğe, müziğin coşkusuna davet etmektedirler. Kostümler, dans, dekor, oyunun estetik boyutları üzerine ne kadar ince ince düşünüldüğünü yansıtmaktadır.
Oyunun konusu aradan geçen uzun yıllara rağmen, günceldir. Bugün, ülkemizde de her şey raydan çıkmış, bir çürüme ve gerileme süreci yaşanmaktadır, rejim halktan kopmuştur. Sarayda yaşayanların hayatları ile halkın yaşadığı hayat arasındaki uçurum çok büyüktür. İran Şahı öznesini çıkarın, yükselen popülist sağ politikaların hüküm sürdüğü pek çok ülkede manzara benzerdir.
Emperyalist devletlerin liderleri, yarı ya da tam sömürge yaptıkları ülkenin liderlerinden daha fazla o ülke üzerinde belirleyicidirler. Değişmez kuraldır ve bu durum her zamana uyar… Doğruları söylemek, yanlış olanı eleştirmek şahların hoşuna gitmez, bu durum da vatandaşlarına her türlü zulmü, eziyet etmeyi “fıtrat” olarak gören liderler için geçerlidir. Onlar için, halka baskı ve zulüm uygulamaktan başka yönetim biçimi düşünülemez. Liderler tarihle, toplumla yüzleşmek yerine, zamanın sunduğu teknolojik nimetleri kendi güvenlikleri için kullanan diktatörlere dönüşmektedirler. Bu tür liderler de dünden bugüne var olmaya devam etmektedirler.
Baskı rejimi altında yaşayanlar için ise mizah en büyük silahtır, söylenmesinden çekinilen ne varsa mizahın diliyle söylenir. Mizahı ortadan kaldırdığınız an, o ülkede muhalefet de bitmiş demektir. Bu yüzden korku rejimleri mizahı yok etmek için sindirme ve satın alma yöntemlerini kullanılır. Ülkemizde mizah dergisi Gırgır bir gece operasyonu ile satıldığında dönemin lideri Özal çok mutlu olmuştur. Gırgır’ı satın alanın günümüzün muhalefet gibi gözüken medya patronu olduğu ise çoktan unutulmuştur…
Oyunda kullanılan mizahi göndermeler aslında günceldir ama bu göndermelerin özellikle genç kuşaklar tarafından yeterince anlaşıldığından şüphe duydum. Çünkü geçen zaman içinde söylem farkları oluştu, sözcükler, cümleler, zaman içinde anlamlarını değiştirmiş, yeni anlamlar yüklenmiştir. geçmişte kullanılmayan ama günümüzde popüler olan birçok söylem dilimize girmiştir. Genç seyirciler arkamda cinsel içerikli göndermelere gülerken, acaba oyundaki göndermelerin siyasi arka yüzüne dair bilgileri var mı diye düşünmekten kendimi alamadım. Özellikle metnin yazıldığı dönemden bugüne bizim ülkemizde tarihinde görüşmemiş bir hızla pek çok değişti, kavramlar, değerler alt üst edildi. O dönem yazılmış metinlerin bu hızlı toplumsal dönüşümden ne kadar etkilendiği, günümüz insanıyla, özellikle yeni nesillerle nasıl karşılaştığı ayrı bir sorgulama alanı.
Oyuncular, çok büyük bir tarihsel yükün altında, tam bir sorumluluk içinde başarıyla oyunu sahneye taşıyorlar, yıllar sonra yeniden. Büyük bir ustanın gölgesi oyun boyunca onlara eşlik ediyor. Oyuncularda, Ortaoyuncuları Ferhan Şensoy’un bıraktığı noktadan devralıp taşıyacak olmanın ağırlığı hissedilmektedir.
Yaşadığımız zamana, günümüze yönelik açık eleştiriler yerine, genel ve yüzeysel eleştirilerle yetinen bir oyun izledim. Güldüm mü, evet çok güldüm; ders çıkardım mı, evet çok çıkardı; yeterli mi, elbette değil… Fakat onları da anlıyorum, çünkü klasikleşmiş bir eseri bu kadar kısa zaman sonra yeniden yorumlamak çok kolay iş değildir.
“Failatün failün
Faili belli değil
Herkes tutuklanıyor
Mefailün failün
Sebebi belli değil
Failatün faşizma
Failatün çok saçma.”
Saçmalığın gülünç hali olur mu, olur elbette, hele de bizzat o saçmalığın içinde yaşayınca gülünç tarafı gözümüze hiç batmaz…
Mizah ezilenin yanında, baskı yapanın karşısında duruştur. Ortaoyuncular, bu anlamda çok kıymetli bir çabanın temsilcileridir. Emeği geçen her çalışana çok teşekkür ediyorum, iyi ki varlar, iyi ki Ortaoyuncular’ın o güzel geleneğini yaşatıyorlar.
“Şahları da Vururlar” oyununa gidin, Ortaoyuncular ve sahnesi yaşasın!
İSMAİL CEM ÖZKAN
Şahları da Vururlar
Yazarı: Ferhan Şensoy
Yönetmen: Volkan M. Sarıöz
Orijinal Müzik: Fuat Güner – Ferhan Şensoy
Sahne Tasarım / Kostüm Tasarım: Başak Özdoğan
Oyuncuların İsimleri:
Celal Belgil
Erkan Üçüncü
Serap Günaydın
Özkan Aksu
Elif Durdu Şensoy
Orkun Akyıldız
Sefa Tantoğlu
İlksen Ökte
Ve
Müzisyenler:
Nejat Yavaşoğulları
Gökhan Şeşen
Burhan Şeşen