İzmir Şehir Tiyatrosu’nun Türkiye’de ilk ve örnek ‘sanatsal özerklik’ uygulamasının yok edilişini; tepesine bir vesayet manivelası olarak toplama bir Danışma Kurulu’nun icad edilişini; tiyatronun Yönetim Kurulu’na bürokrat abanmasını; bütün bunların gizli-kapaklı yönetmelik değişikliği ile gerçekleştiğini yazmıştım. Demokratlıktan uzak bu manevralarda rol oynayan ve bugün İzŞT’nin Danışma Kurulu ile Genel Sanat Yönetmenliğine oturtulmuş bulunan darbeciler lobisinin marifetlerini, isim isim, tarih tarih yazmıştım. Merak edenler Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nde Yücel Erten adıyla bir arama yaptıklarında hepsini bulabilirler.
İzmir Şehir Tiyatrosu’nun, yeni Genel Sanat Yönetmeni darbeci Üzümcü ile nasıl pejmürde bir hâl aldığını ayrıntılı olarak yazacağım. Bugün tarih karşısında kayda geçirmek istediğim konu, giderek katmerlenen bir ayıp.
***
İzŞT’nin internet sitesinden Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’in adının ve fotoğrafının kaldırılması üzerine, 14 Eylül tarihinde sosyal medya hesabımdan kibarca bir uyarıda bulunmuştum.
Doğrusu ya, başlangıçta “İhmaldir ya da fırsat bulamamışlardır. Bir uyarıda bulunursam, düzeltme yoluna giderler” diye düşünmüş; çok da önemsememiştim. Çünkü ‘Yönetim’ sekmesinde, benim görev süremde birlikte çalıştığım Direktör arkadaşların fotoğrafları henüz sayfada duruyordu. Adım ve fotoğrafım belli ki ‘Yangında İlk Kurtarılacak’ faslına girmişti.
Üç hafta sonra, sayfa düzenlenmiş, ilişikteki fotoğrafta görülen beşûş çehreler yerleştirilmişti ama, Kurucu Genel Sanat Yönetmeni yine yoktu. Yanlış anlaşılmasın, ben binanın herhangi bir yerine fotoğrafımı falan astırmış değilim. Sadece kurumun internet sitesinde, tarihine ve kuruluşuna ilişkin bilgi olarak yer alan bir fotoğraf. Hadi fotoğraftan geçtim, kurucu sanat yönetmeninin adını silmek, bilgi silmek nedir yahu?
***
6 Ekim tarihinde yine sosyal medyadan, bu davranıştaki saygısızlığa, emek ve sanat düşmanlığına değinen bir metin paylaştım. Bir düzeltme gereğinin duyulmamış olması, bu saygısızlığın bir ihmal olmadığını, kasıtlı olduğunu gösteriyordu. Üzümcü, tiyatronun tarihini kendisi ile başlatmak hevesine mi kapılmıştı? Öyle ya, bu tiyatroyu İstanbul’dan zembille mi getirmişti?…
Doğal ki bu paylaşım üzerine yüzlerce insan, özellikle de düşün-yazın-sanat çevresi, sanatseverler, demokratlar, aydınlar, Üzümcü’nün bu tutumunu ayıplayan, kınayan yorumlarda bulundu.
Bütün bu yorumlar, sadece Genel Sanat Yönetmeni Üzümcü’yü değil, bir kurum olarak İzmir Şehir Tiyatrosu’nu, giderek İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni, Başkanı’nı, mensup olduğu partiyi ve demokratlığı ile övülen İzmir’i, Türkiye kamuoyu nezdinde hırpalıyordu. Üzümcü’nün kof demokratlığından ve cehaletinden kaynaklanan bu tutumun, giderek kurucusu olduğum tiyatroya ve İzmir’e zarar verdiğini görmek; doğal ki benim için de üzücüydü.
Görmezden, duymazdan gelenler de oldu elbet. Toplama Danışma Kurulu üyeleri, kurumun Yönetim Kurulu’ndaki bürokratlar, darbe lobisi, tiyatro konusunda İzmir’in kanaat önderi geçinenler, susup oturdular. Ama benim en çok canımı yakan, kurum sanatçılarının, bu kallâvî gaf karşısında gıkını çıkaramayışı oldu.
Kimsenin benim adıma direnişe geçmesini, muhalefet etmesini filan beklemem. Ama bu, doğrudan kendi kurumlarını, kendi tarihlerini, kendi emeklerini küçük düşüren, inkâr eden, satışa getiren bir hareketti. Bu konuda -temkinli ve kibarca da olsa- bir tepki göstermelerini beklemek normaldi. Oralı olmadılar.
Şöyle düşünmek istemem doğrusu: “Demek ki onların da odaklanabildiği konular, maaşları ile oynayacağı rollerden ibaretmiş. Orada bir Kurucu Genel Sanat Yönetmeni ve ‘öncülük’ gibi bir ortak görev yokmuş; o üç yıl meğer yaşanmamış!”
Yok, öyle düşünmeyelim. Peki, ne düşüneceğiz o zaman? Hadi şöyle diyelim: Olup bitenlerin şaşkınlığı içinde tavuk karası olmuş olabilirler…
***
14 Eylül’den bu yana yaklaşık iki ay geçti. O sayfada bir değişiklik yok. Yapılan ayıbın, cahil cüretiyle ve ezikliğin inadıyla sürdürüldüğü artık apaçık.
Şimdi diyeceksiniz ki, bunları biliyoruz. Neden tekrar yazıyorsun? Olayın yeni halkası, İzmir Şehir Tiyatrosu’nu -dolaylı olarak da olsa- töhmet altında bırakacak bir zavallılık. Anlatayım:
Tiyatronun önünde bir zeytin ağacım vardı. Fidanı, değerli Başkan Tunç Soyer’in bir prömiyer armağanıydı. Benim dikecek, bakacak, yetiştirecek yerim olmadığı için sevgili Müdürümüz Özkan Ataklı’ya emanet etmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam bir yaş günümde, o zeytin daha bir palazlanmış olarak geri geldi. Kültürpark yetkililerinin izni ve görüşüyle, İsmet İnönü Sahnemizin önüne dikildi. Gişeden bozma ofisimden bakınca göreceğim bir yere. Toprağını attım, can suyunu verdim. Önüne de bir plaket hazırlanmıştı. Plakette şunlar yazılıydı:
*** İzmir’in dağlarında çiçek bakmaya gelmiştim; ama artık dikili bir ağacım var. Tiyatromuz adına yeşerecek nicelerine…
Yücel Erten İzBBŞT Kurucu Genel Sanat Yönetmeni ***
Birkaç gün önce haber aldım ki, o plaket artık yerinde değilmiş… Tiyatrodan herhangi bir görevli bir telefon edip bilgi verme nezaketini göstermedi. O yüzden benim için faili de meçhul, akıbeti de. Mevcutlu mu götürüldü, tutuklu mu, zanlı mı, hükümlü mü, pusuya mı düşürüldü, kimvurduya mı gitti; bilmiyorum…
Ne aciz, ne zavallı bir küçüklük!… Allah muhafaza, heykelimi filan dikselerdi, bayağı mesai harcanacaktı demek ki…
Umarım benim yüzümden zeytin ağacım da falakaya yatırılmaz…
***
Yeri gelmişken fotoğrafını paylaştığım o sayfada, fena halde sırıtan bir başka görmemişliğe de değiniverelim.
Orada yürürlükteki yönetmelikte bulunmayan ‘Dış İlişkiler Koordinatörü’ ünvanı ile bir çalışanın fotoğrafını görüyorsunuz. Gelgelelim yönetmelikte bunun bir dayanağı yok. Yönetmelik şöyle der:
*** “Sanat İletişim Direktörlüğü, Dramaturgi, Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler, Uluslararası İlişkiler, Sosyal Medya İletişimi, Video-Fotoğraf, Grafik, Kitaplık ve Belgelik görevlilerinden oluşur.” ***
Yani ‘Dış İlişkiler Koordinatörü’ diye bir direktörlük olmadığı gibi, öyle bir ünvan da yoktur. Sanat İletişim Direktörlüğü emrinde çalışan görevlilerden birinin, orada bu şekilde adlandırılması yönetmeliğe aykırıdır. Bu hanımefendinin, direktörü ile aynı sayfada yer alması, en hafif deyimi ile bir çalışanın kayırılmasıdır. Bürokrasi terbiyesine de aykırıdır. Hanımefendi bir milletvekilinin kızı olduğu ve darbeci lobisine yakın durduğu için eşdeğer çalışanlar arasından önemsenmiş ve yönetim kademesindeymiş gibi gösterilmişse; bu da kokusu ağır bir alaturkalıktır.
Bir başka aykırılık, yönetmeliğin çiğnenmiş olduğunu düşündürüyor. Yürürlükteki yönetmelik, Sanat İletişim Direktörü’nün dramaturgi bölümü mezunu olmasını emreder. Oysa hanımefendinin fotoğrafına tıkladığınız zaman ulaşılan bilgi, kendisinin Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümü mezunu olduğunu gösteriyor. Yönetmelikte ‘Sanat İletişim Direktörü’ olarak yer alan direktörlüğün de ‘İletişim Direktörü’ olarak yazılmış olması; yönetmeliğin ardından dolanıldığı gibi bir soruna işaret eder; onu da belirtmiş olayım.
***
İzmir Şehir Tiyatrosu’ndaki herkese, bir biçimde kurumla uzak-yakın ilişkisi olan herkese bir diyeceğim var:
Bak arkadaş, o kurum, senin sayende, senin kendinde farzettiğin ya da vehmettiğin yeteneklerin sayesinde varolmuş değil. Aslında sen o çatının altında varolmayı denemektesin. O kuruma ve yoldaşlarına, beybabanın Salacak’taki bağını bağışlamış gibi davranmaktan vazgeç. Kurumdan alacaklı değilsin. Tersine, borçlusun.
Borcun; kurumun esenliğini gözetmek, kurumu gündelik ve bireysel çıkarlarından önde tutmaktır. O tazecik kurumun ortak olduğun tarihini, gününü ve geleceğini doğru kavramak ve değerlendirmektir. Borcun; geçici çalkantılar karşısında dik durmayı başarması gereken birikimindir, dayanışma duygundur, emeğin, yeteneğin ve temiz çalışma ahlâkındır.
Halkın vergilerinden oluşan kaynaklarla yaşayan bir ödenekli tiyatrodaki varlık nedenini, öncülük görevini ve bu serüvende sana tanınabilecek ego sınırını iyi çizmelisin. Kurumun sanatsal özerkliğinin çalınması karşısında vurdumduymazlık ve gündelikçi uyarcalık, kimseyi bir yere taşımaz. Çünkü sonun sonunda herkes geçici, kurumlar kalıcıdır…
YÜCEL ERTEN
İzmir, 11 Kasım 2024