Elif Şekerci yazdı: “Kimin İçin Tiyatro? Kimin İçin Festival?”

editor
4,8K Okunma

Günümüz Türkiye’sinde pek çok sorunla karşı karşıyayız. Burjuva sınıfının dışında kalanlar olarak, ortak bir alın yazısını paylaşıyoruz: Hayata tutunmak, tabiri caizse ölmemek için yaşamak.”             

Her birimiz, bir sonraki gün aç kalmamak için çabalıyor ve emeğimizi fiziksel gücümüz ve mental sağlımız karşılığında sermayedarların önüne sermek mecburiyetinde kalıyoruz. Çalışamayanlarımız ise kaderine terk ediliyor. Bu kişiler ya dayanamayıp intihar ediyorlar ya da yaşam mücadelesi son buluncaya kadar çabalamak durumunda kalıyorlar. Bu koşullarda, biz öğrenciler, bir yandan yaşamaya çalışırken bir yandan okumak, araştırmak ve üretmek için didiniyoruz. Okuduğumuz üniversitelerde azınlığın” sahip olduğu ekonomik koşullar sayesinde edindiği kültürel sermaye” ile, biz çoğunluğun birikimi arasında gittikçe açılan uçurumu” kapatmaya çabalarken, bu uçurumun birçok alanda daha fazla açılmak istendiğini gözlemliyoruz.

Yaratılan uçurumun görünür kılınması adına önemli gördüğümüz mecralar; sanat disiplinleri -bu yazımızda yoğunlaşacağımız tiyatro- mücadelemizi destekleyebilecek alanlar. Fakat günümüzde bu alanlarda üretilen eserlerin ezilen sınıfın sorunlarını dile getirmediğini, sermayedarların karşısında durmak yerine sisteme eklemlendikleri” görüyoruz. Bu eklemlenme, sanatçıların çoğunluğu için sorun olmadığı gibi,alt sınıfların” yaşam koşullarını görünür kılmanın, korumaya çalıştıkları statülerini tehlikeye atabileceğini düşünüyorlar. Bu bağlamda, “üst kültür”e etik bir eleştiri yöneltiyor ve şunu soruyoruz: Bu eserler kimlere ulaşabiliyor?

Biz temel ihtiyaçlarımızla boğuşurken, sanatsal faaliyetler bizim için “lüks” haline gelmişken, malûm azınlık için sanatın çok kolay ulaşılabilir olması, sanıyorum ki bu soruyu açıkça yanıtlıyor.

Sanat dalları arasında, dinamik bir değiştirici-dönüştürücü potansiyeli olan tiyatro, bu potansiyelinin değerlendirilip değerlendirilmediği, gerçekliğin ortaya çıkarılması ve dönüşümü adına herhangi bir misyon üstlenip üstlenmediği üzerinden sorgulanabileceği gibi, ortaya çıkarılan eserlerin kimlere, hangi kesimlere ulaşabildiği de ayrıca sorgulanabilir.

Attis Theatre, Promethus Bound. Photo:Johanna Webber

Türkiyede ödenekli tiyatroların sahip olduğu sermayeyi göze alırsak ve bu tiyatroların varlığını tümüyle devlet mekanizmasına veya yerel yönetimlere borçlu olduğunu düşünürsek, uygulanacak prosedürler -sansür ve denetim- sonucunda ortaya çıkacak eserlerin niteliğini tahmin edebiliriz. Ödenekli tiyatrolar, hitap ettikleri kesimin -bir işçi biletlerin ucuzluğu dolayısıyla ayda en az bir kez ödenekli tiyatrolara ulaşabilir- yaşamsal sorunlarını göz önünde bulunduruyor mu yoksa ülke gerçekliğinden uzak oyunlarına gelecek seyirci sayısını mı önemsiyor? Sorulur. Bu bağlamda, ödenekli tiyatroların etik ve estetik  doyuruculuğunun bir karşılığının olup olmadığı şüphelidir.

Ödenekli tiyatrolar için en ciddi alternatif olan ve sahip olduğu potansiyelle Türkiye tiyatrosunun gelişimi için yegâne güç olarak nitelendirilebilecek özel tiyatrolara gelince… Giderek ağırlaşan kirası, elektriği, vergisiyle varlık mücadelesi veren ve halkın sorunlarına, gerçekliğine ayna tutma çabasındaki az sayıdaki özel tiyatro dışında kalanların bir alternatif olmaktan çok uzak olduğunu ve adeta bir AVM tiyatrosu formu yaratmakta olduklarını söylemek mümkün. Bu tür tiyatrolarda, tiyatro için belirleyici olan mekân-uzam bağıntısının bir seri tüketime dönüştürüldüğünü ve dar kapsamlı bir seyirci kitlesiyle yetinildiğini, giderek daha çok burjuva tiyatro cemaatinin yaratımının arzulandığını söylememiz mümkün. Peki AVM tiyatrolarının öğrenciler, yoksullar için karşılığı nedir? Bu soru öncelememiz gereken sorulardandır.

İstanbul özelinde, AVM tiyatrolarının bilet fiyatlarına göz attığımızda, bugünün ekonomik koşullarında geniş halk kitleleri için fahiş fiyatların söz konusu olduğu görülür. AVM tiyatrolarında en düşük biletler 500 TL – 1000 TL civarındadır. Tahmin edebileceğimiz gibi, bu fiyat bandını herhangi bir işçinin veya öğrencinin karşılaması pek kolay değildir. Ayrıca, AVM tiyatroları alt sınıfların yaşadığı semtlere oldukça uzak mesafededir. Örneğin, Bağcılarda oturan bir kimse bu tarz bir sahneye ulaşmak için bazen 5-6 vesait değiştirecek, dönüşte ise vakit geç olduğundan vesait bulamayacaktır. Taksiye binmenin artık hayli lüks olduğu öğrenci, işçi ve memurlar için AVM tiyatrolarının bulunduğu semtlerde oyun öncesi bir şeyler yemek-içmek ise bir başka lüks olacaktır. (Yemek için en az 1000 TLnin gözden çıkarılması gerekecektir ki bu bir işçi için 3-4 günlük yiyecek, öğrenci içinse devlet bursunun yarısı demektir.) Bu koşullar göz önüne alındığında, AVM tiyatrolarının hedef kitlesinin üst, orta-üst sınıflar, diğer bir tabirle beyaz yakalılar olduğu aşikârdır. Bu tiyatrolarda ülkenin ezici bir çoğunluğunu oluşturan yoksullara, işçilere, emekçilere yer olmadığı gibi, farklı sanat disiplinlerinde öğrenim gören ve sanatın diğer dalları gibi tiyatronun da geleceği olan öğrenciler” de dışarıda bırakılmaktadır.

Bu bağlamda, AVM tiyatro formu yanında, benzer sınıfsal tutumu izlediğini söyleyebileceğimiz İKSVden ve bu kurumun düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivalinden de bahsetmek gerekir. Bu festivaldeki oyunların bilet fiyatlarına göz atınca, festivalin üst gelir grubuna ve üst kültüre hitap ettiğini; fiyatların bir işçinin, memurun veya öğrencinin ulaşamayacağı düzeyde olduğunu açıkça gözlemleyebiliyoruz. Spesifik iki örnek verecek olursak; yerli bir oyun olan Müfettişler oyununun bilet fiyatları 1.kategori için 850 TL, 2.kategori için 700 TL, 3.kategoride 550 TLdir. Almanyalı yönetmen Thomas Ostermeier’ın yönettiği III.Richard oyununun bilet fiyat listesi ise şu şekildedir: Avantajlı Dönem: 2.200 TL, 1.800 TL, 1.350 TL, 950 TL, 750 TL; Genel Dönem: 2.750 TL, 2.250 TL, 1.650 TL, 1.200 TL, 950 TL  Eczacıbaşı genç bilet : 20                                

Tahmin edilebileceği üzere, bu fiyat aralığı ile herhangi bir işçinin herhangi bir oyuna gidebilmesi oldukça zordur. Ayrıca Eczacıbaşı Genç Bilet kategorisinde sunulan 20 TLlik biletlerin tiyatro disiplininde okuyan öğrencilere ulaşıp ulaşmadığı sorgulanması gereken ayrı bir sorundur.

Attis Theatre, Alarme. Photo: Johanna Webber

Her festivalde, konservatuar ve dramaturji bölümü öğrencilerinin sosyal medya paylaşımlarından bu biletlere ulaşamadıklarına dair sitemlerine rastlıyoruz. Tiyatro ve benzer sanat disiplinlerinde yer alan öğrencilerin büyük bölümü burjuva ailelere mensup değiller ve ekonomik eşitsizlik yüzünden geriden başladıkları sanat yolculuklarında eksikliklerini kapatmaya çalışıyorlar. Bu durum göz ardı edildiği gibi, yapılan eleştirilerin de ciddiye alınmadığı görülüyor. Festivale konuk olan yabancı ekiplerin oyunlarını izlemek, sosyal medyada kendi reklamını yapmak için orada bulunan mutlu azınlıktan evvel, tiyatro öğrencilerinin hakkı değil midir?  Tiyatronun bu ülkedeki gelişimini, değişimini sağlayacak gençler ne AVM tiyatroları ne de bu tür uluslararası festivallerin organizatörleri tarafından dikkate alınmaktadır. Sanatı seçkinlere indirgeyen bu yaklaşım, onu giderek daha çok burjuvazinin tekeline açmaktadır. Bu bağlamda en önemli soru aklımıza takılır: Tiyatro kimin içindir?

Tiyatro sanatını domine edenler, tiyatronun gelişimi için çabalayan ve bu alanda çalışmalar yürüten, sahne üstünde veya tiyatronun mutfağında yer edinmek için çabalayan tiyatro disiplini ile ilgili herhangi bir bölümde okuyan öğrencilere yeterince destek sağlamıyor ve yarattıkları sanat piyasasıyla ülkenin giderek büyüyen yoksullarını dışlıyorsa, bu sanat kime hizmet etmektedir?

Sanat disiplinleri, kendilerini sosyal jest olarak araçsallaştıran bir kitleye mi, yoksa kendisine eleştirel yaklaşabilecek ve o alanı dönüştürebilecek kimselere mi ihtiyaç duyar?                                                          

Elbette, eleştiriden ürken üst kültür, kendi kanonlarını dönüştürebilecek ve dahi yıkabilecek bir öğrenci topluluğunu tehlikeli bulur ve onların gelişimini engelleyerek itaatkâr tiyatro müritleri yaratmaya çabalar. Kanımca sanatsal faaliyetlerin giderek daha çok ulaşılamaz kılınması bununla açıklanabilir.  Ayrıca bu alanı elinde tutarak, bizleri kendilerince lâyık olduğumuz konuma zorlayan burjuva sanatının, tarihsel olarak geniş kitlelere ulaşma derdinin olmadığı da aşikârdır.

Sonuç olarak, özellikle pandemi ve ekonomik kriz sürecinde dehşetle gözlemlediğimiz gibi, burjuvazi için kolaylıkla ulaşılabilir olan yüksek sanatve yüksek tiyatro’, alt sınıflar için giderek ulaşılabilir olmaktan uzaklaşmaktadır. Bu gidişat, tiyatronun geleceğini temsil eden öğrencilerin ve tiyatro öğrencileriyle birlikte gerçekte tiyatronun da önemsenmediğini, bu kadim sanatın ticari bir yaklaşımla sadece meta olarak görülmeye başlandığını gözler önüne seriyor.

ELİF ŞEKERCİ

İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji öğrencisi

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku