Hikâyeleri biliyorsunuz, kısaca “Previously on Şehir Tiyatroları” yapalım:
- Tarsus Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda bütçe sıkıntıları nedeniyle, etkinliklere son verildi. Nisan’da bu bilgi oyunculara verilmiş. Ardından oyuncular, sağlık müdürlüğüne, çay ocağına, büro işlerine gönderildi, Genel Sanat Yönetmeni Murat Çapar da köpek bakım evinde görevlendirildi. Yasal ifadeyle söylersek mobbinge maruz bırakıldılar. Önce 2, sonra da kalan 5 oyuncu istifa etti, şimdi orası “Tarsus’un tiyatrosu” olacak.
- NKT’de Özlem ve Murat Daltaban’a sezon hazırlıkları dolu dizgin giderken, “biz farklı kadrolarla çalışacağız, siz yolunuza bakın” dendi, şimdi kentin tiyatrosu “sadeleşecek”.
- İzmir ŞT’de de “ama her şeyde o söz sahibi” olduğu için ve yönetmeliğe göre süresi dolduğundan, Yücel Erten’e “başkasıyla devam edeceğiz” haberi gönderildi, şimdi orası da “özerkleşecek”…
Yukarıdaki ifadeler bizzat Sayın Belediye Başkanları tarafından söylenmiş cümlelerden alındı.
Temel ortaklık şu anda hepsinde –Tarsus için bu söylediğim bir tahmin olabilir ancak, ne yazık ki bir temasım yok arkadaşlarla, bilgi alabilmiş değilim- yönetmelikler değişti. Hatta İzmir’de Yücel Erten yazdı, belediye meclisindeki AKP’li üyeler itinayla hazırlanmış özerkliği, sanatsal özgürlüğü ve tiyatronun teamüllerini gözeten yönetmeliği savunurken, CHP’li üyelerin oy birliğiyle çöpe gitti eski yönetmelik.
Bu iki yönetmelikle birlikte neler çöpe gitti bakalım. Söz konusu iki tiyatroda bugüne kadar emek verilerek üretilmiş, kendi tarihleri; bu yönetmeliklere –umuyoruz ki- bakarak söz konusu tiyatroyu seçen sanatçıların –oyuncu, tasarımcı vb- hem hukuki hem mental olarak imza atmış oldukları gelecek akdi, geçmişleriyle birlikte, örnek olabilecekken, kısa sürede tarih olan iki tiyatronun bu ülkede bırakacağı izler…
İzmir’in yeni yönetmeliğine ulaşabilmiş değilim, arıyorum. Ancak, yönetmelik değişikliğinin görüşüldüğü Meclis toplantısını izledim: Temmuz Ayı Oturumu, 3. Birleşim. Yönetmeliğin değişmemesini savunan, AKP’li iki meclis üyesi neredeyse bizim 30-40 yıldır kurduğumuz cümleleri kuruyorlar. Özetle şöyle (kelimeler bana aittir, fikirler onların): “Biz bu yönetmeliği oy birliğiyle geçirmiştik, kendi politik düşüncelerimizden bağımsız olarak düşünmüş ve gönülden destek olmuştuk. Özerkti, çok iyi çalışılmıştı ve bütün ülkeye örnek olacak bir tiyatro yapılandırıyordu. O zaman bunu önümüze getiren CHP şimdi, o yönetmeliği tam tersine çeviriyor, tiyatroyu birilerinin arka bahçesi haline getiren, özerk yapısından çıkarıp vesayet altına alan yeni yönetmeliği önümüze koyuyor. Kendinizle çelişmiyor musunuz? “
Evet, çelişiyorlar. Meclis üyesi Burçin Kevser Sevil, “Sizi yanlış bilgilendirmişler. Bu değişiklikle tiyatroyu birilerinin arka bahçesi haline getiriyorsunuz, yapmayın” dedi. Yönetmeliği gayet iyi biliyor, çünkü onu inceleyen Hukuk Komisyonu’nun üyesi imiş, kendi ifadeleriyle, “çok ikna olarak” oy vermişler. Yeni yönetmelikten “mezun oyuncu” şartının kaldırılması önemli bir itiraz noktası. Danışma Kurulu’nun bir vesayet mekanizmasına dönüşeceğinden endişeli, mezuniyet şartı da ortadan kalkınca, kimin oyuncu olacağına Danışma Kurulu gönlüne göre karar verebilir. Bir tiyatromuz daha aleladeleştirilmiştir, buyrun! Bağlantıyı paylaşacağım, izleyiniz. En az benim kadar şaşıracağınızdan eminim. (**)
NKT için de yönetmeliğin eski ve yeni haline bakma şansım oldu, 27 sayfadan 7 sayfaya indirilmiş, 40 kadar madde atılmış. İlk okumada gördüğüm, Genel Sanat Yönetmeni yok, onunla birlikte repertuar seçimini, bu seçimin gereklerini kimin yerine getireceği bilgisi de yok. Sanat Kurulu kaldırılmış, organizasyon şemasında yok, ama içindekilerin açıklandığı giriş bölümünde geçiyor, sonra görünmüyor, yani nasıl kurulur, yetkisi nedir, işleyiş içindeki fonksiyonu nedir bilinmiyor. Bir önceki yönetmelikte Sanat Kurulu’nun üstlendiği görevler boşta duruyor; sanat teknik ve sahne direktörlükleri dışında sanatla ilgili bir birim yok, gerisi organizasyon ve idari işler birimleri! Yani sanatsal çalışmaların, yani tiyatronun asal sorumululuğunun bir sahibi yok! Hangi eseri, hangi yönetmeni, hangi kastla, hangi sanat politikasıyla sorularının karşılığı yok… Bekleyip göreceğiz.
Şemaları koyayım, siz görün, nasıl bir yapı, nasıl bir yapıya dönüştürülmüş:
İlki eski, ikincisi yeni yönetmelik… Çıkarılan 20 sayfanın ne ile ilgili olduğu kolaylıkla görülebiliyor; sanatsal yönetim!
Eldeki yeni yönetmeliklerle tiyatrolardan geriye ne kalmış oldu, şimdi yönetmeliğin fonksiyonu ne? İzninizle süslerden arındırıp, basit bir dille özetleyeceğim: Belediye başkanının atama, düzenleme, atma-satma, asma-kesme, şunu oyna, bunu oynama, buna bunu oynat, şunu at gibi her türlü müdahale yetkisini garanti altına almak. Tarsus’da da görüşüp önümüzdeki dönemle ilgili bilgi alışverişi, gelecek üzerine konuşmak yerine, başta genel sanat yönetmeni olmak üzere oyunculara gösterilen davranıştan anlaşılıyor ki, orada da süreç bu biçimde işleyecek…
Diyeceksiniz ki, “Bu üç tiyatroda -Tarsus, İzmir ve Nilüfer Kent Tiyatrosu- yönetici görevlere gelecek olan arkadaşlarımız buna neden “olur” desinler? Elbette karşı koyacaklar tiyatronun sağlığı ve devamı için”… Diyemeyecekler, çünkü onlar, bir yönetmeliğin, bir kuralın, o kuralın içerdiği koşulların ve bir sanatsal tercihin taşıyıcısı olarak gelmiyorlar o göreve, Sayın Başkan öyle istediği için geliyorlar! Peki Sayın Başkan neden bunu istiyor? Yukarıda sıralanan yetkileri kullanabilmek, diğer birimlerde sahip olduğu hareket kabiliyetine tiyatroda da sahip olabilmek için… Bir sanat yönetmeni varlığını, ünvanını, makamını bağımsız değerlendirme kriterlerine, sanatta kazandığı başarılara, deneyimlerine, o kurumun oluşturduğu kurullara, kurallara uygunluğuna, hazırladığı projelere vb. değil de, bir yöneticinin “kişisel tercihine” borçlu ise, Sayın Başkan’ın görevlendirdiği şube müdürlerinden biri olarak varlık gösterebilecek demektir… Nitekim yazılı hale gelmiş iki yönetmelikte de bunu görüyoruz. İzmir’de ilk yönetmelikte bağımsız halde Başkan’a bağlı bir birim iken, şimdi bir daire başkanlığı altında bir müdürlük olarak tanımlanmış. NKT’nin ise sadece sanatsal üretim kabiliyeti elinden alınmamış, tümüyle teknik ve idari birimlerden oluşmuş, ilçe belediyesinde bir birim haline getirilmiş.
Genel Sanat Yönetmeni, belediye başkanının kişisel tercihiyle belirlenmiş bir amir değil de gerçekten tiyatronun genel sanat yönetmeni olduğunda, bu pek mümkün olmuyor. E hepimiz de biliyoruz ki, – mevcutlar üzerinden örneklersek- ne Daltabanlar ne de Yücel Erten, yukarıdan gelen emirle tiyatro yapmazlar. Zaten öyle olmadığı için, özerk çalışabilme hakkı olduğu için, bu durum tiyatroların yönetmelikleriyle kaim olduğu için bu görevi kabul edip oraya gelmişler! Ve zaten böyle olduğu için, onların yönetiminde tiyatro başarılar kazanmış, prestij kazanmış, seyirci kazanmış, ödül kazanmış vs. vs. vs…
Yoksa neden Özlem ve Murat Daltaban gibi yurt içinde ve dışında başarılı oyunlara, yaratıcı tiyatro mekânlarına imza atmış, sayısız değerli ödül kazanmış iki önemli tiyatro insanı, Nilüfer’de tiyatroya yapmak için çabalasınlar? Bir teklif alıyor ve başarılarına tanık oldukları bir tiyatroya, Bursa’nın bir ilçesindeki belediyenin kurduğu tiyatroya geliyorlar. Edinburg’dan Nilüfer’e… Ödüllerle dolu, başarılarla dolu iki sezon geçiriyorlar. Yahut Yücel Erten, ülkemizin en önemli yönetmenlerinden biri, mektepli rejisörlüğün hakiki örneği, ödülleri, yöneticilikleri, tiyatro üzerine yazdıkları, uluslararası yayınlarda inceleme altına alınmış rejileri, yine ödüller kazanmış çevirileri, İstanbul-Kıbrıs arasında dinlenerek çalıştığı nispeten sakin günlerinde İzmir’e neden taşınsın? Tiyatro yapabilmek, üstelik de kamunun kanatları altında, kaynak, özellikle de insan kaynağı sorunu önemli ölçüde çözülmüş bir tiyatroda, geçim derdinden nispeten kurtulmuş oyuncularla, teknik imkânları yerinde bir mekânı ve seyirci potansiyeli olan bir tiyatroda tiyatro yapabilmek her zaman, hepimizin rüyasıdır. Bu karşılıksız isteği anlayabilmenin, mesleğe dışarıdan bakanlar için kolay olmadığını biliyoruz. Romantize etmeyelim ama, sanat öyledir ya; hikayeleri biliyoruzdur, uykusuz, yemeden-içmeden atölyelerinden çıkmadan çalışan deli ressam hikâyeleri filan… Onlar bunlar işte! Anlamadığınız şeyden korkmanızı da anlıyoruz, ama anlamaya çalışmak yerine, onu ortadan kaldırmaya çalışmanızı anlamıyoruz!
Bir kaç küçük hatırlatma ve bazı zorunlu paragraflar açtıktan sonra, bu yazının yazılma nedenine ve neden burada, yani bize ait bir yayın organında buluştuğumuza geleceğim:
Tarsus’un Sayın Belediye Başkanı Ali Boltaç, tasarruf tedbirleriyle Nisan ayında etkinlikleri durdurup (seçimler Mart ayında yapılmıştı), oyuncu arkadaşları sürerek istifaya zorladıktan sonra, “kendileri ayrıldı” açıklamasını yaptı, yani, “biz atmadık!” Zaten mobbing genellikle bu nedenle yapılır, çalışanın kendisinin istifa etmesi sağlanır, hem –ihtimal pek sevmediğiniz- çalışana eziyetinizi edip, varsa intikamınızı almış olursunuz hem de kendiliğinden gittiği için işverenin yükümlülüğü ortadan kalkar. Açıklamanın devamında 20 kişilik yeni bir kadro açılacağı belirtilmiş. Bu durumda “tasarruf” gerekçesi ortadan kalkıyor, çünkü mevcut sayıyı üç katına çıkarıyorsunuz. Çalışan oyuncularınızdan memnun değilseniz, uygun bir değerlendirme sistemi ile gelecek olanlarla mevcut olanları ölçebilirsiniz ve bunun sonucunda, uygar bir yöntemle, ihtiyaç duyulmayan oyuncularla el sıkışıp ayrılabilirsiniz. Mevzuata ve elbette insanlık onuruna uygun olarak. Bu uygulama, sadece oyunculara değil, hiç kimseye yapılamaz. Şöyle diyor Sayın Başkan: “Bu müdürlüğün içinde yapılan bazı sıkıntılı durumlarla ilgili tasarrufta bulunduk. Oradaki arkadaşlarımızın işe girişi de büro personeliydi. Ve onları geçici olarak başka birimlere görevlendirdik.” Başkan’ın açıklamasındaki “girişleri büro personeliydi” cümlesi bir niyet açığa vuruyor. Belli ki, belediyenin personel tanımları içinde oyuncuları içine alabilecek uygun bir kadro yokmuş, selefiniz böyle bir uygulama yapmış. Burada yapılması gereken, bu boşluktan yararlanıp onurlarıyla oynamak yerine, belediye meclisinden “sanatçı personel”, “tiyatro personeli” gibi bir kadro tanımı çıkarmak olabilirdi. Zaten “Tiyatro Hizmetleri Müdürlüğü” varken, neden bu personeli, sağlık işlerine, veterinerliğe gönderdiğiniz de bir başka soru… Başkan’ın söylediği diğer cümle ise çok daha manidar:“Tarsus’un tiyatrosu olacağız!” Bugüne kadar değil miymiş?!
İzmir’in yeni belediye başkanı tiyatronun mevcut yapısını demokratik teamüllere aykırı buluyor. İtirazını şöyle dile getiriyor: “… repertuvardan iç işleyişe kadar her konuda genel sanat yönetmeninin söz sahibi olduğu bu sistemi düzeltmemiz, sanatsal olarak özerk ve kurumsal olarak güçlü bir yapıyı oluşturmamız gerekmektedir.” Yeni kurulmuş bir tiyatro bu ve kısa zamanda, ardından geleceklere örnek olacak işler yapmış. İzmir Şehir Tiyatrosu üç yılda dünya klasiklerinden yerli metinlerin en değerlilerine uzanan bir yelpazede oyunlar çalışmış, ödüller kazanmış, bütün temsilleri kapalı gişe oynamış, salonlarına girmeleri bir yıl sürmüş ama şikayet etmek yerine tiyatro yapmış, festivaller, buluşmalar düzenlemiş, üç yılda kalıcı, örnek bir temel oluşturmuş.
Görüşmeme meselesine de değinelim: İzmir ve NKT’de yeni seçilmiş başkanlar kararlarını oluştururken Genel Sanat Yönetmeni ile görüşmeye gerek görmemişler. Yücel Erten, iki ayın üzerinde görüşme talebine yanıt gelmediğini, sonra da bir bürokratla belediye başkanının başka bir sanat yönetmeniyle yola devam edeceği haberinin ulaştırıldığını açıkladı. Bu nezaketsizliğin bir nedeni yok. Öncesinde nahoş bir hikayeniz yoksa, neden göreve geldikten sonra bağlı birimlerinizden birinin yöneticisiyle görüşmüyorsunuz? Önceden bir fikriniz olabilir elbette, hatta bunlar negatif de olabilir, ama bu görüşmenize neden engel olsun?
Bu tavır yeni değil biliyor musunuz? Muhsin Ertuğrul’un DT’de görevden ayrılışı da böyle: Demokrat Parti dönemi, Muhsin Bey partilileri kızdırmış. Masasının üzerine Yıldız Kenter’in deyimiyle “iki satırlık bir yazı” bırakıyorlar. Karşınızda bu ülkenin tiyatro hayatının en önemli ismi var, O’na iki cümleyle veda etmeyi bile gerekli görmüyor musunuz? DT’den ayrıldıktan sonra İstanbul’da kendi tiyatrosunu kuruyor, iki kez daha Şehir Tiyatroları’nın başına geliyor. O iki satırlık yazıyı yazan yöneticiyi kimse hatırlamıyor, ama Muhsin Ertuğrul, hep Muhsin Ertuğrul!
Bir başka örnek, Şehir Tiyatroları’nın temellerini atan belediye başkanı Cemil Topuzlu. Adı ŞT’nin açık hava sahnesi de olan Harbiye’deki tiyatroya verilmiş. Bu da bir hatırlanma biçimi. Görgü çeşitliliğinden bahsetmiştim, T24’deki yazıyı okuyanlarınız hatırlar, böyle bir görgü çeşitliliği bu sonuçları verir. Ahmet Vefik Paşa’nın adı Osmanlı tarihçileri dışında bir de bizim tarafımızdan iyi bilinir, çevirileri, uyarlamaları, tiyatroya katkıları sayesinde… Bursa’daki tiyatromuza adının verilmesi bu yüzdendir, biz tiyatrocular o Bursa valisini hiç unutmayacağız. Biz unutmayınca, herkes için de yaşamaya devam edecek. İstanbullular her bahar, her yaz, konserleri, resitalleri, oyunları Cemil Topuzlu’nun kollarında izlerler! Yoksa, kimsenin gitmediği bir sokakta kalır adınız…
Nezaket, bir politik tutumun sonucudur. Neye nezaket gösterdiğiniz, yahut neyi yok saydığınız, politikalarınıza ve dünya görüşünüze dair bilgi verir. Dr. Cemil Topuzlu ile Ahmet Vefik Paşa da olduğu gibi… Taşrada tiyatro kurmuşsunuz, birinin başında Yücel Erten var! Diğer tarafta Daltabanlar! Taşra sözcünden farklı bir anlam üretmeyiniz, bütün dünyada böyledir, her ülkenin sanat başkenti vardır ve orada yapılan işler en niteliklisi olduğundan, sanat üreticileri başkenti mesken tutar. Hamburg’a oyun görmeye gitmezsiniz, oysa tiyatroları var biliyoruz, Berlin’e gidersiniz. Yahut Londra’daki oyunu merak edersiniz de York’takinden haberiniz olmaz…
Daltabanlar diyorum, çünkü Özlem ve Murat Daltaban NKT’in yönetimini birlikte devraldılar ve yönetimi birlikte yürüttüler. Sayın Başkan, Özlem Daltaban’dan bahsederken, “Murat Bey ve eşi” diyor. İfadesini revize edelim, kendisi NKT’nin Genel Yapım Yönetmeni Özlem Daltaban’dır, Murat Daltaban’ın eşi olmak O’nun sıfatı değildir! 4. Sınıflara verdiğim Tiyatro İşletmeciliği derslerine konuk almaktan, final çalışması yapmak için kendisine öğrenci göndermekten büyük heyecan duyduğum, ülkenin en iyi sanat işletmecilerinden biridir! “Murat Daltaban’ın eşi” ifadesi, Özlem Daltaban’ın eş olma sıfatıyla orada çalışabildiğini ima eder, onun kadın olması nedeniyle profesyonel beceri ve bilgisini küçümsemeyi içinde barındırır, hatta nepotizm ima eder, “karısına iş vermiş!”. DOT’u tanıyanlar, bu ifadeyi yorumlamışlardır zaten ama, söyleyelim: Yapımcılık, sanatın işletmesinin yönetimi ayrıca bir profesyonel alandır; tiyatro, sanatsal yönetim ve oyun yönetmenliğinin dışında, büyük bir işletme organizasyonu gerektirir. Bütün bu sürecin yöneticisinin de ayrıca tiyatrodan, en azından genel olarak sanatsal meselelerden anlaması gerekir. Yerel yönetimlerin bünyesindeki tiyatrolarda en büyük sorunlardan biridir yapım yönetimi.
Gelelim meselemize…
Diyelim Başkan Sizi Aradı!
Şimdi bu sözü edilen tiyatrolarımızın başına bazı meslektaşlarımız gelecekler değil mi?
İşte bunu kendi aramızda tartışmalıyız. Sırada bekleyen tiyatrocu arkadaşlarımız yoksa, bu operasyonlar nasıl gerçekleşiyor? Örneğin NKT’in yönetmeliği yeniden yazılmış, Çünkü mevcut yöneticilerin gitmesi ve yeni dönemde bir daha Sayın Başkan’ın böyle bir sorun yaşamaması için alt yapının oluşturulması gerekiyor, birileri bu süreçte, hatta bu sorunlar kamuoyunda tartışılırken, yapıldı bu işler.
Bunu gerçekleştirenler meslektaşlarımız.
Burada görevi kabul edecek arkadaşlarımız, kendisinden önceki sanat yönetmeninin karşı karşıya kaldığı sorunların yaşanmayacağını mı düşünüyor? Özgür, özerk tiyatro yapabilmesi için, Sayın Başkan’la tanışıklığının, ilişkisinin yeteceğini mi düşünüyor?
Sayın Başkan, açıkça yetkinliği görülen önceki yöneticilere tanımadığı yönetme hakkını yenisine neden tanısın?
Soruları çoğaltabiliriz. Ama temel soru şu:
Diyelim ki, Sayın Başkan sizi aradı. Ne yapacaksınız?
Bu tiyatrolarda oyuncu olarak çalışan ve çalışacak olan arkadaşlarımız için söyleyecek sözümüz olmaz. Ama yöneticilik görevi kabul edecek arkadaşlarımızın, bu kararlarını açıklamasını beklemek hakkımız diye düşünüyorum. Hangi saikle görevi kabul edeceksiniz?
Elbette yöneticilik anlayışları sanat politikaları farklı olabilir ve bir Genel Sanat Yönetmeni gider, diğeri gelir. Ancak burada koşullar, tiyatronun mevcut kimliğini zedeleyecek eylemlerle oluşturulmuş. Görevi kabul eden meslektaşımız, bir önceki eyleme dahil olmamışsa bile, yani yönetmelik değişikliklerine katılmamış, görevdeki sanat yönetmeninin gidişi için girişimlerde bulunmamışsa bile, şu sorunun cevabını hazırlamış olmalı: Özerkliğin ortadan kaldırıldığı böyle bir sürece neden dahil oldunuz?
Bunun örneklerini daha önce gördük, bu türden meselelerin tartışıldığı bir kaç tarihsel dönemeçte, DT’ye Genel Müdür, İzmit’e, İBBŞT’ye genel sanat yönetmeni olmuş arkadaşlarımız var. Adlarını hatırlıyor musunuz?!
Bir kaç kişiye sordum, (ampirik bir araştırma yaptım yani) kimse hatırlamıyor! Çünkü o isimler daha sonra hayatlarına genel sanat yönetmeni olarak devam etmediler, yahut edemediler. Kimse onlardan bu görevi başka kurumlarda tekrarlamalarını istemedi. Yahut iyi ihtimal, ilk deneyimleri onlara bazı deneyimler kazandırdı, kendileri uzak durdular. Bu sorunun düşünülmesi gerektiğine inanıyorum, soruların ve cevaplarının çok önemli olduğuna inanıyorum.
Tiyatro dünyasının önemli bir sorunu bu; o yüzden burada, kendi mecramızda, Tiyatro…Tiyatro… Dergisi’nde bir daha sormak istiyorum: Sizi arayan Sayın Başkan’a ne cevap vereceksiniz?
Konuşmalıyız.
Bu konuları konuşmalıyız, eskiden sivil toplum örgütlerimiz aktifken, Kültür Bakanlığı bu konularla ilgilenirken, sempozyumlar, kurultaylar düzenler konuşurduk, oralarda akademisyenlerle alandan gelenler bilgilerimizi karşılaştırır, birleştirir, tartışırdık. Farklı alanları birbiriyle ilişkilendirir, sorunları ortaya döker, çözülebileceklere önerilerimizi oluşturur, yazar, kamuyla, ilgililerle, yetkililerle paylaşırdık. Bugün içinde bulunduğumuz verimli üretim ortamının oluşmasında, o yıllardaki yoğun tartışmaların, fikir geliştirmelerin büyük katkısı vardır. Ne zaman ki Bakanlık bir anlamda sadece bir kolaylaştırıcı haline geldi, STK’larımız sorunların daha çok eve ekmek götürmenin görünür haliyle uğraşmaya başladılar, bu konuları konuşmaz olduk… Oysa çok daha kalabalığız artık, daha çok tiyatro, daha çok tiyatrocu, daha çok fikir, daha çok niyet ve akıl var…
TEB, Oyuncular Sendikası, Tiyatro Kooperatifi, Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi vb, hepsi bizim örgütlerimiz, bunu organize edebilir, konuşabiliriz. STK’lar ve mevcut tiyatrolar güçlerini birleştirip bu buluşma-görüşme-tartışmaları düzenleyebiliriz. Kamuya açık toplantılarla, bir kaç oturumla başlayıp, tiyatrolarımızın durumu, kamu tiyatrolarında özerklik, göreve gelme, görevden alma mekanizmaları, karşılıklı yetki ve sorumluluklar üzerine fikir alışverişi ve değerlendirmelerle yeni bir yol haritası çıkarabiliriz.
Çok uzun olmayan bir süre sonra, buradaki yerel yönetim anlayışı merkezi yönetime geldiğinde, aynı meseleyi ülke çapında, bir kez daha yeniden yaşamadan önce, iktidarların sanat politikaları ya da politikasızlıklarının tiyatrolara nasıl yansıdığını, yol açtığı sorunların potansiyel sonuçlarının neler olabileceğini, doğru politikaların nasıl olması gerektiğini ortaya koyabiliriz, kamuoyuyla paylaşabiliriz. Bir akorda hepimizin ihtiyacı var. Karşılıklı ses verir, birbirimizi duyar, örneğin son günlerde çok duyduğumuz özerklik, bir kentin tiyatrosu olmak, genel sanat yönetmenin yetkilerinin sınırları gibi meselelerde biz neler düşünüyoruz, ortaklıklarımız yahut farklı yaklaşımlarımız bizi nereye götürecek, bunları arayabiliriz. Aramalıyız!
SÜNDÜZ HAŞAR
Temmuz 2024, Salacak
(*) Yine Döndük Sahile 1: https://t24.com.tr/yazarlar/sunduz-hasar/yine-donduk-sahile-ya-da-ders-1-cocugum-buna-piyano-derler,45657
(**) İzmir BB Temmuz Ayı Meclis Toplantısı: 3. Birleşimi: https://www.youtube.com/live/KUwUjE54WeQ (2.25’den başlayarak…)