Devlet Tiyatroları’nda bir Osmanlı oyunları salgını var. Çoğunlukla özensiz yapımlar, Devlet Tiyatrosu yönetimlerinin iktidara yaranma çabalarının izlerini taşıyor ve çoğu ikinci perdede seyircisinin yarısını kaçırıyor.
Ancak şimdi üzerine konuşacağımız oyun bu yaklaşımların tamamen dışında, müstesna bir örnek. Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı Devlet Ana yönetmen Ayşe Emel Mesci’nin rejisiyle iki ay kadar önce seyirci önüne çıktı. Bilet bulmanın mümkün olmadığı oyunlardan. Turneye geldikleri Bursa Kültür Yolu Festivali’nde izleyebildim.
Oyun 60 kişilik kadrosuyla dev bir yapım. Canlı müzik ve baştan sona özgün bir dans tartımı ile oynanıyor. Dans, bale, türkü, operet öğelerini içinde taşıyan oyun her epizodunda görsel bir şölene dönüşüyor. O kadar ki, ışık, hareket düzeni ve döner sahne kullanımının yarattığı sinemasal anlatım, neredeyse bir filmi sanki bizzat setinde, çekim anında canlı olarak izlediğimiz duygusuna yol açıyor.
Oyuncu, ışık, dans, canlı müzik kullanımında bu kadar maharetli ve bütünlüklü bir rejiye her daim rastlamak mümkün olmuyor. Devlet Ana oyununun gerçekten tiyatroyu sevenler için doyurucu bir estetik ziyafet olduğunu söylemek gerekir.
Ancak oyundan çıkarken bir seyircinin “neden ismi Devlet Ana anlayamadım? Oyunda belirleyici karakter o değil ki!” dediğini işittim.
Oyunu izlerken zaten yazmayı istemiştim ama daha sonra o seyircinin bu serzenişine yanıt vermek için de bu yazıyı yazmalıyım diye düşündüm. Çünkü oyun eleştirisi ve tanıtımı, bazen seyirci ve oyun arasında oluşması gereken düşünsel alana katkı yapmak, geliştirmek için vardır. Bu yüzden oyunla ilgili reji, oyunculuk, ışık, koreografi açısından hayranlığımı bir kez daha belirtip hızla oyunun içeriği ile ilgili tartışmaya geçmek istiyorum.
Devlet Ana, bilindiği üzere edebiyatımızın önemli romanlarından biri. Kemal Tahir, romanını Türk solunun tartışmayı, gelişmeyi çok sevdiği o harika döneminde, 1967 yılında yazmıştır. O dönem dünyada ve Türkiye’de, üniversitelerde ve sokaklarda Marxizm çok önemli bir gündemdir. Türk solunda Marxizm tartışmaları ve bu konu üstüne Sovyetçi, Maocu gibi değişik dünya görüşü ve düşünüş biçimleri örgütlenmelerini yaratmaya başlamıştır.
Marxizmle ilgili bu tartışma süreçlerinde bir de daha çok Sencer Divitçioğlu ve İdris Küçükömer gibi iktisat alanında çalışan akademisyenlerin savunuculuğunu yaptığı ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) adı verilen bir tartışma vardır. ATÜT ise diğer anlayışlardan farklı olarak bu topraklara yönelik bir özgünlük arayışıdır. ATÜT kavramının en önemli savunucusu olan Karl Marx, bu kavramı ilk olarak 1853 yılında The New York Tribune gazetesinde yayınladığı makalelerinde ve daha da detaylı olarak Engels’le birlikte kaleme aldığı Doğu Sorunu isimli yapıtta kullanmıştır. Marx, bu kavrama olan ilgisini Asya sistemine özgü olan toprak mülkiyeti, Asya tipi üretim tarzı ve Asyalı üretim ibareleriyle ifade etmiştir. Marx’ın bu konudaki fikir babalarıysa, klasik iktisadın önemli isimlerinden olan Richard Jones ve John Stuart Mill’dir.
ATÜT aynı zamanda, Marxizmin Avrupa toplumlarının gelişimini açıklayan klasik şemasına (ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist ve sosyalist toplumdan sonra gelişmiş komünist aşama) karşı Asyatik toplumların ve Osmanlı’nın bu şemanın dışında kaldığı üzerinedir.
ATÜT, o dönem, en temelde şu soruyu sormuştur: “Eğer köle ve toprak mülkiyetine uzak olunduğu iddiaları gerçekse(bilimsel düzeyde kanıtlanabilirse), bu bize, kapitalizm gibi bir belalı aşamayı atlama ve doğrudan sosyalist aşamaya geçme fırsatı verir mi?”
Ama bu teze karşı tezlerde de, Osmanlı’nın bu tür bazı özellikleri abartılırsa devletin “kerim”, reayanın (köylünün) “özgür”, sistemin dengede ve “durağan” olduğuna dair çarpıtmalara, mistifikasyonlara varabileceği söyleniyordu. Karşı tezlerde, Osmanlı sürecinin, sui generis, dünyadan ayrıksı özellikleriyle bir güzellemesinin, bir “bize özgülük” gururu oluşturabileceği, ancak bunun devrime nasıl bir katkı yapabileceğinin muğlak olacağı vurgulanıyordu. Üstelik Rusya’da da Slavistlerin (Dostoyevski de bunlardan biridir) içe kapanmacı “kendine özgülük” iddialarına karşı Lenin, Zapatnik yani Batıcıların yanında yer almamış mıdır? Bütün bunlara ilave olarak Türkiye’nin kapitalizmle bütünleşmiş yapısını çok sayıda tarihçi ve iktisatçının çalışmalarıyla (rakam ve belgeleriyle somutlanarak) gösteriliyordu. Bu anlamda, yeryüzünde o yıllarda kapitalizmin parçası haline gelmemiş bir coğrafyanın yok gibi olduğu düşünülürse, klasik şemanın geçerli olduğu düşüncesinin de çok taraftarı vardır.
Sonuçta, “Neden Devlet Ana?” sorusuna bir pencere açmak ve ATÜT tezlerinde söylenenler için şöyle bir özet yapılabilir: Batı’da, adalet, ekonomi, vergi ve sosyal hizmetler geleneksel kurumlarla aşağıdan örgütlemiştir; buna karşılık Doğu’da adalet ve maliye, yönetici konumunda bulunan ‘üstinsanların’ iradesine göre belirlenmiştir. Batı’da iktidar toprak sahibi kilisenin de katılımıyla çoklu düzeyde bölünmüştür. Oysa Doğu’da ayrışmış iktidar birimlerinin bir araya gelerek oluşturduğu devlet gibi bir devlet yoktur. Üstelik Batı’da toprak mülkiyeti ve mirası babanın kimliğini öne çıkarırken kadını geri plana atar. Doğu’da kadın edilgen değildir, savaşa ve üretime erkek düzeyinde müdahildir. Devlet, Batı’da bireyci, rekabetçi, çoğulcudur. Doğudaysa monopolcü, tekilci, bütüncüldür. Bunlar, Devlet Ana romanında iki öykü çevresinde ince ince işlenir. Böylelikle “kendine özgü” güzellemesiyle gelenekselci-muhafazakâr kesimlerin de ilgisini çekmeyi başarır.
ATÜT meselesini 1965-66 yıllarında Eylem ve Yön dergilerinde yazdığı yazılarla Türkiye kamuoyunda ilk kez gündeme getiren Selahattin Hilav’dır. Konuyu bir edebiyatçıya ilham verecek şekilde ortaya koyunca Kemal Tahir bu temanın tek başına bir roman için önemli bir potansiyel olduğunu fark etmiş ve hızlıca Devlet Ana’yı yazarak 1967’de yayınlamıştır. Anadolu’nun Türkleşmeye başladığı yıllarda, Osmanoğullarının bir devlet kurma macerası ile Bizans ve Bizans’a bağlı tekfurların Bursa ve çevresinin Türklerin eline geçmesini önleme çabaları romanın ana eksenini oluşturur. Ayrıca ilk taslaklarında isminin Osmanlı Çekirdeği olması da kitabın tezli yapısı hakkında çok şeyi anlatmaktadır.
Bu teorik çerçeveden, Devlet Ana oyununa gelecek olursak, rejisör Ayşe Emel Mesci’nin romandaki Osmanlı’nın kuruluş sürecinde, farklı kimliklerle yaşayabilen, Orta Asya kökenli, göçebe toplum düzenine özellikle çubuk büktüğünü, dikkatini buraya yoğunlaştırdığını, dramaturgiyi ve rejiyi bu perspektifte inşa ettiğini görüyoruz. Onun gördüğü Kemal Tahir’de gördüğümüzden daha derindedir. Anadolu medeniyetleri üzerine gelen göçlerin kendi kültür mirasını taşıdığını ve Müslümanlık öncesi şaman kökenli hikâye anlatıcılığının daha sonra semahlara dönüşmesiyle anlatılan hikâyenin Osmanlıcılık yapmadan Osmanlı’yı, oradaki toplum yapısını anlatması gerçekten daha derinlikli bir bakış açısıdır.
Rejisör, romandan yola çıkıyor ancak ondan daha çok Anadolu tarihinde gördüklerini oyunda göstermeyi tercih ediyor. Örneğin, Anadolu’da salt Sünni bir Osmanlı yerine, kuruluş dinamiklerinde Türkmen aşiretlerinin göçer Alevi kültürlerinin olduğu Osmanlı’yı, bu zengin ve derin yaşam anlayışıyla sergiliyor. Yani Ayşe Emel Mesci, Anadolu’da var olanı, oyunun bütün dokusuna yayıyor. Konu Osmanlı kuruluşu olsa bile, Anadolu’daki tüm kavimleri hissedebiliyoruz. İşte bunun bir özgünlük olduğu söylenebilir ve bu kardeşlik yaratacak “özgünlük”, evet, sahiplenilebilir. Oyun, Anadolu köklerinde son derece birleştirici, ortaklaştırmacı yaklaşımlar hissettiriyor. Kimlik meselesiyle günümüzde ciddi bir ayrışma ve düşmanlaşma yaşandığı gerçeğini aklımıza getirirsek bunun çok değerli bir çaba olduğu söylenmelidir.
Kemal Tahir’in Devlet Ana romanının Osmanlıcı, Ayşe Emel Mesci’nin Devlet Ana oyununun ise Anadoluculuğa yakın olduğunu söylemek kestirmeci olsa bile yanlış olmayacaktır. Osmanlıcılıktan bugün için kendimize gerici partilerden daha çok devşirebileceğimiz bir özellik bulabileceğimizi sanmıyorum. Buna karşılık Ayşe Emel Mesci’nin gösterdiği Anadolu kavimlerin katman katman kültüründen sentezlenebilecek unsurlarla yeni bir dünya kurulabileceğine inanıyorum.
Bu konuda Kemal Tahir’in Devlet Ana’sının esinlendiği ATÜT üzerine bir ömür çalışmış Sencer Divitçioğlu da ilginç bir yargıya varmıştı. Ve ölmeden önce kendisiyle yapılan röportajda yazara, “Bütün bu araştırma ve karşılaştırmaların Türk devletlerinin işleyişinde bizi götürdüğü özel bir nüve “öz” var mıdır?” diye soruluyor. İktisatçı, tarihçi (ATÜT’çü) Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu bu soruya şöyle karşılık veriyor:
“Öyle gözüküyor ki o nüve haraçtır… Anladığım kadarıyla, Türk toplumunun doğuşundan başlayarak, toplumu bir arada tutan kor, yani çekirdek maddi ve manevi haraçtır. Haraç çeşitli biçimlerde olabilir. Bunlar, cum, rüşvet, talan, gasptır.” (İ.Ekinci-H.Güldağ, Sencer Divitçioğlu Anlatıyor, YKY, 2012, s.188).
Ben Kemal Tahir’in Devlet Ana’sındaki mesajları doğru bulmayanlardanım. Güzellemesi yapılan bir Osmanlı’nın günümüz politikalarına taşıyabileceği bir yenilik ve tazeliği olduğunu düşünmüyorum. Ama Ayşe Emel Mesci’nin Devlet Ana’sının, doğru dramaturgisini, görkemli sahne uygulamasını bir kez de buradan alkışlıyorum. Oyuncu, sahne çalışanı ve rejisörün birlikte ortaya çıkardıkları bu iş, toplumumuzda geleceğe yönelik olumlu bir iz bırakacaktır.
HASİP AKGÜL
DEVLET ANA – ANKARA DT
Yazan Kemal Tahir
Oyunlaştıran Osman Özkan
Rejisör Ayşe Emel Mesci
OYUNCULAR:
Notüs Gladyüs İrfan Buzcu
Mavro Özgür Deniz Kaya
Liya Ayşenur Yaman
Kel Derviş Tunç Yıldırım
Pir Elvan Tolga Tuncer, Muhammed Gence Çaydaşi
Esir Yüzbaşı Erkan Alpago
Yunus Emre / Deli Balta Nejat Armutçu
Keşiş Benito Sercan Çelik
Uranha Özgür Cengiz
Ertuğrul Bey Fuat Çiğiltepe
Osman Bey Kutay Sungar
Orhan Bey Ahmet Kılıç
Bacıbey / Devlet Ana Mehtap Öztepe
Kerim Çelebi / Can Barış Dizer
Dündar Bey Özgür Cengiz
Daskalos Çağrı Turan
Akçakoca Nusret Şenay
Ahi Nakibi Hasan Çelebi Yaseri Şahbudak
Kamagan Derviş Halil İbrahim Begit
Filatyos Oğuz İnce
Ermeni Toros Cihan Kaymak
Kaplan Çavuş Omid Dervishi
Aslıhan Begün Sarp
Balkız Burcu Kahyaoğlu
Köse Mihal Anıl Eroğul
Alişar Bey Cihan Korkmaz
Lotus (Nilüfer) Nurefşan Binici
Şeyh Edebali Mehmet Tahir Sertakan
Yanaki Anıl Eroğul
Haberci / Köylü İrfan Atav
Pervane Subaşı Buğrahan Gülbek
1. Kadın Başak Güleç Gökalp
2. Kadın Ekin Yeşer
3. Kadın Sinem Sezgi
Ağıtçı Kadın Arzov Kurbani
Dervişler Talip Oğuzhan Yıldız
Buğrahan Gülbek Ahmet Efe Gürses
Bacıyan-ı Rum Petek Ocakçı, Furkan Çelebi Güllü, Selin Hasgül, Aylin Akın, Yağmur Savaşkan
Alperenler Sercan Çelik, İrfan Atav, Halil İbrahim Begit, Anıl Eroğul, Ahmet Efe Gürses, Buğrahan Gülbek, Talip Oğuzhan Yıldız
Orkestra
Kamança Muhsin Aycan Kurbani
Azerbaycan Halk Müziği
Ses Sanatçısı Arzov Kurbani
Bağlama & Anonim Türk
Halk Müziği Dilan Kayacı
Perküsyon Hüseyin Çiğdem
Dekor Tasarımı Murat Gülmez
Kostüm Tasarımı Gazal Erten
Işık Tasarımı Yakup Çartık
Müzik (Senfoni Türk) Tuluyhan Uğurlu
Koreografi Ayşe Emel Mesci
Korrepetitör Erdem Baydar
Ses Çalıştırıcısı Pınar Yüksel
Halk Dansları & Semah Çalıştırıcısı Sinem Sezgi, M. Gence Çaydaşi
Kılıç ve Savaş Çalıştırıcısı Altınbek Shaken
Mapping Tasarımı Can Akyürek
Makyaj Tasarım ve Uygulama Dr. Yeşim Arsoy Baltacıoğlu
Dramaturg Ali Berktay
Yönetmen Yardımcısı Sercan Çelik
Asistanlar İrfan Atav, Hülya Yıldız, Begüm Sarp, Omid Dervishi
Sahne Amiri M. Ediz Habiboğlu
Kondüvit Ahmet Emin Kayhan
Işık Kumanda Taner Çakıroğlu
Suflöz Kiraz Han
Dekor Sorumlusu Alican Erdinç Kale
Aksesuar Sorumlusu Aziz Aydoğmuş
Kadın Terzi Nurtaç Gültekin
Erkek Terzi Serdar Yener, Turgay Yener
Perukacı Hakan Işıkdemir, Eyüp Kaleli
Sinevizyon Sorumlusu Erdem Taşdemir
Makyöz Sevinç Tuncalı Akkuş
Mekanik Sorumlusu Murat Erdoğdu, Ali Kızıltuğ