Hanzi Freinacht, Türkiye’deki sanatçılara önemli bir mesaj yolladı. Geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra metamodernizmin ‘’yeniden yapılanma’’ meselesi üstüne konuştuk.
“Parçalanmış bir yaşam formunun ve insan psikolojilerinin arasında nasıl bir salınım yaratılmalı ve metamodernizmin sarkacını tam olarak nereden başlatmalıyız?” diye sorduğunda, benim cevabım nereden bakarsanız bakın aşırı siyasi ve öfke doluydu. “Güzel” dedi, ‘’öfke sarkacın hızını belirleyecektir.’’
Kime yahut neye öfkeliydik peki? Geç kalınmış her şeye… Dünya görüşlerimiz arasındaki farkları konuştuk. Bunlar kültürel ve tarihsel bilinçdışı kodlarımıza bağlı olarak gelişmiş ve bugüne kadar gelmişti. Ben kendimi metamodernist olarak tanımlasam da, şu an metamodernizm umurumda bile değildi.
Kültürel duyarlılıktan fazlası var diyordum. Çok fazla ihmal var. Televizyonlarda ‘’sanatçı’’ demeye utandığım insanlar hepimizin gözünün önünde ‘’bağış’’ kampanyası düzenledi. Bağış ne demek? Kimi neye bağışlıyorduk? Ekonomik kriz ile mücadele eden insanlardan da sms ile para toplanmasının yanı sıra, çiftçinin, hayvancılıkla uğraşan köylünün, emeklinin, öğrencinin, kısacası halkın cebinden çıkan vergiler BAĞIŞ adı altında bir YARDIM kampanyasına dönüşmüştü. TEK YÜREK deniliyordu.
Be hey yüreksizler! Madem bu kadar paranız vardı da neden bunca zamandır enflasyon var? Be hey dürzüler, madem bu kadar zengindiniz, neden o binaların çeliğinden, betonundan çaldınız? Be hey vampir bankalar, siz değil miydiniz vicdan dışı faiz uygulayanlar? Siz değil miydiniz bu insanların mallarına el koyanlar, haciz yollayanlar? Bu neyin şovu? Neyin pazarlığı?
Çocuklar diyorum, susuyorum… Ağlıyorum. Ağlarken yazmaya devam ediyorum. Ağladığımı da söyleyerek. Gelen yanıt beni sakinleştirdi. Umarım benimle aynı duyguları paylaşan sanatçı dostlarımızı da sakinleştirir:
‘’Mezapotamya, tarihi ve kültürü ile kökleri derinlerde olan bir coğrafya niteliği ile dünyadaki pek çok toplumdan farklı bir yapıya sahip. Şu an bu coğrafyada masallar bile yeniden yapılandırılması gereken bir konumda. Tarihi yapılar yok olabilir, insanların geçmişine dair maddesel veriler silinebilir, fakat bellek ve kültür silinmez. Onlar enkazın altında kalmaz. Çok fazla ölüm var. Bunun yanı sıra, o coğrafyanın insanları tamamen yok olmuş değil. Sanatçılar olarak demografik yapının tüm verilerini toplayarak, kültürel duyarlılık ile empati duygumuzu yeniden yapılandırmalıyız. Sanatçıların empati duygusu çoğunlukla aşınmış bir psikoloji ve hassasiyette bulunur. Savaş, afet gibi kriz durumlarında en yoğun şekilde defalarca katharsise neden olan duygu boşalmaları yaşarız ve zamansal olarak üretim gerçekleştirmek mümkün değilse, sanatçı psikolojilerinde ciddi sapmalar ve tükenmişlik başlar. Buna dikkat etmeliyiz. Sarkacın tepesine binerek acıma ve korku duygularımızı uyandırmamız bir süre sonra çaresizlik hissini ortaya çıkaracak ve üretim için gerekli olan yaratıcı beyin faliyetlerini durduracaktır.’’
Anladığım şey… Sakinleşmek, biraz da bu öfkemizi üretime dönüştürebilmek. Bilmiyorum. Hala henüz çok erken. Bölgenin ihtiyaçları Maslow’un ilk basamağında. Yemek, barınma, uyku… İkinci basamak olan güvenlik bile çok hassas bir konumda. Zaten sınır bölgesi olduğu için güvenlikle ilgili yıllardan beri süren krizler ve son dönemde boy gösteren mülteci krizleriyle birleşince bölge insanın sabır gösteremediği çok fazla konu var.
Deprem ortaya sadece bilimsel bir enerji çıkarmadı. O bölgede yıllardır biriken, sıkışmış ne varsa duygusal olarak da bir kırılma yaşattı. Hepimizin gerçekliği kırıldı! Gerçekliğin kaygan zemininde bir şeyler üretebilmek, projeler geliştirebilmek, hangi konuda uzman olursak olalım zor. Teorik bilgimizi de yeniden gözden geçirmek gerekli. Deneyimin içinden gelen, geçmiş insanları çok iyi dinlemeliyiz. Empati bizi bu defa kurtaramaz. Akılcı ve sakin davranmaktan başka seçeneğimiz yok gibi…
Kocaman bir bölge YENİDEN YAPILANDIRILACAK. Bize çok iş düşüyor! Evler, okullar, hastaneler, kültür merkezleri… Her şeye en baştan başlayacağız. Acılara rağmen, acılarla birlikte etik ve estetik değerlerimizi heybemizden eksik etmeyerek. Elimizden ne geliyorsa, gücümüz neye yetiyorsa… YENİDEN! Enkazlarla birlikte temizlenmesi gereken çok fazla şey var.
Çocuk meselesi önemli. Hem uzun yıllardır içinde bulunduğum ve hassas olduğum bir konu olduğu için hem de sanatın OYUN ALANINI en iyi onlar bize öğreteceği için. Evet biz onlara bir şey öğretemeyiz. Onlara izin vermeli ve HOMO LUDENS olarak onların oyunlarına eşlik etmeliyiz. Gerçekliği kırılan yetişkinler olarak, gerçekliğin içinden hayal gücü ile çıkan ve zihinlerini bu yolla otomatik olarak koruyan çocuklardan öğrenmemiz gereken çok fazla şey var.
Bireysel anlamda metamodernizmin sarkacını çocukların eline vererek, istedikleri yöne sallamalarında bir sakınca görmüyorum. Kültürel bilinçaltı ile şimdinin gerçekliği Mezopotamya masallarını da yeniden yapılandıracaktır.
Yetişkin sanat üretimlerine gelince…
Deprem enkazlarına bakan ressam, bir heykeltraş, ne görür bilmiyorum. Ben yabancılaşarak baktığımda enkazların tepesindeki iş makineleri, ceset torbaları, insanların parçalanmış eşyaları… Sanki 20. yüzyılın sanat akımlarının hepsi, postmodern bir distopya oluşturmuş gibi. Ki postmodernizmden çok hoşlanmadığımı söylememe gerek yok. Canlı görüntüleri izlemeye ne duygum müsaitti ne de vakit bulabildim. Google görsellere baktım sanki bir deprem müzesi gezer gibi. Duygu üretmeden bakmam lazımdı. Bu uzak açı psikolojim için gerekliydi. Kalbimi ve nefesimi tutarak sadece zihnimle baktım. Hepimizin yapmasını öneririm. Ne kadar çok bakarsak o kadar yabancılaşacağız ve bu ne yazık ki gerekli! Nasıl bir doktor için açık yara görmek normalse, bizim için de bu durum tam olarak öyle! Bir insanın içini açıp, organlarının arasında gezinen bir adli tıp hekimi için önceliğin tespit ve tedavi olması gibi. Yabancılaşmak zorundayız! Çok yara var. Sanatın iyileştirici gücü için, sanatçılar olarak çelik gibi duygulara sahip olmamız şart!
Batı merkezli sanat anlayışının tragedyadan, acıdan beslenmesinin nedeni, günümüzde dramatik oyunların seyirciler tarafından daha çok talep görmesi, bir bakıma, Batı toplumlarının acıyı duyumsamaya ihtiyaçları. Her toplum, kendisinde az olan duyguyla özdeşlik kurmak ister. Gerçekliğin kırıldığı savaş, afet gibi zamanlarda da Epik/Absürd tiyatro gibi türlerin ortaya çıkışının temel nedeni de budur. Türkiye tiyatrosunun temelinde ortaoyunu, meddah, Karagöz gibi gülmeceye dayanan türlerin oluşunun temel nedeni de budur. Çok fazla acı vardır. Artık acıya ve dramatik tiyatroya ihtiyaç yoktur. (Taziye törenleri gibi yerel dramatik yapılardan beslenen türleri ayrı tutuyorum.) Dramatik tiyatro böyle zamanlarda aristokrasi için varolur. Sermaye gücü yüksek sınıflara mensup bireyler acıyı yaşayan insanların hikayelerinden bir vampir gibi beslenir, kibir ile merhamet duyguları ortaya çıkar, katharsis sonrası derin uykularına geri dönerler.
Sanatçıların yapması gerekenler basit… Bu coğrafyanın her köşesinde acı var! Bu son diyemiyoruz bile üstelik. Biliyoruz ki, bu coğrafyanın acısı bitmeyecek. O yüzden mizah hem eleştiri için bir silaha dönüşmeli hem de acısı olan insanların yüzünde gülümsemeye neden olmalı.
Ağlayan yüzler değil, gülen yüzler görmek dileği ile…
Hepimize geçmiş olsun. Yolumuz uzun. Menzilimiz İNSAN.