Özelde tiyatro, genelde sanat; tüm dünya ülkelerinde bir ya da bir kaç kenti merkez üssü tutar, bu doğaldır. (Fransa/Paris, İngiltere/Londra, ABD/Newyork, Rusya/Moskova, vb.) Ama bu, o ülkelerin başka kentlerinde sanat yapılmıyor anlamına gelmez. Tiyatro üzerinden bakarsak, daha insanla içiçe bir sanat, ve her yerde olmalı, olabilir demek bir anlamda. Merkez üssü tutulan kentlerin aslında çeşitliliği barındırması, aynı zamanda metropoller olması tesadüf değil tabii. Metropollerde bir ülkenin her yerinden insanlar, hattâ giderek dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen insanlar birarada yaşarlar. Metropollerin her an her yerinde çeşitliliği ve kaotik yaşamın izlerini yaşayan sanat insanı, üretimine de bu çeşitliliği yansıtır doğal olarak. Bir metropolde yaşayan nüfus bazen küçük bir ülkeye bile denk gelebildiğinden, sanatçının geniş kitlelere ulaşması daha kolaydır. Yine tiyatrodan bakarsak, aynı şehirde yaşayan seyirciye ulaşması kolay ve seyirci çeşitliliği olunca, hedef kitlesi ve bu kitleye dönük oyun seçimi de kolaylaşır büyük kentlerde.
Öte yandan, sanatın pek çok alanında ”yerelden bölgeye, bölgeden merkeze ve evrensele” diyerek takip ettiğimiz bir yol haritası vardır.
Dilerseniz bu bağlamda “yerel”e değinelim biraz da. Yine tiyatro üzerinden değerlendirirsek, yerelde tiyatro yapmanın en temel zorlukları şunlardır:
1– Ana sorun, kültür ve sanat politikalarının yetersiz olması ve bireysel ya da özveriye bırakılmış olmasıdır.
2– Yerel seyircinin neredeyse tamamı, en fazla 5 oyun oynandığında oyunu seyretmiş olur ve yeni oyun bekler.
3– Yerelde şehirler büyük sayılsa da, tiyatro sayısı sınırlıdır.
Yerel yönetimler genel olarak tiyatro yapmayı sadece tiyatrocuların “iş gücünü” karşılamak olarak algıladığından, seyirciyi ve seyircinin tiyatroya olan ihtiyacını hesaba katmaz. Nasıl mı? Herşeyden önce, yereldeki şehirlerde tiyatro yapılması için gereken şartlar (salon, teknik, oyuncu, yönetici, tanıtım ve seyirciye dönük çalışma vb.) gereksiz gibi düşünülür hep. “Tiyatro seven” bir yerel yönetici, -genel olarak il ve ilçe belediye başkanları- böyle bir niyetle yola çıksa bile, tam teşekküllü bir tiyatro ortamı yaratmak için tam yetkisi yoktur ve yol uzun ve karmaşık bir bürokratik zorluklarla doludur. Şöyle ki; tiyatro için kadro oluşturulması, tiyatro salonu inşaatı, salonun teknik donanımı vb. süreçleri için izinler ayrı ayrı bakanlıkların kapıları zorlanmalıdır. Ve bu kapıların her birinde merkezin dayattığı kültür-sanat politikalarıyla karşı karşılaşılır… İşte bütün bu meşakkatli süreçler yüzünden ya müdürlük kurulabilir ya da başka kadrolarda çalışan tiyatrocular gelip ilgili belediyede bir tiyatro kurarlar. Ancak, yerelde her zaman tiyatro seven bir başkan bulmak zordur ve bir süre sonra “tiyatro sevmeyen” bir yönetim gelir (politik tarafı ne olursa olsun) tamamen keyfi bir biçimde tiyatroyu ortadan kaldırır ve genellikle bu durum da kamuoyuna “tiyatrocuların beceriksizliliği” olarak yansıtılır.
Aslında, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, diğer sanat alanları gibi tiyatronun da yerelde yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Her isteyen tiyatro eğitimi alabilsin, ülkenin her yerinde tiyatrocular yerleştirilebilsin ve bu insanlar yaşadıkları bölgelerde tiyatro yapabilsinler istenmiştir. Konservatuarlar ve Devlet Tiyatroları merkezi bir yer tutsa da, ülkenin bir çok şehrinde tiyatro salonları açılmıştır. Bu salonların küçük bir kısmı hedeflendiği gibi, kentin ve kent halkının tiyatrosuna dönüşerek varlığını sürdürebilse de, büyük bir kısmı dönüşümü tamamlayamamış ve sadece turne oyunlarına açık salonlar olarak kalmıştır.
Öte yandan, şehirlerin belediyeleri açısından da benzer bir durum söz konusudur. Yerel yönetimlerin küçük bir kısmı, kadrolu personelleri ve tiyatro salonlarıyla doğru biçimi yakalasa da, (şehir tiyatroları modeli) büyük bir kısmı hâlâ gönüllülük esasıyla ya da keyfiyet ve belirsizlik (bugün var yarın bilinmez) haliyle sürdürürler tiyatro faaliyetlerini. Dolayısıyla, belediye tiyatroculuğunda çoğunlukla “gönüllülük, beceri ve adanmışlık” belirleyicidir.
Oysa, yerelde tiyatro, sayıları giderek artan konservatuarların (ki ülke nüfusuna göre yine az) kendi şehirlerinde, o şehrin insanlarıyla birlikte gerçekleştirilen tiyatral üretimler için çaba göstermelidir. Başka şehirlerdeki konservatuvarlarda ya da kurs, atölye, usta-çırak çalışmalarıyla yetişse de, tiyatrocular kendi şehirlerinde tiyatro yapmak için açılmış alanlara dönebilmelidir. Bu herşeyden önce, yerelin kendi tiyatrosunu yaratabilmesi için önemlidir. Çünkü, her şehrin ve bölgenin dili, alışkanlıkları, bakış açısı, espri anlayışı farklıdır ve “tiyatro toplumun sözünü taşır” diyorsak, sahne ile seyirci arasında uçurum olmamalıdır, mesafe kendi doğallığında kapanmalıdır. Bu da ancak yöre kültürüne hakim olmakla mümkündür.
Ayrıca, tiyatro belli bir zamanın ya da belli bir mekanın sanatı degildir; her ülkede, hattâ her şehirde farklı ve özgün tatlar barındırır. Böylece tiyatro, yüzyıllardır kendi dilini hayatın içinde yaşatır. (ülkemizdeki köy seyirlik oyunları, ritüeller, orta oyunu, mugallit, dengêbej, meddah…vb.) Aslında bunların hepsi sanatın ortak dilini hedefler ve bu kendiliğinden ve özünden evrilerek mümkün olabilir. Bu konuda da yereldeki tiyatro insanlarına çok iş düşer; okullu ya da alaylı -ki ikisinde de usta-çırak eğitimi bence etkilidir- tiyatro yapmak için neyi toplayacağını, neyi taşıyacağını, neyi ortak birikimle buluşturacağını bilmeli/hesaplamalıdır. Bölgedeki ortak dilin merkeze taşınmasını ve tiyatronun ve sanatın farklı dilleriyle, alanlarıyla buluşmasını sağlamalıdır. Bu zincirleme faaliyetle beslenen yapı zaten “evrensel”e kapı açacaktır.
Bu durumda, bölgelerde ve yerelde tiyatro yapan yerelin insanları yok sayılarak, merkezi bir dayatmayla (en güzel, en doğru olan isteniyor bile olsa) hareket edildiğinde, kendi bildiğini kendi gibi bilenlere yapmak isteyen yönetici ve sanat insanları hem çok zorlanır, hem “taşıma suyla değirmen dönmez” misali, sürekliliği sağlayamaz ve yenilirler hem de kültür çeşitliliğini yansıtmak ve taşımak yerine tek tipleşerek, taklide düşerek kendileri olmaktan çıkarlar. Tabii teknik donanım, bilgi, birikim açısından motor güçlerle başlanmalıdır bu çalışmalara ama; o şehrin, o bölgenin bu işe daha önce niyet etmişleri ve heves etmişleri ile ortaklaşarak.
Özellikle de belediyeler bu konuya çok dikkat etmeli, kendi şehrinin henüz yola çıkmış gönüllü tiyatrosunu da, epeyce yol almış alaylı tiyatrosunu da sürecin dışında bırakmamalıdır. Senelerin deneyimini ve birikimini taşıyan ustalarla yola çıkılsa bile, yerelin özgücünü beslemek için yerelinin donanımlı tiyatrocularını, sanatçılarını yarınlara hazırlamak olmalıdır amaç. Ayrıca, tepeden inmeci bir zihniyet yerine, özgücüyle var olan bir tiyatro, o şehrin insanları tarafından da daha çok ilgiyle karşılanır ve sahiplenilir. Bu türden bir yapılanma biçimi zordur belki ama, yerelin tiyatrosu olmak için gereklidir; yoksa turne tiyatroları zaten uğramaktadır şehirlere…
Yerelin tiyatrosu, o şehrin yaşayanlarıyla yapılandır. Burada kastım, yalnızca şehrin yerlisi değil, şehirde yaşayanlar tüm insanlardır zira kensel göçün artmasıyla şehirler de kozmopolit yapılara dönüşmüştür. Öte yandan, metropollerde de ortak dil, kültür vb. üzerinden üretim yapan birçok yerel tiyatro ortaya çıkmıştır, ancak bunlar o büyük kentlerin, metropolün yerelleridir artık.
“Her yerde tiyatro” şiarı, öncelikle “o yerde yaşayanlarla” üretme gerçeğini gözden kaçırmamalıdır.
Yerel yönetimler, bölgelerde, şehirlerde, köy, mahalle ve semtlerde tiyatroların oluşturulmasına destek olmalıdır. Tabii, yerel yönetimlere de devlet destek olmalıdır bu konuda. Ancak, bu desteğin yetişemediği, yetmediği yerlerde de, yerel yönetimler ve yerelin insanları, gönüllü, alaylı, okullu tiyatrocuları elele verebilirse, “insana dair olan” tiyatro var olur, hep olur. Hem de “taşıma suyla değirmen döndürmeden” bile mümkün olabilir bu. Bu noktada, belediyelere düşen, “mükemmeli ararken şehri teslim etmemektir.”
Üstten bir bakış ve merkezi bir anlayışla, hazır olanı, belirlenmiş olanı ordan oraya taşımakla kolayca “doğru”yu bulmuş oluruz belki, ama bu “doğru” görecelidir. “Doğru” olan, yereldeki insanlarının benimseyeceği, içinde olmaktan mutluluk ve onur duyacağı bir yapılanmayla tiyatral/sanatsal üretime yönelmektir.
Sanatta ve hayatta “olmak” yani “tamamlanmak” yoktur. Zaten, “oldum diyen öldüm der” özdeyişi, bize yetkin ve donanımlı olmak için insanların ortak alanda, birikim ve deneyimlerini ortaklaştırarak, azimle, sabırla çalışması, üretmesi gerektiğini anımsatır. Ancak böyle bir anlayış çıtayı yükseltir ve yerelde tiyatroyu kalıcı ve etkin bir sanata dönüştürür.
KIMIZ ZEYNEP BOZKIR