Özgür Başkaya yazdı: “1960 Sonrası Toplumcu Türk Tiyatrosu ve Dört Yazarı: VASIF ÖNGÖREN”

Özgür Başkaya

VASIF ÖNGÖREN

Yaşamı, Sanatı, Tiyatro Yapıtları

Maddeci epik tiyatro anlayışına bağlı, uzun yıllar Brecht ekolü ile ilgilenmiş Türkiye tiyatrosunun önemli yazarlarından biridir Vasıf Öngören. Brecht’in anlayışıyla doğru orantılı olarak dramatik tiyatronun miadını doldurduğuna inanan ve gerçekçiliği politika-sanat ilişkisi içinde dışlayan Öngören, ideolojik görüşleri doğrultusunda ülke sanatına eğilmiştir. Elbette ki bir yazarın sanat anlayışını onun ideolojisi ve yaşanan toplumsal süreçlere karşı gösterdiği tutum belirler. Vasıf Öngören yaşanan süreçten, sistemden bağımsız bir tiyatro düşünmez hiç. İnsan ve insana bağlı değerleri tartışmayan bir noktada, duruma emekten yana tavır vermektir onun düsturu.

Öngören’in değindiği olaylar yaşadığı topluma yakın özler içerse de evrensel temalara genel gönderiler yapar yapıtlarında.

Kolaycılığa kaçmaz hiçbir zaman yapıtlarında, toplumcu süreçlerle sanat arasındaki bağı hep kurmuştur Öngören.

Vasıf Öngören, tiyatroya başladığı andan ölümüne kadar (1984), önemli ve karakterli bir tiyatro insanı olarak görülür. Oyunları çok önemsenmiştir. Kişisel olarak da,teatral olarak da hiç kolaycı bir yaklaşım içine girmemiştir Vasıf Öngören. Söylendiği üzre “hep zoru seçmiştir”.

Onun bu yönünü Zeliha Berksoy şöyle anlatıyor:

“Çıkar ilişkilerine dayalı bu soysuzluğun içinde Vasıf, toplumsal gerçeğe dayanan, insanın değişebilirliğine inanan, sanatı son nefesine kadar yaşayan bir yazardı. Vasıf, yaşamın gerçeğini düşünsel ve sanatsal en ufak bir ödün vermeden ülkesinin insanına ulaştırmak isteyen aydının bitmeyen çilesini yaşadı.”102

Vasıf Öngören tiyatroda radikal değişikliklere inanan bir sanatçıydı. İdeolojik görüşleri eski biçimlerle verilmesinin anlamı olmadığını düşünüyordu. Özdeki değişikliğin ya da devrimciliğin biçimle bağı kurulmadıkça başarılı bir tiyatro yaşantısına inanmıyordu.

“Tiyatronun bir burjuva eğlencesi olmaktan çıkartılması isteğe bağlı değildir. Bir üst yapı kurumu olan tiyatronun kendine özgü değişme ve gelişme kanunları vardır. Genel bir hareketten soyutlanamayacağı gibi, bu kanunlar göz önünde tutulmadan tiyatroya ayrı bir nitelik kazandırmak da mümkün değildir. Tiyatronun sınıfsal niteliğini değiştirmek, sadece seyirci seçmekle de mümkün değildir. Bu noktada tayin edici ana faktör,  ‘sahne’ dir. Devrimci bir yapıya sahip olmayan sahne ile en devrimci sınıfa seslenilse bile, bunun kimi kuruluşların köyde düzenledikleri defilelerden daha ayrı bir anlamı olacağını sanmıyorum. Giderek, bu oyunlarda kimi devrimci konular ele alınsa bile, durum değişmez.”103

Sahnedeki yapısal değişiklerle yoğun bir ilişkisi vardır Vasıf Öngören’in. Brecht’in epik sisteminin Marksist bir yapıyla bağlantılanacağına inanır. Salt eleştiri dışında amaçlarla da kullanılabilir tiyatro…

“Devrimci sınıfların kullandığı – tam günümüzde kullanmak zorunda kaldıkları – ve mutlaka kullanacakları ya da çıkış noktası alacakları sistem, epik sistemdir. (Bilerek ve bilmeyerek çok karıştırılan, epik öğe ile epik sistemin aynı anlama gelmediklerini de bu arada belirtelim). Çünkü epik sistem devrimci amaçla kullanılabilecek tek Marksist tiyatro sistemidir.”104

Daha önce incelediğimiz yazarlar gibi Vasıf Öngören de ″ulusal tiyatro” kavram- yöntemi üzerinde durur. Bu önemli bir sorunsaldır. Evrensel değerler ve tiyatro ile ulusal tiyatromuz arasında, estetik ve sınıfsal ilişkiler olmak durumundadır. Hiç biri birbirinden bağımsız değildir, olamaz.

Günümüzde, ulusal tiyatronun kurulmasını, salt bir tiyatro sorunu olarak görmek, kesin olarak yanlıştır. Ulusal tiyatronun kurulması, ulusal bağımsızlık mücadelemizin vazgeçilmez bir parçasıdır. Emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı yürütülen, milli mücadele, sadece ekonomik ve siyasi alanda değildir. Siyasetimizin ve ekonomimizin emperyalizmin etkisi altında olduğunu söylediğimiz ve bu alanlarda mücadeleye geçtiğimiz andan itibaren, ekonominin ve siyasetin ideolojik plandaki yansıması olan kültür planında da aynı etkinin olduğunu kabul ediyoruz demektir. Aynı mücadeleyi kültür alanında da vermekte geç kalamayız. Önemli bir kültür kurumu olan tiyatronun, ulusallaştırılması antiemperyalist kavganın zorunlu kıldığı bir görevdir.

“Ulusal” sözcüğü, tiyatro sözcüğünün yanına geldiği zaman, gerçek anlamını yitirmektedir. Bu tüm tiyatrocuların sorumluluğunu getirir. “Nicedir, ″ulusal tiyatro ″ denildiği zaman, sadece sanatsal bir sorun akla gelmektedir. Bu tiyatroyu genel hareketten ve gerçekten soyutlamak demektir. Burada bile, emperyalist etkiyi görmemiz mümkündür. Emperyalist ve feodal kültür baskınlığına karşı mücadele, ancak işçi sınıfının kültür görüşleri, yani sosyalist ideolojinin yol göstericiliği ile gerçekleştirilir. Böyle bir mücadeleye başlarken ilk işimiz, ‘idealist tiyatro’ anlayışını terk etmek olsun. Bir üst yapı kurumu olan tiyatronun, önemli öğelerinin ve hareket ettirici gücünün hangi tarihsel zorunluluktan doğduğunu ve tarihsel süreç içerisinde ne gibi değişmelere uğradığını kısaca görmeye, yani tiyatroyu hareket halinde kavramaya çalışalım.” 105

Brecht’in epik tiyatrosunu Vasıf Öngören’in nasıl etkilediğini anlatan bu yazısında Haldun Taner şu sözleri söylemiştir.

“Türkiye ve epik tiyatro denince çağrışım yapan isimlerden biri de hiç şüphesiz Vasıf Öngören’dir. (…) Orada öğrendiklerini kendi gözlemleri ile birleştirip sunduğu  ″Asiye Nasıl Kurtulur? ″la haklı bir ilgi toplamıştır. Program dergisinde, Brechtyen tiyatronun diyalektik yönünü vukufla vurgulayan güzel bir de oyun yazmıştır. Vasıf Öngören bundan sonra yazdığı  ″Almanya Defteri ″ ve  ″Oyun Nasıl Oynanmalı? ″ gibi oyunlarda epik yönteme sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.”106

Batıdaki oyun yazarları ve yaşantı ile Anadolu arasında fark bulunmaktadır. Bu nedenle köydeki gerçek düşüncesi ve olgusuyla oradaki gerçek düşüncesi ve olgusu aynı değerlendirilemez. Toplumsal olana karşı özel bir duyarlılığa sahiptir Vasıf Öngören. O dönem içindeki çoğu yazarda bireysel olana karşı toplumsal olanı tercih etmiştir. Her toplumun kendi gerçeği olduğunun göstergesidir bu aynı zamanda.

Kalemden Sahneye isimli kitabında  ″içeriksel eğilimler ″ bölümünde ayrıntılı inceleyeceğini söyleyen Semih Çelenk, Vasıf Öngörenden aldığı bir alıntıyı irdeler:

“1970’li yıllar Türk oyun yazarlığına 60’lı yıllarda başlamış bir geleneğin devamı olarak damgasını vuran başka bir yöneliş ise, İçeriksel Eğilimler başlığı altında daha ayrıntılı ve oyunlar özelinde değineceğimiz  ″toplumsal olan ″a karşı aşırı duyarlıktır. Dönem içinde ürün veren oyun yazarlarının çoğu, toplumsal olanı bireysel olana yeğlemişlerdir.  Bu dönem içerisindeki dram sanatını batı dram sanatından belirgin bir biçimde ayıran bu özelliği Vasıf Öngören şöyle belirtmektedir:

Bir yazarın işi gerçeği anlatmaktır. Tabi gerçek üzerine farklı bakışlar var. Gerçeği anlatmak, yazmak sorunu, özellikle Batı’da bireyin gerçeğini yazmak şeklinde gelişmiştir. Oysa birey gerçeğin bir ucu.. Gerçek, değişken bir yapıya, bizlerden bağımsız kendi kanunlarıyla gelişen temel bir yapıya sahiptir ve ancak toplumsal varoluş bilinciyle belirlenir. İşte son oyunumda sosyal değişimlerin kişinin kaderini nasıl değiştirmeye zorunlu olduğunu anlatarak gerçeği yansıtmaya çalıştım.”107

Döneme egemen olan  ″toplumcu″ bakış açısının en önemli yazarlarından biridir Vasıf Öngören. Toplumsal ve politik olana karşı aşırı vurgulu oyunlar yazan yazar epik ve göstermeci üslubuyla döneme damgasını vurmuştur. İşçi ve emekçi ekseninde düzenin çarpıklıklarını ele alma eğilimi birçok yazarda görülse de Vasıf Öngören, bu çalışmada ele alınan diğer yazarlarla birlikte, ideolojik çizgisini yaşamda ve yapıtlarında net göstermiş yazarlarımız arasındadır.

Vasıf Öngören yazarlığında etkilendiği epik sistem, yabacılılaştırma etmeni, episod kullanımı, seyirciyle bağı pekiştiren anlatıcı kullanımı, slayt vb. teknik etmenlerin kullanımlarıyla Anadolu tiyatrosunun geleneksel öğelerini de kullanarak çağdaş bir senteze ulaşmaya çalışmıştır… Zeynep Oral’ın genel olarak oyunlarını tanımlamasını istediğinde şu açıklamayı yapar:

“Benim iki tür oyunlarım var: Biri yöntem olarak gelişenler. Asiye Nasıl Kurtulur ve Bu Oyun Nasıl Oynanmalı gibi. Diğeri maddesel açıdan önem taşıyanlar. Söz konusu madde Türkiye oluyor. Türkiye’nin kendine özgü yapısıyla ilgili oyunlar. Almanya Defteri ve son oyunum Zengin Mutfağı gibi… Kanımca bunlar içinde yöntem, kurgu ile konusu ile bütünlenişi en tamam olan Asiyeydi. Bu oyunu iki yılda yazdım. Basında milyonlarca kez işlenmiş, ağızlara sakız olmuş bir konunun apayrı bir yöntemle ele alınışıydı Asiye. Her seyreden kendi kafasında, kendi kavradıklarından sonsuz bir tat aldığı için bunca geniş ilgi gördü. Almanya Defteri ele aldığı sorun açısından önemliydi: Türkiye’deki proleterleşme sürecinde esnafı işliyordu. Türkiye’deki toplumsal dönüşümler dizisinin ilk oyunuydu. Asiye den önce yazılmıştı. Ancak Asiye’nin uygulaması, bu oyunu sonradan yeniden ele almaya zorladı beni. Bu Oyun Nasıl Oynanmalı, içerde, tutuk evinde yazdığım bir oyundu. Yöntem çalışması geniş boyutlara yöneldi.”108

1970’li yıllarda görülen sloganist tiyatrolara karşı tiyatronun görevinin gerçeği söylemek olduğunu belirten yazar; sanatı bir öğreti olarak görmez. Estetik kaygısı ön planda bir bakış açısına sahiptir.

“Bence sanat asla bir öğreti olamaz. Bir sanatçı, bir yazar, ″ben bunları biliyorum ″ diye öğretmeye, diyelim sosyalizmi öğretmeye kalkışırsa, tipik bir idealizme düşer. Bunun sahneden Müslümanlık, Hıristiyanlık öğretmek gibi yobazlıktan hiçbir farkı yoktur. Aynı şekilde yazarın seyirciye diyalektik materyalizmi öğretmeye kalkması büyük bir yanlış olur, zaten öğretemez de. Yazar bunu bilmeli, ancak yöntem olarak kullanmalıdır. Zaten yazar, gerçeğin değişebilir olduğundan başka bir şey de öğretemez.”109

Sanatçı dünya görüşü doğrultusunda “öğretiyi” elbette bilmelidir. Ama aslolan gerçeği kavramaktır. Bu anlamda sanatçının görevi geçeği yazmaktır. Öğreti öğretmek değil. Öğretiyi bilen sanatçı gerçeği görür ve yansıtır.

Vasıf Öngören’in Yaşamı

15 Şubat 1938’de Tavşanlı’da doğmuştur. 1958 yılında İstanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosunda çalışmalarına başlamış ve tüm yaşamını tiyatro üzerine kurmuştur. 1962’de İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümünü yarıda bırakmış ve Berlin’e gitmiştir. Burada Felsefe Fakültesi’nin Tiyatro Bilimleri Enstitüsüne yazılmış ve Brecht’in tiyatrosunda onun asistanı Manfret Wekwert’in reji çalışmalarını izlemiştir. Bu anlamda Brechtyen tiyatroyu kaynağından öğrenme olanağı bulmuştur. 1965 yılında ilk oyununu  Göç’ü yazmıştır. Daha sonra Almanya Defteri adıyla bu oyunu tekrar yazacaktır. 1966–68 yıllarında yaptığı askerliği sırasında ünlü oyunu  ″Asiye Nasıl Kurtulur ″u yazmıştır. Ankara Birliği Sahnesi ve Ankara Sahnesi bu dönemde kurduğu tiyatrolardandır. 12 Mart Askeri darbesinden sonra Halil Ergün, Erdoğan Akduman ve Mustafa Alabora ile birlikte  ″gizli örgüt ″ kurmak suçuyla tutuklanır. İki yıl cezaevinde kalır ve 1974 genel affıyla serbest bırakılır.110

1980’e değin kendi oyunları da dahil çok yoğun bir tiyatro pratiğinin içinde olan Öngören 1984 yılında Amsterdam’da ani bir kalp kriziyle ölür. Vasıf Öngören görüşlerini eyleme dökebilmek için, oyun yazdığı gibi pek çok oyun da sahnelemiştir. Bunları tarihsel sırasıyla, çalışmış olduğu topluluklarla birlikte şöyle belirleyebiliriz:

1-         Asiye Nasıl Kurtulur (kendi oyunu), 1969, Ankara Birliği Sahnesi/1971, Ankara Sahnesi.

2-         Adam Adamdır (Bertolt Brecht), 1971, Ankara Birliği Sahnesi.

3-         Almanya Defteri (kendi oyunu), 1971, Ankara Sahnesi.

4-         Oyun Nasıl Oynanmalı (kendi oyunu), 1974, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu.

5-         Faşizmin Korku ve Sefaleti (Bertolt Brecht), 1976, Birlik Sahnesi.

6-         Sezuan’ın İyi İnsanı (Bertolt Brecht), 1976, Birlik Sahnesi.

7-         Zengin Mutfağı (kendi oyunu), 1977, Birlik Sahnesi.

8-         1941-42’den İnsan Manzaraları (Nazım Hikmet’in şiirlerinden tek kişilik oyunlaştırma), 1979, Birlik Sahnesi.

9-         Yeni Nesil, 1984’te Amsterdam’da işçi çocuklarından oluşturduğu ve bugün de varlığını sürdüren Vasıf Öngören Tiyatrosu’nda kendi rejisiyle çalışmıştır.

“Öngören’in tamamlanmamış olan bu oyunu Meral Taygun’un tamamladığı söylenmektedir. Öldüğünde çalışmalarını sürdürdüğü bu oyunun metninin bulunup ilk baskısı Mayıs 1991’de, ikinci baskısı 1999’da Mitos-Boyut Yayınları’nca yapılan Bütün Oyunları kitabın yeni basımında yayınlanmalıdır.”111 Temennisi önemlidir.

1969 yılında Ankara Birlik Sahnesi’nde yönettiği kendi oyunu Asiye Nasıl Kurtulur toplumda ve tiyatro camiasında büyük etki yaratmıştır. Ankara Sanatseverler Kulübü’nün “En iyi oyun, En iyi yönetmen, En iyi kadın oyuncu ve En iyi yardımcı oyuncu” ödüllerini kazanmıştır.

ALMANYA DEFTERİ (GÖÇ)

Vasıf Öngören’in 1965 yılında yazdığı ilk oyunu Göç’tür. 1966 yılında, Uluslararası tiyatro şenliğinde, “Gençlik Tiyatrosu” tarafından sergilenen oyun ikincilik ödülü almıştır. Daha sonra oyunu tekrar değerlendiren Öngören adını Almanya Defteri adıyla değiştirmiştir. Ankara Sahnesinde sahnelenmiştir. Oyunu yazar kendi yönetmiştir.

Türkiye’nin kendi yapısındaki sorunlara gönderme yapan bu oyun proleterleşme sürecinde esnaf kesiminin konumunu işlemektedir.

“Dokuz yıl sonra Vasıf Öngören Almanya Defteri’nde küçük esnafın zor durumlarda bireysel bir kurtuluş çabasına düşmesini ve yanlış kişilere güvenmesini eleştirdi, küçük esnafın giderek emekçi olduğunu gösterdi.”112

Oyun gurbete gitmek zorunda kalan insanların dramı olarak değerlendirilebilir. Aziz Çalışlar “Türkiye’den Almanya’ya sanayi kölesi olarak gitmek zorunda kalan kişileri ele alarak bu olgunun sosyo-ekonomik nedenlerini vurgulamak”113 amacı içinde olduğunu belirtir.

Ayşegül Yüksel ″Tanıdık Durumlardan Yabancılaştırmaya″ isimli makalesinde Göç oyunundan bahsederken ″dış göç″ olgusunun son umut olması özelinde durur.

“(…) Vasıf Öngören’in ilk oyunu olan “Göç”, Türkiye’de kurdukları düşler gerçekleşmeyen, yaşam kavgasında yenik düşmüş, oto tamircisi bir ailenin, son umudu Almanya’ya işçi olarak gitmeye bağlamasıyla noktalanan bir yoksunluk ve yoksulluk serüvenini dile getirir. 1966’da TMFT Gençlik Tiyatrosu tarafından İstanbul Gençlik Festivali’nde sergilenen oyun ikincilik ödülüne değer bulunur.”114

Engin Ardıç, Vasıf Öngören’in Almanya Defteri isimli oyunun temsiline, Tiyatro 72 dergisinde yorum yaparken “Vasıf Öngören, Asiye’den sonra yeni bir aşamayı gerçekleştirmiş ve Almanya Defteri oyunuyla bir küçük esnafın proleterleşme sürecini başarıyla sahneye getirmiş bulunuyor”115 demektedir.

Göç gerçi daha önce yazılmıştır ama Almanya Defteri yeniden kurgulanan oyundur. Bu nedenle daha sonra işlenmiş ve üzerine kritik yapılmıştır.

Tiyatro 72’nin 8. sayısında Seçkin Selvi’de bir kritik yazar. Oyun metnini eleştirmekten çok oynanışla ilgilenirken yine de politik bir söylemde de bulunur.

“(…) Köyden kente, kentten köye, daha da ötesi başka ülkelere taşan bir umutsuzluğun, bir yenikliğin, çağ dışı, saf dışı bilinçlerin hikâyesi. Emperyalizmin çıkarları dümenindeki yerli ticaret ve sanayi ağaları ile politika oyunlarının dört okka tepesine bindiği kişilerin hikâyesi Almanya Defteri.”116

Almanya Defteri Oyununun Konusu ve Olaylar Dizisi

Almanya Defteri iki bölümden oluşur. Her bölüm kendi içinde 6 ve 7 oyun olarak oynanır. Sahne ya da tablo yerine ″oyun″ olarak yazılmıştır. Seyirciye ve oyuncuya, gerçekleştirilen oyunun yada yazılan metnin bir oyun olduğu sürekli duyumsatılır.

“Bilindiği gibi, Epik Tiyatro, sahnede gerçekleştirilen eylemin bir oyun olduğunu izleyicisine sürekli duyumsatmak ister. Böylece izleyici oyunla özdeşleşmeyecek, uzak açı kazanarak yargıya varacaktır. Bu yolla izleyiciyi bilinçlendirmeyi kendine işlev edinen Epik Tiyatro’dan Vasıf Öngören’in aldığı etkilerin oyunlarında görülmesi doğaldır.”117

Oyunda episodik gelişim temel alınmıştır. Sahneleme sırasında film kullanımında bulunan Öngören, böylelikle epik kullanımlarla hareket etmiştir. Türkiye gerçeğini gösterme kaygısındaki yazarın ilk oyunu olan ve yabancılaştırma kullanımına açıklığıyla değerli ve önemli bir yapıtıdır.

Recep Usta ismindeki, ismi gibi usta olan, bir otomobil tamircisinin, ekonomik sorunların hat safhada olduğu yıllarda, değişen ve yozlaşan sürece ayak uydurmaması nedeniyle tüm varlığını yitirişinin öyküsüdür Almanya Defteri.

Recep Usta yedek parçanın bulunmadığı yada karaborsada olduğu bir dönemde sıkışıklığa dayanamaz ve arkadaşı saydığı Kâzım’ın da etkisiyle eski arabalar satın alır. Yenisini, bu arabaları birleştirerek yapacak ve satacaktır. Bu hurdaları almak içinde oğlunun düğün parasını kullanır.

Kızı çırağa sevdalıdır. Oğlan düğün parası gidince evlenmeyi ertelemek zorunda kalır. Bir süre araba yapımıyla uğraşılır. Araba oluşturulur ama düzen değişmiş, yedek parçalar açığa çıkmıştır. Arabaya alıcı bulamaz ve çok ucuza satmak zorunda kalır. Kızı işten ayrılan çırakla kaçar ve bir fabrikaya girer. Oğlu sevdiği kız başkasına verilmesin diye onunla birlikte olur ve kız gebe kalır. Zorunlu nikâh yapılır. Tamirhane satılmak zorunda kalınır. Bir süre sonra işler iyice kötüye gider. Kızı ve çırak Almanya’ya gitmeye karar verirler. Küçük oğlu da bu yola girer. Evini satan usta kiraya çıkar ve o parayla oğlunu Almanya’ya yollar. Recep de fabrikada işçi olur!

Gurbet kavramına buradan bakan bakış açısı geliştirmiş olan Vasıf Öngören, alternatif ve iyi hayatlar arayan esnafın yoksullaşma sürecini aile ilişkilerinin dinamiğinde verir. Ailenin yıkılıp dağılma aşamasına gelmesiyle ekonomik dengeler arasındaki bağ bu oyunda her şeyiyle gösterilir. Gurbette ölen bir yazar olarak son şansın gurbet diye gösterilmesi politik süreç dışında özel bir ironi oluşturmuştur.

ASİYE NASIL KURTULUR

Vasıf Öngören’in 1968–70 yılları arasında yazdığı ve Türkiye Tiyatro yapıtlarının klasikleri arasına girmiş oyunudur. 1969 yılında Öngören’in kendi rejisi ile “Ankara Birlik Sahnesi”nde oynanmıştır.

Asiye Nasıl Kurtulur Öngören’in en tanınmış oyunudur. Aziz Çalışlar Tiyatro Ansiklopedisinde aşağıdaki tanıtımı yapar:

“Ekonomik koşullanma sonucu toplum dışına itilmiş insanın kurtulabilmesi için arızi çarelerin yetmediği savını tartışmalı bir yöntemle veren (filme de çekilmiş) en tanınmış oyunu olan Asiye Nasıl Kurtulur (1970).”118

1970’de “Ankara Sahnesi”nde yine Öngören’in rejisiyle sahnelenen Asiye Nasıl Kurtulur , aynı yıl İsveç’te kraliyet tiyatrosunun repertuarına alınmış, Rusça, Azerice, Kazakça, Yugoslavca ve Fransızcaya çevrilmiş; Sovyetlerde TV filmi olmuştur.119

Sevda Şener ″Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlak Ekonomi Kültür Sorunları″ isimli eserinin ikinci bölümünde, ekonomi sorunlarını incelerken ″Vurgun ve Sömürü″ üst başlığı altında değerlendirdiği Asiye Nasıl Kurtulur için şu yorumu yapar:

“Asiye Nasıl Kurtulur’da Vasıf Öngören, annesi kötü yola düşmüş yoksul bir genç kızın serüvenini anlatıyor. Genç kız, bu durumda, çevresi tarafından sömürülmeye mahkûmdur. Bozuk düzen içinde kendilerine göre bir uyum kurmuş, başlarını kurtarmış olanlar tarafından itilecek, çalıştığı yerde rahatsız edilecek, sevgisinde hayal kırıklığına uğrayacak, aç kalacak, sürünecek, kendini satarak geçinmek zorunda kalacak, hırpalanacak, dövülecektir. Böyle bir durumda tek kurtuluş yolu olağanüstü bir rastlantıdan yararlanarak başkalarını sömürmektir. Görüldüğü gibi yazar sömürüyü toplumun yaygın yaşama biçimi olarak göstermiştir. Bu ekonomik düzen içinde ayakta durmak, ancak başkasını ezmek, onun sırtından geçinmekle mümkündür.”120

Asiye Nasıl Kurtulur oyununun öz ve biçim özellikleri değerlendirildiğinde sağlam bir yapıya sahip olduğu görülür. Yazarın dünya görüşünün her şeyiyle yansıtıldığı oyunlarından biridir. Sınıfsal farklılıkların insanları ahlaki, kültürel, ekonomik, sosyal vb. birçok olguyla ayırdığı ve bu ayrışımın sömürü sisteminin bir parçası olduğu gerçeğini bu özel oyunuyla anlatmıştır. Asiye sermaye’den sermayedara geçiş öyküsüyle bize sömürüyü anlatmıştır.

Tiyatro 70 dergisinin 4. sayısında Önder Şenyapılı ″Asiye ve Türk Tiyatrosu Gerçekten Nasıl Kurtulur″ isimli bir yazı yazar. Oyunun getirdiği mesaj’ın önemi yerine yaptığı yorumla beraber Asiye Nasıl Kurtulur oyununun kurgusundan da bahseder:

“Sağlam bir temeli, sağlam bir çıkış noktası var yazarın. Toplumsal yapıyı sınıflar açısından ele alıp eleştirmek çabasında. Varlıklı sınıfların neden varlıklı, varlıksız sınıfların neden varlıksız olduğunu, dolayısıyla, ezilen sınıfların ezilmekten kurtulamadığını anlatmak isteğinde. Ve yazar, isteğini yeterince gerçekleştiriyor. Bir sınıfın yaşama savaşını, Asiye’nin kişiliğinde, ayrıntılarıyla somutlaştırıyor. Somutlaştırma işleminin kurgusu (teknik yönden) sağlamdır.”121

Sokağa düşmüş kızın, geçmişinde annesiyle örtüşen bir kadere mahkûm olmasından, bu toplumsal düzende ve Anadolu gelenek göreneklerinin tutucu olduğu anlayış ve zamanlarda, başka yolunun olmadığının çarpıcı anlatımıdır Asiye Nasıl Kurtulur. Asiye’nin nasıl kurtulacağının seyirciye bırakılması ise, sorgulatma düşüncesinin ürünüdür.

“Kurşunlu’nun “Evler ve İnsanlar” adlı oyununda anlatılan öyküye benzer bir öykü de. Vasıf Öngören’in “Asiye Nasıl Kurtulur?” (1969) adlı oyununda karşımıza çıkar. Oyunda umarsız, dayanaksız bir genç kız olarak modern kent yaşantısının içinde kendini var etmeye çalışan Asiye’nin kendini satmaya, oradan da genelev patronu olmaya kadar yaşadığı süreç, katı ahlakçı bir burjuva kadının kılavuzluğunda, adım adım sağlaması yapılarak verilmeye çalışılmıştır.

“Asiye Nasıl Kurtulur?” Belli bir sınıftan gelen terk edilmiş, sokağa bırakılmış bir kız portresi olarak Asiye’nin kötü yola düşmekten başka bir seçeneği olmadığını, bu çarpık düzende namusun ve güzel yaşamanın ölçüsünün sadece para olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Asiye’nin kurtuluşu geriye dönüşlerle sağlamalı bir biçimde anlatılırken, bu noktadan sonra Asiye’nin nasıl kurtulacağı ise seyirciye bırakılmıştır.122

″Asiye Nasıl Kurtulur″ Oyununun Konusu ve Olaylar Dizisi

Oyun; Asiye adında fakir bir genç kızın elinden gelen tüm ahlaklı çıkış yollarını zorlamasına rağmen, kapitalist sömürü sisteminde fahişeliğe zorunlu itilmesinin ve bu yollardan geçerek, biraz da rastlantılar yardımıyla sermayedarlığa geçişinin üzüntülü öyküsüdür.

Her oyun arasını bir tartışmanın izlediği Asiye Nasıl Kurtulur da; Fuhuşla Mücadele Dernekleri Başkanı ile anlatıcı arasındaki konuşma-tartışma oyunun yönünü belirlemektedir. Asiye’nin annesi serbest hayat kadını olarak çalışan biridir. Kendini kurtarmak için bir adamın metresi olur ve kızını bırakır. Adam kızı istememektedir. Dernek başkanı Seniye Hanım kızın namuslu bir yere kanalize olmasını ister ve Asiye okul müdiresinin yanında okuyup büyümeye başlar. Nişanlanacağı gün annesinin mesleğini öğrenen müstakbel kayınları kızı gelin olarak almaktan vazgeçerler. Seniye hanım evlenmesini düşünür. Oyun böyle gelişir ve tesadüfler eseri okul müdiresinin yeğenine âşık olur. Ancak günün birinde yeğenin ayrılmak üzere ama evli olduğu ortaya çıkar. Öğretmeninden de utanan Asiye çıkışı oradan kaçmakta bulur. Fuhuşla Mücadele Dernekleri Genel Başkanı Hanım, Asiye’nin namuslu bir iş bulmasını önerir ve Asiye bir fabrikaya girer. Ancak orada tacize uğrar. Bunu şikâyet için gittiğinde fabrikanın genel müdürü olumlu bir tavır takınacakken, işin sahibi, tacizci kalifiye ustayı bir daha bulamayacakları ve önemli olanın kar-üretim olduğunu söyleyerek kızı işten kovdurur. Asiye işsiz kalır ve bu mezeci dükkânından meze çalarken yakalanır. Dükkân sahibi polise götürmemesine şart olarak onunla birlikte olmaya Asiye’yi mecbur eder ve Asiye’nin fahişelik serüveni başlar. Seniye hanımın önerisiyle annesini bulan Asiye onun yol göstericiliğinde profesyonel ve göreli olarak paralı bir işe koyulur. Yalnız haraç almak isteyenlere karşı da bir “Dost” bulması zorunlu hale gelir. Dostla işler orta halli devam ederken, Asiye zengin bir müşteriyi annesinin de oyunlarıyla kendine âşık eder. Kendine bir ev organize ettirir ve tam bu adamla kaçacakken “Dost” gelir ve adamı bıçaklayıp öldürür. Asiye adamın çantasındaki paraları alır.Bu aynı zamanda Seniye’nin önerisidir. Bir süre sonra kendine bu paralarla şık bir randevu evi açar. Artık kendine benzeyen kızları çalıştırmaktadır. Asiye döngünün kurbanıdır. Düzende yaşamanın sırrını öğrenmiştir. “Yoksullara kader deyin uyutun, uyanana para verin susturun, susmayanı zora koyun çektirin, böyle gelmiş böyle gitsin, sürdürün… Davrananı yok edin. Direneni gebertin. Ezin, vurun, öldürün. Devam etsin bu hayat”123

Sistemin kendini yeniden ve yeniden üretmesinin doğru olmadığını düşünen yazar şarkılarında hep epik bir hava yaratarak tartıştıran ve dışarıdan bakılmasını sağlayan bir oyun süreci yaratmıştır. Oyunda şarkı ve türkü biçiminde de olsa “anlatısal anılara yer verilmiştir”.124

Asiye Nasıl Kurtulur, 1970’li yılların en önemli oyunlarından biridir. Şimdinin tabiriyle ″hit″ oyunu.

Vasıf Öngören’e 1970 yılında Sanatseverler Derneği’nin En İyi Yazar ve En İyi Yönetmen Ödülleri’ni getiren Asiye Nasıl Kurtulur, Türk tiyatrosuna içerik ve biçim açısından yeni bir seçenek sunan bir başyapıt olarak tiyatro tarihimizdeki yerini almıştır.

“Asiye daha sonra iki kez (‘70’lerde ve 80’lerde) Dostlar Tiyatrosu’nca Genco Erkal’ın sahne düzeniyle sunuldu. Bu üç büyük yapımda da Asiye’yi Zeliha Berksoy unutulması olanaksız bir yetkinlikle yorumladı. Oyunun dördüncü büyük yapımını ise 1990’larda Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Ergin Orbey gerçekleştirdi. Bu yeni yapımda Asiye’yi Zeliha Berksoy değil, altı genç bayan oyuncu canlandırdı.

1970’lerin en vurucu Türk oyunu olan Asiye Nasıl Kurtulur kapitalizmin semirdiği yoz bir düzenin yoz koşullarında, düşüşü küçük burjuva kafasından çıkma çözümlerle engellenemeyen, yükselişi ise ancak kapitalizmin acımasız kurallarına uyulmasıyla gerçekleşen sahipsiz bir kızın öyküsünü dile getirir. Sahnede yansılanan öykü düzeyinde pek çok melodram öğesi taşıyan yapıt, gerçekte ″biçimsel″ özellikleri nedeniyle bir ″tartışma″ oyunudur. Son derece başarılı bir ″epik tiyatro″ örneği…”125

OYUN NASIL OYNANMALI

Vasıf Öngören’in üçüncü oyunu 1972–1974 yılları arasında cezaevindeyken yazdığı Oyun Nasıl Oynanmalı oyunudur. Muhsin Ertuğrul’un şehir tiyatrolarının kapısını Öngören’e açması ve dışarıdan da oyuncu almasına olanak tanımasıyla, esaretten kurtulur kurtulmaz kendi oyununu sahneye koyma şansını bulmuştur yazar. Seçkin Cılızoğlu Vasıf Öngören’in oyunu hakkında yazdığı yazıda oyunu başarısız bulmuştur. Eleştirilen ilk konu Öngören’e verilen bunca yetkiye rağmen oyunun uzunluğu ve sıkıcılığıdır. “Sözün fazla uzatılmış”126 olduğunu söyler Cılızoğlu.

Bu oyunda da bir ″tartışmalı″ yapı görürüz. Ancak yazar ″Asiye Nasıl Kurtulur”oyunundakinden farklı olarak değerlendirmiştir. ″Yöntem olarak gelişen″, tartışmalı yapıdaki oyunların ikincisidir Oyun Nasıl Oynanmalı.

Emekçi bir ailenin kızı Sevil’in, yarışmacıların tahmin ve yönlendirmesiyle hayatının çizilişi iki boyutlu olarak anlatılmaktadır. Hayata dair izlenen bu oyunda, oyun içindeki oyunun nasıl oynanacağı üzerine kurulmuştur Oyun Nasıl Oynanmalı.

“(…) reklam programını yöneten bir sunucu ile tartışmacı olarak yarışmacıların yer aldığı, ortada sergilenen (sömürülen sınıftan) bir kişinin yaşamöyküsünün, yarışmacıların kazanma uğruna, toplumsal – ekonomik ve siyasal nedenlerle bir kısır döngüye dönüşmesini, bir toplum parodisi biçiminde veren Oyun Nasılı Oynanmalı.”127 Sözleriyle oyunu kısaca anlatır Aziz Çalışlar.

Oyunda yazarın varmak istediği noktalardan biri yarışmayı, öyküyü ve sahneden yansıtılan eleştiriyi değerlendirecek seyircinin çok yönlü bakış açısını sağlamaktadır.

Yarışmacı kadının küçük burjuva bakış açısı, kazanma üzerine geliştirdiği vahşi kapitalist öneriler ve ahlak anlayışı oyunda eleştirilen olarak karşımıza çıkar. Para ödülünü kazanmak için oyunun nasıl oynanması gerektiği sorgulanırken, insani olandan nasıl uzaklaşılabileceği gözler önüne serilir.

Oyun Nasıl Oynanmalı, radyo yada televizyonda izlediğimiz çeşitten bir yarışma programıyla, yoksul ama güzel bir genç kızın film dünyasındaki hızlı yükseliş öyküsünün sürekli bir etkileşim içinde eşzamanlı olarak gelişimini sergiler.

Yarışma programına yüklü bir para ödülü kazanmak amacıyla katılan küçük burjuva kökenli karı koca, noter, sunucu ve programı izleyen seyirciler, oyuncular tarafından, yarışmacıların istediği yönde gelişen ″yoksul, güzel kız″ öyküsünün on iki aşamada canlandırılışını izlerler. Öyküye konu olan yoksul işçi ailesinin bireyleri yarışmacıların elinde birer ″piyon″dur. Sorgulanan ise, kazanma hırsı içinde, kendi sınıfının kutsal saydığı değerleri, sahnede canlandıran işçi sınıfından insanlara çiğnetiveren yarışmacı bayan’ın sınıfına özgü mantığı, ahlak ve kazanç anlayışıdır. Değişik söylem düzlemleri arasında oluşan değişken ″seyretme – seyredilme″ süreci içinde oyun kişilerinin yada oyuncuların eleştirel tavrı belirlenir. Seyirci ise hem yarışmayı, hem öyküyü hem de sahnede yansıyan eleştirel tavrı aynı anda algılar ve sahnede olan biteni uzak açıdan değerlendirir.”128

Semih Çelenk ″Kalemden Sahneye″ isimli çalışmasında Vasıf Önören’in “Sevil gibilerin kaybetmekten başka şansları olmadığı” yorumunda bulunduğunu söyler.129

Vasıf Öngören’in bu oyununun yapısı yarışmacı küçük burjuvazi üzerine oturtulmuştur. Evin kızı Sevil’i ünlü bir film yıldızı yaparak para kazanmayı düşleyen yarışmacılar, kudret karşısında önerileriyle yenilgiye düştükleri için kaybettiklerini anlar ve evin küçük kızını artist yapmaya yönelirler. Bu ise kurallara uygun değildir ve kaybederler. Karı – koca olan yarışmacıların aralarındaki anlaşmazlık süreci de aslında beklenmeyen ama oyunun olmazsa olmazlarından olan bir durumdur.

 

Oyun Nasıl Oynanmalı Oyununun Konusu ve Olaylar Dizisi

Oyun, fakr-u zaruret içindeki bir işçi ailesinin bu düzende zengin olup olamayacakları tartışması üzerine kuruludur. İşçi ailesinin büyük kızının, gecekondudan çıkıp film yıldızı olarak ona göre sınıf atlamasının öyküsüdür bu.

Öyküyü eğer başarılı bir sonuca ulaştırırsa yarışmacılar para ödülü kazanacaklardır. Hem de noter huzurunda!

Küçük burjuva yarışmacılar ister istemez, sınıfsal yapıları gereği öyküyü para kazanma ve çıkar ilişkileri üzerine kurarlar. İki yarışmacı da küçük burjuvadır.

“Küçük burjuva uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin (insaniyetçi) edebiyatın etkisi, ″kanunların ruhu″ burjuva ″gelenekleri″ denilen bütün şeylerin etkisi burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: “Tanrım Bize Acı”

Bu dua biraz daha geliştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır: “Beni bırakın dilediğim gibi yaşayayım”.130

Tüm gelenekler ve işçi babanın tavırlarına rağmen Sevil’in film çekmesi gerekliliğine karar verir yarışmacı aile. Kızın çıplak poz vermesi ise, değer yargılarına ters düşse de kazanç gözetilerek kabul edilir. Kadın ve adam arasında anlaşmazlık çıkınca, kadın kızı metres yapmak ister ve koca elenir.

Yazar film yıldızlarıyla halk arasındaki bağında ince eleştirisini yapmaya devam etmektedir. Genç Sevil’in erkek arkadaşından ayrılmasını ″iş″ gereği sağlayan patron Kudret, kızın karşı cinse ve dayanağa olan gereksinimini de kendi karşılamaya çalışır ve Sevil’i her halükarda elinde tutmaya yönelik tavrı başarılı olur. Sevil’in annesi kızını Kudret’in elinden kurtarmak ister ama sonuç alamaz. Bu anlamda başarılı olamayan kadın yarışmacı diğer küçük kızın film çekmesini isteyince kural gereği paralarını kaybeder. Küçük kıza film çekmeye kalkmak denenen bir şeyi tekrar demektir ki bu kısır döngü olur.

Küçük burjuvalar sınıfsal olarak temel bir yapı gösteremediklerinden, kendi küçük payları olsa bile Kudret kişiliğindeki kapitalist büyük burjuvazi hep kazanacak yada tabiri caizse onun dışındakiler kaybedeceklerdir.

“SUNUCU – Sevgili seyircilerimiz… Biliyorsunuz bu oyun her gün oynanıyor… Bir karar vereceksiniz, hanımefendi kazandı mı, yoksa kayıp mı etti? Size bir zaman tanıyoruz… İyice düşünüp bir karar verin… Kazanan oldu mu? Unutmayın bu oyun her gün oynanıyor… Sizin kararınıza kadar da böyle oynanacak…131

Oyun Nasıl Oynanmalı emekten yana bir dünyanın taraflılığını, ironik göstergelerle anlattığı ve çok net-sert küçük burjuva eleştirisi yaptığı düşünüldüğünde başarılı bir oyundur. Çözüm önerisi olmaması eleştirilebilirse de yine de eleştirel perspektiflerin yeniyi bulabileceği düşüncesi önemli ve anlamlıdır.

Yazarın kurguladığı dekordaki sadelik oyunu anlaşılır kılmaktadır.

Yapıttaki reklâm-film endüstrisi eleştirisi dönem için başarılı görünmektedir. Tarihsel bir analiz yapılmadığı hissedilse de oyundaki sinemanın büyüsünün duygu sömürüsü ve göz bağcılığı kitlelere anlatılmak istenmiştir.

Toplumun yazıldığı dönemdeki sancılarına ışık tutması, epik tavrın geliştirilerek derinleştirilmesi ve orta sınıfın durumunun çizilmesi anlamında Oyun Nasıl Oynanmalı? oyunun nasıl oynandığını bizlere göstermektedir.

ZENGİN MUTFAĞI

Zengin Mutfağı oyunu Vasıf Öngören’in 1976–1977 tiyatro sezonunda yazdığı çarpıcı eseridir. “Kusursuz yapısı, ironiyle yüklü ilişki ve çatışma örüntüleriyle Öngören’in ikinci başyapıtıdır.”132

15–16 Haziran 1970 genel işçi direnişi sürecini irdeleyen ve bu günlerde tarafsız olmaya yada süreçteki çatışmanın dışında kalmaya çalışan kişilerin toplumsal tavırlarındaki hatayı irdeleyen özel bir oyundur Zengin Mutfağı.

Sermaye – emekçi çatışmasında yer tutmanın önemi ve gerekliliği üzerine kurmuştur oyunu yazar. Kararsız ″Aşçı″ özelinde seyirciyi de taraf olmaya çağıran bir tutum sergilemiştir. Seyirciyi sorgulatma sürecini oluşturan bu kurgu, olayların geriye dönüşlerle tekrar anlatılması ve böylelikle yaşanılanın unutulmamasının da altını çizer.

“Zengin Mutfağı, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkilerin git gide keskinleştiği 1970’ler Türkiye’sinde ″kavganın dışında kalma″ çabası içinde safını şaşıranların öyküsüdür. Bir çeşit ″bakarkörlük″tür bu kişilerin ortak özelliği; Öngören safını şaşırmışlığın, faşizmi görmezden gelmekten tutun da, faşizme ödün vermeye, giderek faşizme uşaklık etmeye kadar varan çeşitli görüntülerini sergiler.”133

Safını belirlemeyen seyirciye bir nevi uyarıdır Zengin Mutfağı. Seyirciye ulaşması gerektiğini bilen yazar oyunun oluşturulmasında özel metotlar geliştirir. Seyirciyi çok iyi tanımak bu yapı için gerekli ve zorunludur. Aynı zamanda özel yazarlık maharetlerinin gerektiği de aşikârdır. Ama tiyatroyu çok iyi bilen Öngören, yazarlık konusunda çok başarılıdır.

Seyirciye ulaşımını dört yoldan gerçekleştirdiğini söylüyor Ayşegül Yüksel

Vasıf Öngören, oyununu, sermaye ve emek arasındaki çatışmanın topluma bir etki – tepki silsilesi biçiminde yansıyan görünüşleri üstüne kurar; amacı baş kişileriyle birlikte seyirciyi de bu çatışmanın orta yerine atarak saf seçme durumuyla karşı karşıya bırakmaktır. Bunu gerçekleştirmek için de önce seyirciye ″ulaşması″  gerekmektedir.

“Bu koşulu dört yoldan gerçekleştirir:

  1. Oyunun kişilerini seyircinin yerli sinema ve televizyonda izleme alışkanlığında olduğu kişiler arasından seçer. Oyunu da yine yerli film seyircisine yabancı olmayan bir ″mekân″da geçirir. Ve böylece seyirciyi avucunun içi gibi bildiğini sandığı bir ortamın gevşekliği içinde kıskıvrak yakalar.
  2. Oyunda yansıtmak istediği politik ve toplumsal olayları seyircinin zorlanmadan özümseyebileceği bir dozda, yalnızca genel hatlarıyla kullanır.
  3. Oyunun diyaloglarını ve anlatma bölümlerini seyircisinin genel kültür düzeyini ve tiyatro izleme alışkanlıklarını göz önünde tutarak biçimlendirir. Tüm konuşmalar ve anlatmalar kısa, yalın ve özlüdür.
  4. Tiyatronun bir işlevinin de eğlendirmek olduğunu, özellikle, güldürü üstüne kurulmuş bir tiyatro geleneğinden gelen Türk seyircisinin suratına birtakım gerçekleri bağırmakla devrimci tiyatro yapılamayacağını iyi bilmektedir; bu nedenle oyunu için yer yer güldürü öğelerini içeren bir sahne anlatımını benimser.”134

Ayşegül Yüksel’in bu metodik bakış açısı, metnin çözümlenmesi ve seyirciye ulaşabilmesi adına tiyatro için çok önemli bir süreçtir. Seyirci tiyatronun sahibiyse, ona ulaşan tiyatrocu ancak kendini gerçekleştirmiş olur.

Başar Sabuncu tarafından 1987 yılında sinemaya da aktarılan Zengin Mutfağı oyununa, değerli tiyatro emekçisi Günay Akarsu’nun Cumhuriyet gazetesinde yaptığı yorum, oyunun önemini perçinlemektedir.

“Bunca yüklü olan oyun, epik bir yapıya ve ustaca gerçekleştirilen kurgusuyla her şeyden önce, bir tiyatro oyunu olma niteliğini taşıyor. Kişilerin, daha doğrusu çizilen tiplerin oyun süresince değişmeler de maddesel temelleriyle birlikte yansıtılıyor. Emekçiler süreç içinde işçileşerek doğrulara yönelirken, yılların aşçısı Lütfü Usta bile yaşına uygun tepkilerle varlığını ortaya koyarken militan Selim de gittikçe egemenlerle bütünleşiyor. Oyun bu temel çelişmenin yükselmesini çözümlenemez boyutlara ulaşmasını verdiği için hem bilimsel bir doğruluk taşıyor, hem de çok geniş boyutlu bir kutuplaşmayla üretken bir gerilim kazanıyor.”135

Zengin Mutfağı oyununun politik tavrı hakkında Doç. Dr. Semih Çelenk belirleyici bir yorum yapmıştır: “(…) Vasıf Öngören’in Zengin Mutfağı, hem yazarın ″epik″ diye nitelediği kendi üslubunun hem de işçi ekseninde sosyalist bir bakış açısıyla yazılmış düzen yergisi yapan oyunların başarılı bir örneğidir.”136

Oyun içinde anlatı üzerine yoğun araştırmalar yapmış Hasan Erkek Zengin Mutfağı oyununu da ele almış ve oyundaki gerçeklik duygusunun ortaya çıkması ve gerçeğin vurgulanmasında , oyun 15–16 Haziran genel grev, genel direniş sürecini anlattığından, anlatılanın önemi üzerinde durmuştur.

“Oyundaki olayların dağıldığı iki yıllık süre, (1970–1972) anlatılar aracılığıyla yoğunlaştırılmakta, zaman atlamaları daha kolay yapılmakta ve belirtilmekte (alıntılarda tarih belirterek) böylece oyunda zaman kullanımına daha kolay hükmedildiği gibi, bunun seyirciye duyurulması sorunu da daha pratik bir biçimde aşılmış olmaktadır. Anlatılarda, olayların geçtiği tarihlerin sık sık belirtilmesi oyundaki gerçeklik ve somutluk duygusunun ortaya çıkması ve gerçekliğin vurgulanması bakımından önem taşıdığı göz önünde tutulacak olursa, anlatıların bu konudaki işlevi de daha iyi anlaşılacaktır.”137

Aziz Çalışlar Tiyatro Ansiklopedisinde oyundan söz ederken “toplumsal koşullanmanın diyalektik çelişmelerini sınıfsal açıdan vurgulayan ve yine bir toplum parodisi içinde örneklendiren Zengin Mutfağı”138 açıklamasıyla oyunun derinliğini ve hem estetik hem de politik önemini gözler önüne sermiştir.

Zengin Mutfağı Oyununun Konusu ve Olaylar Dizisi

Zengin Mutfağı oyunu sermaye – emek yada burjuvazi – işçi sınıfı çatışmasını uzak açıyla anlatan politik bir oyundur. İşçi Murat ve Kerim Bey’in çatışması dillendirilen oyunda, ki bunlar oyunda hiç görünmezler, sadece varlıkları diğer oyuncular tarafından anlatılır, taraf tutanlar ve tutamayıp kararsız kalanların çektiği ikilem anlatılır.

Bölümler arasında birçok ön oyunla tarihselleştirilen oyunda, eski Pehlivan, şimdiki aşçının seçimini yapabilmesi için eskiyi oyunlarla anlatması ve seyirciye sorular sorarak onu taraflaştırmasını görürüz.

15 – 16 Haziran olaylarında köşkün patronu korkuyla çekip gitmiş ve kimseye haber vermemiştir. Köşkteki kızın nişanlanacağı üniversite öğrencisi Selim de gelmemiştir. Selim nişan yüzüklerini alacağı kuyumcunun olaylarla ilişkili dükkânını erken kapatması yüzünden gelememiştir. Bir süre sonra köşkün şoförü Seyfi, patronun Avrupa’ya uçtuğunu söyler. Selim ise hemen ardından gelir ve dışarıda yaşanan sürecin zorluklarını anlatır. Zorda olsa gelen Selimle Kız, Lütfü’nün öncülüğünde nişanlanırlar.

Aradan bir yıl geçer. 12 Mart olmuştur. Sıkıyönetim vardır. Selim evlenmek için eniştesinden para – hissesini almaya gitmiştir. Ama eli boş döner. Sıkıyönetimce arananların isimlerinden birini tanıyan Selim onu kızı orada bırakmamak amacıyla ihbar etmeye gider. İstemese de ihbar ettiği köylüsü polisler tarafından öldürülür. Büyük bir buhrana giren Selim’i Lütfü Usta “Kerim Bey”in yanına çıkarır. Çatışma dışarıda sürerken köşkte mutfağa da yansımıştır.

Kerim Bey, Selim’i çok beğenir ve kendine fedai tetikçi olarak alır.  Özel bir eğitim kampına yollar ve dönüşünde artık köşkte yeri olan biridir.

İdeolojik olarak beyni kampta yıkanan Selim, “son Türk devletine karşı işlenecek” tüm olaylarda kullanılmaya başlanır. Kerim Beyin fabrikasındaki işçileri örgütleyenleri bertaraf etmeye gidecek olan Selim, aynı zamanda nişanlısının ağabeyinin de sendikacı olduğunu öğrenir ve ona diş biler. Eve koruma olarak gelen köpeğin üzerinden yaşanan olaylardan sonra Lütfü Usta köpeği zehirler. Kızı da suçlayan Selim’i artık durdurmak imkânsızdır. Faşizm kanlı ve insanlık dışı yüzünü göstermektedir. Kız sonunda Selimden ayrılır. Köşkteki herkes dağılmıştır. Lütfü Usta süreci anlattığı seyirciye tekrar sorar. “Ayrılmalı mıdır yoksa kalmalı mı?” Aslında sorunun yanıtını vermiştir. Seyircinin de cevaplaması için sorulmuştur.

Zengin Mutfağı seyircinin seçimini sorgulatmak isterken sınıflar arası çatışmada, yazara göre durulması gereken yeri belirtir.

Patron – sermaye ile emek –işçi arasındaki çatışmada herkes safını belirlemek zorundadır. Sınıfsal seçim aynı zamanda etik, estetik, yaşamsal seçimdir.

“Öngören, Zengin Mutfağı’nda karşıt safların nasıl belirginleştiğini ve birbirleriyle hangi yöntemlerle savaşmaya çalıştıklarını güncel tarihsel gerçeklere yaslanarak gösterirken, beylik bir ortam içinde de göstererek, tarihin ve gerçeklerin dışında kalanların nasıl gülünç duruma düştüklerini ortaya koymaktadır. Bu anlamda, Zengin Mutfağı, bir sınıf çatışması oyunu olduğu kadar, (Lütfü Usta’da odaklanan) bir komedyadır da.”139

Zengin Mutfağı altı ön oyun ve altı oyundan oluşmaktadır. Aşçı Lütfü ön oyunları anlatırken oyunlarda da oynamaktadır. Yaşamla sıkı sıkıya bağlar kuran yazar, sanat–yaşam birlikteliğinde sanatın yaşamı güzelleştirmesi, insanileştirmesi perspektifini izleyicisine anlatmaktadır.

Türkiye’de Bertolt Brecht ve onun Epik Tiyatro’su dendiğinde, 1970’li yıllarda akla öncelikle Vasıf Öngören gelir. Diyalektik materyalizmin tiyatrodaki büyük kuramcısı olarak Brecht’i görür.

1960’lı yıllardan 80’lere kadar süren bu yazarlık – kuramcılık – yönetmenlik yaşantısında Vasıf Öngören Türk Tiyatrosu için önemli bir yere sahiptir.

“Vasıf Öngören, Brecht tiyatrosundan öğrendiği biçimsel özellikleri Türk insanının toplumsal – ekonomik – politik konumuyla buluşturmayı başarmış, epik tiyatro yöntemini, Türk insanının tüm sıcaklığı ve canlılığıyla yansıtan bir yaklaşımla uygulamış bir tiyatro ustası olarak anılacaktır. Yapıtlarıyla yarattığı tiyatro olaylarının hiçbiri rastlantısal değildir; malzemesini titizlikle seçen, özenle işleyen, ne yaptığının baştan sona bilincinde olan bir tiyatro adamına yaraşır başarılardır hepsi de. Öngören, hiç tartışmasız, 1970’ler Türkiye’sinin, seyircisiyle en iyi iletişim kurabilmiş toplumcu tiyatro yazarıdır…” 140

Vasıf Öngören yaşamı, yapıtları, pratik çalışmasıyla Türkiye’de önemli yerlere gelmiş nadide tiyatro insanlarımızdan biridir. Oyunları halen sahnelenmekte ve değerinden bir şey kaybetmemiş görünmektedir. Vasıf Öngören’in oyunlarını tekrar tekrar değerlendirmek ve paralel giden güncel olaylara endeksli oynamak gerekmektedir. Bu büyük Brecht temsilcisi yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir.

ÖZGÜR BAŞKAYA

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku