Mevsim oyunlarına Salih Kalyon’la başlamıştım: Memleket Saat Ayarı. Tek kişilik sunumdu, ama yine de çoklu tiyatro örüntüsüyle çarpıcı bütünlük sergiliyordu.
İlginçtir, izlediğim ikinci oyun da tek kişilik sunum oldu. Şâmil Yılmaz’ın yazıp yönettiği, kostüm, ışık tasarımlarını Hilal Polat’la, Berk Kaya’nın üstlenip Elif Aydın koreografisi, Ozan Akgün dramaturgisiyle Sezen Keser’in sunduğu Mek’an Sahne yapımı “Dansöz.”
Bir dansöz hikâyesine dolanıp sıradanlaşabilecek, arabeske bulaşıklığı nedeniyle havada yitip gidebilecek oyun, ilk kez izlediğim bu genç topluluğun elinde, doğrusu ya metinden sunuma ayakları yere basan diklenişle kendini gösteren bir sahne çalışması olarak geldi karşımıza.
Ne ki ben, zaten oyundaki cinayetlere ya da kurban ritüeline dönük kanlı-bıçaklı anlatımları bir yana bıraktığımı, oyunu başka gözle izlediğimi söyleyeyim kendi payıma. Bu açıdan, gerçeklik temelinde oyunun, savruntusuz yerli yerine oturtulmuş aksıyla, buna eklemlenmiş olay örgüsüyle, alt metnin verişilişindeki ustalıkla, doğrusu beni daha çok ilgilendirdiğini ekleyeyim.
Sağlam Metnin Kazandırdığı Gerçekçi Çoğulluk…
İlkin iki satırla özetlemeye girişeyim Dansöz’ü. Bir geri dönüşle bütünlenen oyun, başlangıçta belki dansözün “sert” tutumuyla açılıyor, bu yüzden sonradan gözlenen görece naiflikle çatıştığı öne sürülebilir bunun.
Annesi pavyonlarda çalışan, ilgi, sevgi yoksunu küçük yoksul Meryem’in, kendini ifade etme biçimi olarak dansa dönük gide gide tutkuya dönüşen duygusunu, bunun yaşamına yayılan yansımasını izliyoruz oyunda. Hayatına bir yerde katılan masalsı karakter usta dansözün el verişi, katkısı Meryem’i, alabildiğine etkileyecek, ulaşılması güç bir düzeye yükseltecektir.
Ancak oyun, bu özetlemeye sığdırılamayacak kadar zengin bir arka plan getiriyor denebilir. Çünkü Meryem’in, ekonomik açıdan kendine yetebilmesi için pavyonlarda çalışmaktan başka seçenek yoktur önünde. Bu yolda ilerleyecektir kuşkusuz. Ancak onun için dans, yine de güçlü bir yaşam bağıdır.
İşte tam bu noktada, biz onun işyeri anlamında çalıştığı pavyonlar aracılığıyla Türkiye’deki toplumsal yaşam, ekonomik-sınıfsal yapı, bu yöndeki ilişkiler ağına dayalı kültürel, siyasal değişimleri de izleriz aynı zamanda. Üstelik dilsel aktarımın dramatik dolantısıyla birlikte.
Şâmil Yılmaz, âdeta sınıfsal temelde yapılandırdığı bize özgü Doğulu ama buna karşın modern bir Isodora Duncan hikâyesi kuruyor denebilir oyunda. Hemen her ayrıntıyı yerli yerine oturtmaya çalışıyor ayrıca. Dramaturgide Ozan Akgün’den katkı aldığı kestirilebilir. Bu nedenle baştan sona siz de yazar konumunda metne âdeta kendinizi katıp yazmaya koyuluyorsunuz bir biçimde.
Oyuncu-Dansçı Sezen Keser’e Övgü…
Metnin sağlamlığı bir yana bu zor işin altından kalkmayı başaran Sezen Keser’i doğrusu övmek gerekiyor. Dansla oyunculuğu harmanlayıp homojen bütünlük kurarak bunu sürdürebilmek kolay değil. Ne var ki Sezen Keser, parlak oyuncu zekâsıyla bu dengeyi baştan sona başarıyla götürüyor.
Oyunda, diyelim, dansözün yansıtımında yer yer abartıya kaçtığı duygusu uyandıran aralıklar mı gözlüyorsunuz, oyuncu olarak Sezen, dans düzenine geçtiğinde bunu dengelemek adına buraları büzüp örterek seyirciyi uçurmayı sürdürüyor yine de.
Gerçekten Sezen Keser, oyuncu olarak, oyun boyunca ortaya çıkan dolantılara, bunun gerektirdiği sahne eşiklerinin koşullarına uyumda, bedensel varlığıyla fiziksel anlamda dans için ayrı, rol için apayrı düzen kuruyor, buna ayak uydurup ustalığını koyuyor ortaya. Bu yüzden dansçı-oyuncu dengesindeki gözetimin iplerini bir an bile bırakmayan Sezen Keser’i bu dengeleyici zekâsıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor işte.
Sezen’i ilk kez izliyorum, Dansöz, görece farklı bir biçeme yaslandığı için başka oyunlarda da izleyip daha başka sahne çalışmalarında oyunculuğunu görmem gerektiğini düşündüm elimde olmadan.
Yolu Açık Yeni Bir Topluluk…
Kadıköy Theatron’da izlediğim ikinci oyun oldu Dansöz. Daha önce Behiç Cem Kola’nın yazdığı, Oğuz Arıcı’nın dramaturgluğuyla Hasan Şahintürk’ün yönettiği, koreografisi Güneş Çağlar’a ait, Cazu Tiyatro yapımı, kendi dile getirişleriyle “Bir Rock Müzikal” olarak sunulan kalabalık bir kadro eşliğindeki İşgalde Rapsodi’yi izlemiştim eski salonlarında. Bu kez Mek’an Sahne yapımı Dansöz’le Kadıköy Theatron’un yeni salonunu da tanımış oldum.
Gençler, bu anlamda salon yaratmakta, grup oluşturmakta, topluluk kurup farklı oyunlarla seyirci karşısına çıkarak tiyatro dünyamızın geleneksel yapısına meydan okumakta, deneysele açılmakta şaşırtıcı hüner sergiliyor.
İşte Yeldeğirmeni’nde yeni salonlarıyla Kadıköy Theatron, Dansöz adlı oyunlarıyla yenice tanıdığım Mek’an Sahne, bir bakıma bunu gösterip kanıtlıyor diyebilirim.
Bu bağlamda gerek yazıp yönettikleri metinle, ele alıp işledikleri konuyla, metnin artalanında örtük de görünse toplumsal, siyasal yaşamı enikonu açığa çıkaran tutumlarıyla ilgiyi hak ediyor. Öte yandan bütün bunları sahnede somutlarken, estetik-plastik sunumuyla da dikkati çeken Mek’an Sahne, bu nedenle tiyatromuzda gelecek için kendilerine nasıl bir yer biçtiklerini, buna dayalı parıltılı bir yol çizmeye giriştiklerini ele veriyor.
O halde yalnız bırakılmaması, yanlarında durulduğunun gösterilmesi gereken bir genç toplulukla karşı karşıyayız.
Mek’an Sahne’yi de, izleyegeldiğim, üzerlerine yazmak için çabaladığım öteki genç topluluklara gösterdiğim sevgiyle, inançla izlemeyi sürdüreceğim demektir bu.
Not: Ana görsel tiyatro.co‘dan alınmıştır.