Ali Düşenkalkar: “Tiyatro anarşisttir, başkaldırır; çünkü odağında insan vardır.”

Ayçe Özyiğit

Sizlere Ali Düşenkalkar’ı klasikleşmiş cümlelerle anlatmayacağım. Çünkü hayat hikâyesi olarak yazılanların çok ötesinde bir Ali Düşenkalkar tanıdım. Mütevazı, kibar, eleştirilere son derece açık, elini değdirdiği her alanda başarılı, insan olan yönü daha ağır basan –hadi bunu da yazayım- oldukça hoş sesli birisi kendisi.

Belki herkes onu farklı tanımıştır.  Yönetmen, oyuncu, eğitmen, seslendirme sanatçısı Ali Düşenkalkar…Kabak Hafız (Hanımın Çiftliği dizisinden) Aki Düşenkalkar… Aslında tüm bu farklı yönleriyle bir bütün Ali Düşenkalkar… Oyununu eleştirenlere “gelsinler sohbet edelim, anlatayım” diyecek kadar kibar,  ben hala öğrenme aşamasındayım” diyecek kadar mütevazı, üstlendiği her işini çocuğuymuşçasına sahiplenen ve üretimlerinden bahsederken gözlerindeki mutluluğunu görmenize değecek bir isim kendisi.

Ali Düşenkalkar ile tiyatronun farklı alanlarında uzun bir söyleşi gerçekleştirdik…İşte o doyumsuz söyleşimiz:

Foto: Can Mocan

“TİYATRO ANARŞİTTİR, BAŞKALDIRIR; ÇÜNKÜ ODAĞINDA İNSAN VARDIR”

Ayçe Özyiğit : Ali Düşenkalkar dediğimizde her mecrada aynı yazıları görüyorum: “Şurada doğdu, şu kadar oyun yönetti, şu kadar seslendirme yaptı.” Bunların ötesinde bir şeyler elbette ki vardır. Ayrıntılarla Ali Düşenkalkar dersek eğer, ne anlatırdınız bizlere?

Ali Düşenkalkar : Düşünmeden yaşanılamayacağı gibi tiyatro üzerine de düşünmeden hiçbir şey yapılamayacağı kanaatinde olan birisiyim. Uzun süredir çok oyun oynamadım fakat oyunlar yaptım, yönettim. Tiyatronun yanı sıra 1998 yılından bu yana eğitmenlik de yapmaktayım. 2000’e yakın oyuncuya değmişliğim vardır. Şu sıralar da Bahçeşehir Üniversitesi İleri Oyunculuk bölümünde ders veriyorum. Sadece ders olarak bakmayın, ben her hafta sahnedeyim. Bu benim için çok önemli. Eğitim verirken ders esnasında sizler de beslenirsiniz. Tiyatroda öğrenme bitmez ya o anlamda ben de hem öğreniyorum hem de anlatmaya, deneyimlerimi paylaşmaya çalışıyorum. Yerinde saymayan, hücrelerimi yenileyen bir şey yapmaktayım. Onun dışında çok keşkelerim yok. Devlet Tiyatrosu’ndan yeni emekli oldum. Konservatuar yıllarındaki figüranlık dönemlerimi de sayarsak 41 yıldır Devlet Tiyatrosu’ndayım. Çok büyük bir kurum, çok önemli okuldur Devlet Tiyatrosu. Star Tiyatrosu değildir. Bugün Türkiye’de hangi kurum bütün sahnelerini her gece açabiliyor? Özellikle okumayan ve az gelişmiş ülkemizde çok önemli bir yer işgal eder bence. Göz bebeği gibi bakılmalı Devlet Tiyatrosu’na; çünkü Cumhuriyet kurumudur en başta. Belki ne kadar önemsendiği ile ilgili algımda bir parça yaralanma, zedelenme var. Onun için bunu söyledim. 

Ayçe Özyiğit : Sokak tiyatrosu Avrupa ülkelerinde gelenekselleşmiş olabilir ama bizim ülkemizde çok da gelişmiş bir tür değil. Hatta o kadar hengâmenin içinde koşuşturup duran insanların durup da sokak tiyatrosuna zaman ayırması bana biraz hayali gibi geliyor. Sizin tiyatro başlangıcınız sokak tiyatrosuyla olmuş ama. Ne dersiniz bizim ülkemizde de bu tür başkaldırabilir mi?

Ali Düşenkalkar : Tiyatro anarşisttir, başkaldırır; çünkü odağında insan vardır. Ben tiyatro hayatıma 1975 yılında Kıbrıs’ta Lefkoşa’da Sokak Tiyatrosu yaparak başladım. Hem okulumuzdaki tiyatroda çalışıyordum hem de bir işçi sendikasının oyununda provalar yapıyordum. Sokak Tiyatrosu agitprop bir gösteridir, belli amaçları vardır. Tiyatronun bir derdi vardır ya, işte o dertlerin biraz da sloganistce söylenişidir. Sokak Tiyatrosu naiftir, çok özgürdür, sınırsızdır; ama oradan gelip geçecek insanların da çok az zamanı vardır. Sokakta belli bir oturum yapamayacağınız için o süreyi çok ekonomik kullanmak zorundasınız. Ben 1982’de İstanbul’da da sokak tiyatrosu yaptım, ama o dönemlerde Türkiye’de Sokak Tiyatrosu yasaktı. Tüm bu yasaklar nedeniyle demokrasi gerçekten algılanmadığı, raflarda kaldığı için Türkiye’de Sokak Tiyatrosu gelişmedi. Var aslında, bir dönem gençlik örgütlerinin çok güzel örnekleri de vardı. Biz bu gösterileri 1 Mayıs alanlarında gördük. Bir grevde, bir fabrika önünde icra edilenleri de var. Bence teşvik edilebilir, yani daha da özendirilebilir bile.

Ayçe Özyiğit : Zor ama değil mi? Dediniz ya gelip geçen insanın kısıtlı zamanı var. Hele bir de günümüz zamanını düşünürsek…

Ali Düşenkalkar : Tiyatro her yerde zordur; çünkü tiyatro bir üstyapı kurumudur. Bu üst yapı kurumunu biraz anlatayım dilerseniz. Tiyatro insanların duygularıyla oynar. Tıbbi bir müdahaleyi damarları keserek ya da dikerek yapabilirsiniz, ama duygularla oynamak farklıdır. Tiyatronun gerçekliğinde bu vardır. Seyirci sizinle beraber bu yolculukta seyrettiği karaktere katılır ya da katılmaz veya onunla katarsis denilen yolculuğunu gerçekleştirir. Kahraman bundan sonra hata yapar yapmaz, önemli değil. Belki seyirci de o özdeşleştiği tiple aynı hatayı yapmış olabilir. En azından bunu görür. Hani derler ya, hiç de sevmem o lafı; “…insanı insana insanca anlatma…” diye. Niye? Yığınla tiyatro biçimi var. Tiyatroda derdi, kukla ile de anlatabilirsin. Gölge oyunuyla da anlatabilirsin. Üstelik şimdilerde teknoloji tiyatrolara çok fazla müdahale ediyor. Işık sistemlerinden tutun da sine-vizyona kadar birçok yenilik ekleniyor tiyatrolara. Bu durum bizim ülkemizde çok geçerli değil tabii, çünkü teknoloji ekonomik anlamda bizim tiyatrolarımızı beslemiyor. Birçok teknik gelişimin gerisinde kaldık ülke tiyatrosu olarak. Çok mu lazım bizim için; lazım değil. Belki hala emekleyip ayağa kalkma dönemimizdeyiz. Çok önemli başarılar elde edenler var, onları tenzih ediyorum; fakat daha cüretli olmamız gerekirken henüz tiyatro sanayisinin olmaması, tiyatronun ekonomik açıdan dışarıya bağımlı olması çok ciddi bir meseledir. Bizler bugün en fazla bir salonun koltuğunu yapıyoruz, ama ses sistemi yapmıyoruz, ışık sistemi yapmıyoruz. Türkiye’nin böyle bir üretimi yok. İhtiyacı mı yok? Aslında var. Bence arz talep meselesi de değil bu, sadece yatırım meselesi. Kültüre ve sanata ayrılan payın çok düşük olmasından kaynaklanıyor. Sanırım ülkede başka yerlere başka paralar gidiyor. Bir parça daha yüreklendirici ve cesaretlendirici olmalı. Sadece ödenekli tiyatrolar için demiyorum bunu. Devlet ödenekli tiyatrolara verdiği kadar diğer tiyatrolara, halk tiyatrolarına, köşe tiyatrolara da bir pay ayırmalı. Onlar da sübvanse edilmeli. 2 yıl sponsor arayışına girip, zar zor para denkleştirip bir oyun yapmaya çalışmak çok acı olsa gerek; çünkü bizler ciddi miktarda vergiler veriyoruz.

Ayçe Özyiğit : Yanlış oyunlar, yanlış yatırımlar sonucu kötü tiyatro çıkıyor ortaya. Bunun sebebini tiyatronun organizatörlerin eline düşmesine bağlayanlar da var. Ama ben kötü tiyatro tabirini sevmiyorum hiç. Ne olursa olsun bir emek söz konusu değil mi? Tiyatronun da kötüsü oluyor mu?

Ali Düşenkalkar : Kötü tiyatro yoktur herhalde, ama kötü oyun vardır. Emek her zaman doğru harcanmış olmayabilir. Emek kutsaldır, değerlidir; ama belki de boşa harcanmış bir ter vardır ortada diyebiliriz. Bir oyunun da, bir metnin de derdi vardır. Metinle, yönetmenle, oyuncularla, ışıkla, dekorla doğru bir buluşma yaşanmamış olabilir. Yanlış bir mesaja gidilmiş de olabilir. Başka çıkarımlar ortaya koymuş olabilir. Bu nedenle kötülenir belki de.

Ayçe Özyiğit : Tiyatro seyircimizin durumu nasıl sizce? Yine de o kadar hengâmenin, stresin, yoğunluğun arasından sıyrılıp tiyatroda nefes almayı tercih eden bir kesim var. Ama başka bir kesim daha var tabii. Sizce?

Ali Düşenkalkar : Tiyatro seyircimizin bir sorunu var; beyaz ekranı çok seviyor. Ülkemizde tiyatro pahalı değil, ama tiyatroya gitmenin bedeli bazı bütçelere göre çok fazla. Dört beş kişilik bir aile ayda bir kere tiyatroya gitse 3 ay toparlayamaz bütçesini onu biliyorum. Tiyatroya gitmek sadece biletini almak demek değildir. Dışarıda yemek yemektir. Ulaşımdır. Oyun öncesi veya oyun arasında herhangi bir şey almaktır. Eşi ve çocuğuyla gelen bir insanın sadece bilet fiyatıyla geldiğini düşünmeyin. Asgari ücretli için çok zor bir durum bu. Organizatörlerden söz ettik. Bence azlar, çoğalmalılar. Çoğalsınlar ki neti görelim. Hatta çoğaldıkça elemine olurlar. Ben bunun da kötü bir şey olacağı kanaatinde değilim. En azından yarış başlasın ki tiyatro 3-5 kişinin elinde kalmasın. Belli yerlerde belli seyircileri vardır o organizatörlerin. En azından tiyatro oralara da ulaşmış olur. Onları azaltmak doğru olmayabilir.

Foto: Can Mocan

“DEVLET VE ŞEHİR TİYATROLARI’NIN DOĞRU İNSANLARLA DOĞRU YERE GELECEĞİ KANAATİNDEYİM.”

Ayçe Özyiğit : Kıbrıs Devlet Tiyatroları işleyişini eleştiriyorsunuz.

Ali Düşenkalkar : Nereden duydunuz bunu?

Ayçe Özyiğit : Araştırdım diyelim. Peki, bizim işleyişimizi nasıl buluyorsunuz? Memnun musunuz gidişattan?

Ali Düşenkalkar : Daha önce de sözünü ettiğim gibi Devlet Tiyatrosu da, Şehir Tiyatrosu da çok önemli kurumlar. Devlet tiyatrosunun bugün Erzurum, Diyarbakır, Sivas, Van, Trabzon, Konya gibi aralarında okuma yazma oranının bile düşük olduğu illerdeki sahnelerini düşünün. Bu sebeple Devlet Tiyatrosu kurumuna kimse hiçbir şey dememeli. Niteliği kötü mü, doğru mu yanlış mı tartışmasını Devlet Tiyatrosu veya Şehir Tiyatrosu üzerinden yapamayız. Evet, beğenilerimizi söyleyip eleştirilerimizi yapmalıyız, ama ağır suçlamaları doğru bulmuyorum. Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın doğru insanlarla doğru yere geleceği kanaatindeyim. Devlet Tiyatrosu’nun ciddi bir işletmeciye ihtiyacı var. Tiyatro işletmek de başka bir zanaat, biz bunu henüz öğrenemedik. Devlet Tiyatrosu bilmiyor. Bence Şehir Tiyatrosu da bilmiyor. Evet, Devlet Tiyatroları’nın biletleri bir saat içinde bitiyor, ama ortada bir de nitelik ve nicelik meselesi var. Hiç düşünüyorlar mı acaba tiyatroda gösterilen oyun hedefine ulaştı mı? Bu konuda benim de zaman zaman düşündüğüm şeyler oluyor. Örneğin, bu yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun bir başlığı var mı? Bence yok. Şu oyunu da oynayalım, bu oyunu da oynayalım gibi seçmece iş yapıyorlar. Bu yılın başlığı ne? Aşk mı? Savaş mı? Barış mı? Hangi oyunları okudunuz da bir başlık altında topladınız? Bir suçlama anlamında söylemiyorum. Şehir Tiyatroları’nı alalım ele. Ümraniye’de ya da Harbiye’de oynanan oyunları ele alalım. Hepsi turnikeye girebiliyor mu? Bu oyunların hepsi her ilçede dönebiliyor mu? Hayır! Neden? Ümraniye’deki seyircinin beklentisi daha mı farklı? Siz seyirci için yapmıyor musunuz bu işi? Otosansür gibi frene önce siz mi basıyorsunuz? Bu oyun oraya gider, oraya gidebilir, ama oraya gitmemeli. Olmaz öyle şey. Eğer bir perde açıyorsanız onu herkesin seyretmeye hakkı olmalı. Öncelikle işletmecilerin ya da idarecilerin karar vereceği bir başlık oluşturmalısınız. Hiçbir tiyatronun sezonu yıllık oluşturulmamalı. 3-4 yıl sonrasının sahnelenmesi gereken oyunları düşünülmeli. Bu oyunların yönetmenleri ile anlaşılmalı, sezon başlıkları bulunmalı. Bir konu yaratmalı. Planlı programlı gidilmeli.

Ayçe Özyiğit : Ama tiyatro sadece İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerin tekelinde kalıyor gibi duruyor. Talep var ama yatırım olmadığı için bir icraat da söz konusu olamıyor.

Ali Düşenkalkar : Tiyatro pahalı bir şey çünkü. Ucuz bir şey değil. Eğer sübvanseniz yoksa onu götürmek zor. Özellikle son 10 yıldır Şehir Tiyatroları büyük bir gelişme içinde. Nilüfer Kent Tiyatrosu, Nilüfer Belediyesi’nin başlattığı çok ciddi bir oluşumla kente bir bellek oldu artık. 15 yıl geriye gidebilirsiniz bu andan itibaren. Nilüfer Kent Tiyatrosu önce turnelerle iş yaptı, orada bir seyirci yarattı. Tiyatroyu seyirci besledi. Seyirciyle beraber yürüdü. Seyirci bir tiyatro kurulmasına tanıklık etti ve orada bir bölgede, bir beldede Şehir Tiyatrosu kuruldu. Antalya Şehir Tiyatrosu 2 yıl önce yaptı tüzüğünü. Çok önemli aşamalar bunlar. Adana Şehir Tiyatrosu var. Henüz tüzüğe bağlı değil, dışarıdan bir takım yöntemlerle, dolaylı yollarla oyun yapıyorlar. Yeni belediye başkanının İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu geliştireceği ve sahneler açacağı söyleniyor. İzmir’in başkanı da keza öyle… İzmir’de çok büyük bir tiyatro seferberliği ilan edileceğini ve çok büyük bir rakam tiyatro oyuncusu istihdam edeceğini ve bir değil 5-10 tane sahne birden açacağını söylüyor. Bunlar güzel, ileriye dönük, insana dönük yatırımlar.

Foto: Can Mocan

“KUŞKUSU OLANLAR  BİR KEZ DAHA SEYRETSİNLER. İSTEYEN DE GELSİN SOHBET EDELİM”

Ayçe Özyiğit : Devlet Tiyatroları’nda oyunculuk ve yönetmenlik yaptınız. Son işiniz Dali’nin Kadınlarında ise özel bir tiyatro ile çalıştınız. O halde özel tiyatroların sıkıntılarıyla da karşılaşmış olmalısınız? 

Ali Düşenkalkar : Devlet tiyatrosuna nazaran özel tiyatroda imkânlarınız biraz daha kısıtlı. En son çalıştığım Çolpan İlhan tiyatrosunun da Devlet Tiyatrosu benzeri geliştirdikleri sistemleri var. Devlet yapısından uzak bir sistemle çalışmıyorsun orada da. Çok düzenli çalışıyorlar. Öte yandan Devlet Tiyatrosu’nun işi bu olan sahne amiri var. İşi sufle vermek olan suflörü var. Kurum apayrı bir şeydir, ama kurumun dışına ve ötesine çıkılabilecek anlar olabilir. Çolpan İlhan Sadri Alışık Tiyatrosu benim için öyle bir deneyim oldu. Oradaki iki tane genç asistan arkadaşımızdan özellikle söz etmek istiyorum. Oyundaki üç kadın oyuncunun da setleri oluyordu ve onların olmadığı günlerde o iki tane asistan arkadaşımız oyunu ezberlemişlerdi ve oyuncuların yerine geçip oynuyorlardı. Eğer ilerliyorsam da benim yaptığım bütün mizanseni oyuncuya ertesi günkü provada anlatıyorlardı ve ben o şekilde prova yapıyordum. Oradaki süreçte oyuncu değişikliklerimiz de oldu. Bugün sahnede gördüğünüz oradaki beş oyuncudan ilk defa sahneye çıkmış olanlar var aralarında. Herkes çok özveriliydi ve çok iyi çalışıldı. Sadece özel tiyatro ve Devlet Tiyatrosu olarak ayırmamak için özellikle ismen ve son çalışmam olduğundan Çolpan İlhan Sadri Alışık Tiyatrosunun tiyatro olarak kurumsallaştığını, özveride bulunduğunu ve hedefe ulaşmak için maddi-manevi ne isteniyorsa her şeyi yaptığını biliyorum.

Ayçe Özyiğit : “Görkemli Domatesli Pasta”dan, “Dali’nin Kadınları”na akan süreçten söz edelim dilerseniz.

Ali Düşenkalkar : Oyunu sevgili Erdi Işık yazdı. Erdi, dramatoloji bilen birisi. Kerem Alışık da bu anlamda aydın ve açık birisi. Erdi’yle de konuşup sohbet ettik. Ben dedim ki,  “Görkemli Domatesli Pasta, afiş için iyi bir ad değil.” Bir de ben oyunu biraz değiştirdim. Oyun aslında bir karakolda geçer. Ben kadınları sorgudan çıkartıp, kişinin hafızasında var edip, Dali’nin figürlerinden yaptığımız bir odanın içine hapsettim. Görkemli Domatesli Pasta’nın da kendine göre ilginç bir yanı var. Çok hoş bir ad aslında, ama pr için eksik. Çolpan İlhan özel bir tiyatro… Geçen yıl 42 oyun ve 42 oyunda 33000 seyircisi oldu. Hiç azımsanacak bir seyirci değil. Demek ki başarı var, topyekûn bir emeğin karşılığı alınmış. Güzel gidiyor ve hala oynuyor. 50. oyuna yaklaştılar.

Ayçe Özyiğit : Metni ele aldığınızda neden bir araya gelmiş bu isimler, bir cinayet vakasında ne işleri olabilir, diye sormadınız mı peki?

Ali Düşenkelkar : Bir araya gelmiş olmak önemli değil, önemli olan arada bir bağın olması. Bu dört kadının da en önemli özelliği intiharı düşünmüş olmaları ve yaşamlarında bu seçeneğin hep var olması. Nitekim içlerinde intihar eden de var. Erdi Işık bu anlamda güzel bir şey yakalamış. Hatta oyunda Elizabeth Taylor da var, ama onu görmüyoruz. O da oradaymış fantezisi var, ama sorguya alınmıyor; çünkü o intiharı düşünmemiş. Öyle bir soyutlama ve ironi var oyunda. Bir de bu kadınların manifesto mektupları var. Erdi, sanırım bu mektupları okuduktan sonra bu oyunu düşledi. Biz oyunu yaparken Erdi askerdeydi. Hatta prömiyerde de yoktu. Askerliğini bitirip geldikten sonra oyunu seyretti. Bu yüzden Erdi ile çok fazla konuşamadık. Ben genelde oyunlarımda eklemeler yapmam; fakat ihtiyaç duyarsam değişiklikler ya da tekrarlar yaparım. Önde söylenen bir tümceyi sonda veya başta söyleyebilirim, ama ben bir oyuna tek sözcük dahi eklemem. Oyunun içinde Dali var ve Dali adına bir sorgu sürüyor. Bu sorgu sırasında dekor nasıl olacak diye düşündüğümde bundan iyi bir veri yok aslında. Bütün gördüğünüz objeler hepsi Dali’nin objeleri. Ben ilk gün ‘…bir küvet alın, ben küvette prova yapacağım’ dedim. Çok da zor bulduk o kuvveti ama bulduk. Tiyatroda inanılmaz bir kadro çalışması var ve çok özverili de çalışıyorlar. Oyunun gizli kahramanları da var. Hepimizin zaman zaman sorguladığı “bıktık artık bu yaşamdan” dediğimiz tümcecik, oyunun gizli kahramanlarından biri. Hepimizin -intihar demeyeceğim- hayattan vazgeçme eşiğine geldiğimiz anda karşımıza çıkan bu durum Dali’nin Kadınlarında da var.  O dört manifesto ilginç bir şekilde bugünün Türkiye’sini anlatıyor. Küçük yaşta kız çocuğuna tecavüz mü? Onu anlatıyor. Aldatılma mı? Onu da anlatıyor. Terk edilme mi? Günümüzün bu sosyolojik sorununu da anlatıyor. Türkiye’nin bugünkü şartlarında aslında bu oyun çok güncel. Hiçbir zaman bir araya gelmemiş olabilirler, ama kadınların hepsinin çok ortak noktaları var. Aslında Erdi bunu iyi bulmuş. Bir araya getirilmiş ve işte O kişi. O rolü de değiştirdim ben. Kişi yaptım. Kişi de var ediyor, var ederek sorunlarını çözmeye çalışıyor; annesi intihar etmiş, babası inkâr etmiş, başka seçeneği yok gibi geliyor ve son bir hafızasında var ettiği bu kadınlarla bir dolaylı yoldan Bir Öykü ile Dali’nin doğum günü gecesini kıstas alıp, onun üzerinden bize bir öykü kurguluyor.

Ayçe Özyiğit : Sözü açılmışken, oyunun intiharı özendirdiği dile getirilmiş bazı mecralarda. Ben oyunu izledim, bence alakası yok. Bu yüzden özellikle dile getirelim istedim.

Ali Düşenkalkar : Ben de tam tersini düşünüyorum. İntihar meselesini özendirmek yerine onun kriminal sorunlarını ortaya koyarak onun dışında bir alt “ben” meselesini kadınlar üstünden tartışıyorum. Bu meseleyi tartışmazsanız zaten sağlıklı değilsinizdir. Ben seyirciyi sağlıklı bir ana davet ediyorum. Bu dört kadının da içlerinde intihar etmiş olan var. Bunu da söylüyorum, baksınlar. Bunun altında bir yığın malzeme var, aksine özendirmek, insanları intihara teşvik etmek gibi bir durum söz konusu değil. Bence bir parça zayıf dinlemiş, zayıf seyretmişler. Frida’nın söylediği bir tümce var ki çıkışla ilgili, sizler de yaşamınızda bir çıkış bulabilirsiniz. “Umarım çıkış karanlık değildir.” diyor. Karanlık değil çıkış. Hepimizin yaşamında sorunlar olur, ama teslimiyet nihayet değildir. 

Ayçe Özyiğit : Turne seyircileri nasıldı peki? Yanılmıyorsam epeyce şehir dolaştı oyun.

Ali Düşenkalkar : Gerçekten çok güzel tepkiler alıyoruz. Herkes ayakta alkışlıyor. Bu durum Türkiye seyircisinin nefis hoşgörüsü aslında… Ayakta alkışlanacak kadar güzel bir iş mi yaptık diye soruyorum kendime.  O beğendiyse eğer, o kendine dair bir çıkarımda bulunduysa evet güzel bir iştir o zaman. Kuşkusu olanlar bir kez daha seyretsinler. İsteyen de gelsin sohbet edelim -tartışalım demiyorum-; sohbet edelim bakalım ne olmuş ne bitmiş.

Ayçe Özyiğit : Oyunla ilgili özellikle altını çizmek istediğiniz bir nokta var mı?

Ali Düşenkalkar : Oyunda kullandığımız müziklere de değinmek isterim. Oyunun müziğini yapan arkadaşımız Antalya’da yaşıyor. Biz müziği telefonda yaptık. Bana gönderdi, dinledim. Tekstin üzerine; “buraya davulları mı koysak?” diye not almışım. Aradım, “Gürkan”, dedim “…buraya davul sesi eklesek biraz daha uzasa ya… Melodiyi biraz daha sert yapsak…” Gürkan’ın gönderdiği melodi gerçekten hedeflediğim müzikti ve iyi bir buluşma oldu. Dilek de öyle, dekoratörümüz ve kostümcümüz. Tasarladığım her şeyi sahnede görebildim, bana hiçbir zaman “olmaz” demediler. Uzun süredir Türk tiyatrosunda Dali’nin Kadınlarındaki gibi bir dekor kullanılmadı.

Foto: Can Mocan

“TÜRKİYE’DE EN İYİ YAPILAN ŞEYLERDEN BİRİDİR YAN SANAYİ!”

Ayçe Özyiğit : Seslendirme işlerinize ayrıca değinmek istiyorum. İnternete Ali Düşenkalkar diye yazdığımızda özellikle şu cümle çıkıyor: “Hayatı boyunca 5000-7000 sayıda seslendirme yapmıştır.” Özellikle hepsinde yazılmış bu. En fazla seslendirme yapan siz misiniz? 

Ali Düşenkalkar : Şimdilerde yaklaşık 7000 saate çıktı. Benden fazla yapanlar da var ama benim tiyatronun yanı sıra seslendirme işim de var. Bir tiyatro oyuncusu olarak en fazla seslendirme yapan benim sanıyorum.

Ayçe Özyiğit : Seslendirme işi için sıklıkla kullandığınız bir tabir var: Yan sanayi! Bu tabiriniz de bana ağır geliyor açıkçası; çünkü seslendirmenin de kalitesi var. Bazen sırf seslendirmeyi değiştirdiler diye Türkçe izlemediğim devam filmleri oluyor.

Ali Düşenkalkar : Seslendirme bana göre bir hüner, bir zanaat, ama kesinlikle sanat değil. Onu bir senarist yazmış, bir yönetmen almış, bir oyuncu ile anlaşılmış, bir film ortaya çıkarılmıştır. Sanat eseri o filmdir. Biz, o  filme sadece kendi dilimize ait sözcükleri yerleştiriyoruz ki bu da yan sanayi oluyor. O filmi biz çekmedik, o filmin senaryosunu biz yazmadık. O filmi ben düşünemedim. Bunun için bu yan sanayi. Nerede durduğumuzu bilmemiz lazım. Zaman zaman bu işi yapan birçok arkadaşımız öyle konuşuyorlar ki oynayanın oyununu eziyorlar, o zaman bu zanaattan da çıkıyor. Kimlik ve benlik meselesini o konuşmacı o rolünün üstüne kuruyor ya da oyuncunun oynadığı üç rolü de aynı sesle, aynı şekilde konuşuyor. O zaman olmuyor. Vendetta’yı ben konuştum, Yüzüklerin Efendisi’nde Elrond karakterini ilk iki filmde ben konuştum. Matrix var mesela, aynı adam oynamış. Türkiye’de o adamı ben seslendiriyorum. Yığınla çizgi film seslendirdim. Kaçıncı tavşandan tutun da ilk Şirinler’in seslendirmesine kadar. Bir sürü Hint filminde seslendirme yaptım, Yalan Rüzgar’ını konuştum. Kaset kiralanan dönemlerde teksti olmayan filmler konuştuk yaşam için. Yan sanayi dediğim şey bu işte. Şu olsa anlardım: Bizde bir çizgi film yapılacak, bunun için benim sesimi seçtiler. Sanatçı olarak orayı benim ağzıma göre oturtacaklar, yapım aşamasında senaryo aşamasında benimle beraber çalışırlar, işte o sanattır. Üretiminde var olduğum şey sanattır. Biz üretimine katılmıyoruz ki. Belki tabir büyük olabilir, yedek parça, yan sanayi… Ama Türkiye’de en iyi yapılan şeylerden biridir yan sanayi, yedek parça.

Ayçe Özyiğit : Tiyatro hayatına sokaklarda başlayıp, Devlet Tiyatroları’nın büyük ve gösterişli sahnelerinde oynayan birisi olarak son olarak “Her yer tiyatrodur!” tümcenize değinmek istiyorum ki uzun süredir tiyatroya gitmemiş insanlar stüdyo sahneleri, oda sahneleri yadırgamayı bıraksınlar.

Ali Düşenkalkar : Evet, geçmişimin sokak tiyatrosu olduğunu düşünürsek sizi seyredecek tek bir kişi bile bulursanız bana göre orası tiyatro olur. Seyirci neredeyse tiyatro oradadır. Sizinle, o imge  ile beraber yolculuğa çıkmış, size bakan kişi sizi bir yere ulaştırır. Aynı zamanda ne anlatmak istediğinize bağlı olarak her yerde de tiyatro yapılabilir. Ne anlatmak istiyorsanız ona göre onun mecralarını bulabilirsiniz. Bugün arabalı vapurda da tiyatro yapabilirsiniz, Haydarpaşa Garı’nda da tiyatro yapabilirsiniz -ne kadar ihtiyacı varmış İstanbul’un böyle bir şeye, onu gördük. Boğazda, parklarda her yerde tiyatro yapılabilir.

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku