Bir ‘isim’e atılmak…

Yunus Bektaşoğlu
2,2K Okunma

Heidegger, insanı tanımlarken “Dünyaya atılmıştır” der. Bu atılış bir işe koyulma anlamında değil de daha çok Terk Edilme olarak algılanmalıdır. Bu gereksiz açıklamayı yaptıktan asıl konumuza dönelim. Bu atılma hali insanın olmuşluğu değil de daha çok olabileceği tanımlar gibi durmaktadır. Monokl yayınlarından çıkan Lacan seçkisinde Ufuk Üsterman’ın bir yazısı var. Yazının bir yerinde şöyle diyor:

“Bir şeye ad vermek, ben denilemezdeki sessizliği bozmak, ben’in kendi olmadığını saptamak demektir.”

Bu değerli metinden yola çıkarak tiyatro metinlerindeki adları masaya yatırma niyetindeyim. Hatalar şimdiden affola…

Oyuncu sahnede kendisinin olmayan bir ad’a atılır; terk edilir. Çünkü bu oyuncunun Heideggerci anlamda insanlığının tekrara düşmesidir. Lâkin oyuncu bu adı alırken bir eylemin içine girmekten ziyade kendini bir eylem oluşun dışına iter. Yani kendini eylemsizliğe iter! Ahmet adlı bir oyuncu Richard isimli bir karakteri canlandırdığını düşünelim. Ahmet, Richard adını aldığında bir olmayışı ortaya koyar. Bu olmayış onun Richard olmadığıdır. Richard değildir, çünkü zaten olmayan, olmayacak biridir. Farklı bir yanıyla da olsa Richard o oyuna atılmış olandır. 

Bir yanıyla her oyun bir adsızlığın açığa çıkmasıdır. Yani bir yarığın, çatlağın belirmesidir. Bu beliren yarık kendi tanımını “Başka” bir tanımsızlık olan “Başka” bir insan ile yapar. Ve bu tanımın yapılmasından sonradır ki, o anlamsızlık, tanımsızlık durumu bir yabancılık olarak karşımıza çıkar. Richard karakterinin Ahmet tarafından veya Mehmet tarafından sahnelenmesi Richard açısından önem taşımaz. Çünkü onun varlığı olmayışa yöneliktir. Ve bu özelliğinden ötürü kendini Ahmet’in veya Mehmet’in adlarını terk ettikleri noktada konumlar. Her iki oyuncunun isimsizlikleri Richard’ın varlığıdır.

Hamlet Collage, Theatre of Nations

Diğer bir noktadan bakacak olursak Ahmet, bir “Başkası” olarak kabul ettiği Richard’ı aynı Rimbaud’nun “Ben bir başkasıdır” demesi gibi benimser. Cidden benimser mi peki? Role hazırlanma süreci, karakteri oluşturma hallerine bakıldığında hem kendini hem de canlandıracağı karakteri bir yadsıma sürecine maruz bırakır. 

Foucault’nun Panoptik Kuleler ile ilgili anlatılarını insani bir otokontrole dönüştürdüğümüzü ele alalım. Yani Ahmet için Richard bir tür gözetleme kulesi konumuna gelsin. Richard karakterini canlandırdığı noktadan itibaren Ahmet kendini bir suçlu gibi gözaltına alarak ona şüphe duyar. Şüphelidir, çünkü Richard oluşuyla Ahmet’in doğumunu açık eder. Bir Yok-Yer’in içinde bulunan Richard için Ahmet, yoklukla eşdeğerdedir. 

İç içe geçmiş labirentler oluşturarak yapılan bu anlatıyı toparlamak gerekirse; oyuncu, canlandırdığı karakterin ismini almaya başladığı andan itibaren “Ben” dediğinin bir kendilik ile bağı olmadığı ifade eder. Yaptığı basit anlamda bir ad almak değil, “Ben” olmayanı açığa çıkartmaktır. Bir oyuncunun oyunculuk kariyeri boyunca pek çok karakteri canlandırdığı hesaba katılırsa aldığı her isimle yokluğa biraz daha borçlandığını söyleyebiliriz. 

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku