O Güzel Atlar ve Diğerleri

Fatma Onat

Gerçekçi bir sahnelemenin yarattığı illüzyonla, teatral efektlerle yaratılmaya çalışılan “oyunsuluk”un yaklaştırdığı hakikati birbiriyle yarışa sokmak derdi yoktur tiyatronun. Onca tür içinden hangisi istenirse o denenebilir elbet. Yeri gelir türler harmanlanır, anlatıya başka boyut kazandırılmaya çalışılır. Kabiliyet, zanaatkarlık, artistik bakış bir araya geldiyse, bir de prodüksiyon için masraftan kaçınma derdi yoksa, seyredilenin tadından yenmez. En çok da bundan sebep yıllardır seyircisinin ilgisinden kendini mahrum bırakmıyor National Theatre’ın Savaş Atı. 

Büyük bir prodüksiyonda bazılarını ürküten şey, sahne üzerinde yaratılmış olası ihtişamın ne izlendiğini unutturma, performansın sözünü yakalamayı zorlaştırma riskidir. Bu risk, bu oyun için de var, ama izlerken bunun nasıl bertaraf edildiğini görmek mümkün. Prodüksiyon, gerçekçi bir sahneleme ile epik arasında bir yapı kurguluyor. Yıkıcı olan, savaşa sebebiyet veren, yok edilmeye çalışılan “insan”, sahnede gerçekçi bir biçimde varolurken, savaşın yıkıcılığından çokça pay alan atlar birer kukla olarak çıkıyor karşımıza. Oyunun esas kişileri gerçek boyutlarıyla sahnede olan bu kukla atlar. 

Performansın biçim ve duygu dengesi çok iyi kurulmuş. Gerçek olamayacak kadar stilize, ama çok dokunaklı olacak, bi anlığına sahnedekilerin oynatıcıları olan kuklalar olduklarını unutturacak kadar sahiciler. Güney Afrika’da Handspring Kukla Tiyatrosu’nda üretilen kuklalar şova teatrallik kazandıran temel unsur olarak baştan sona güçlü bir varlık gösteriyor. Seviniyorlar, coşuyorlar, özlüyorlar, ağlıyorlar… 

Savaş Atı’nı izlemem Norveçli bir kadının atlara olan sevgisinden sebep uzun çalışmalar sonrası aynı bir at gibi hareket etme becerisine dair sosyal medyada yayılan haberi gördüğüm haftaya denk geldi. Ayla Kirstine videoya dair “atlara olan sevgisinden ötürü at gibi evrimleştiği” iddiasının doğru olmadığını, bunu yapmak için çocukluğundan beri çalıştığını ve nihayetinde başardığını belirtiyordu. Bi an rolüne fazlasıyla çalışmış, bir metod oyunculuğu girişkenliğiyle role girmeye çabalamış birini görür gibi oluyor, sonra o kişiyi kaybedip gerçek bir atı izler halde buluyorsunuz kendinizi o videoyu seyrederken. Kirstine’in bir oyuncu olduğunu varsayarsak, nesnesi üzerine çalışmış ve nerdeyse onunla aynı biçimde hareket etme meziyetini açığa çıkarmış.

Videoyu seyrettikçe gözümüzün önündeki insan fotoğrafının salına salına giden bir ata dönüştüğünü görmek seyri illüzyona taşıyor gibi görünse de, bir an bunun başka bir formun içinden gelen biri olduğuna, insan olduğuna yeniden uyanıp  hakikatte kalıyorsunuz. Savaş Atı’nın bıraktığı etki bu kısa videonunkine benzer bir yerden akıyor. Bu bir “taklit”. Fakat seyredeni hakikatten uzaklaştırmayan bir taklit. Bu noktadan bakınca Aristotales’in Poetika’sındaki zeminde buluyorsunuz kendinizi. Sahnedeki taklitle bilgiye sahip olmanın zemini bu. Performans, taklit ettiğiyle, hakikatin içinde tutabiliyor seyircisini. 

Prodüksiyonun bu güçlü teatral bağını, kukla oynatıcılarının takdire şayan becerisini çıkardığınızda geriye kalanın, yani gerçekçi sahnelemenin niteliksel kıymetinin çok büyük olacağını söylemek zor. Bu durumda ancak büyük bir film prodüksiyonundan kesitler izliyor olma duygusu ve güçlü bir yanılsama kurma becerisinden söz etmek mümkün olabilirdi. O da geriye sadece duygulanıp ağlayan, başrolün vardığı mutlu sondan sebep pek sevinen, rahatlayan, katartik bir seyre ulaşmış, ama hikayenin çıkış noktasının neresi olduğunu pek de hatırlamayan “mutlu seyirci”ye götürür bizi. Ama Savaş Atı’nın hem artistik hem de işçilik becerisine baktığınızda niyetin bundan çok daha fazlası olduğu açık. Bunun da karşılığını yıllardır seyirciye ulaşma marifetiyle, dünyanın her tarafında ilgiyle karşılanarak alıyorlar. Her performansta yeniden hatırlatıyorlar: Savaşın kurbanları arasında atlar da vardı…

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku