Renê Magritte dediniz aklıma geldi… Magritte’nin “Bu bir pipo değildir” kadar ünlü olmayan ve neden olmadığını anlayamadığım bir tablosu var; The Endearing Truth. Yani Cazip Gerçeklik! Cazip kelimesini aklımızda tutalım. Öncelikle kısaca tabloyu hatırlayalım;
Koyu renk bir duvarın üzerine çizilmiş masa, elmalar, şarap ve ekmek görüntüsü. Bunun yanında duvarın içe doğru olan eğimleri de sanki bir oturak işlevi görmektedir. Şimdi girişte bahsettiğim “Cazip” kelimesi üzerinde duralım. Türk Dil Kurumu geçiştirircesine bir tavırla cazip kelimesini “Alımlı” olarak belirtilmiş. Yapılan küçük bir araştırma ile Alımlı kelimesinin yanına “Elverişli” anlamını da bulabiliyoruz. İşte bu elverişli kelimesi de kısaca “uygun, işe yarar, kullanılabilen” anlamlarına geliyor. İşte bu iz sürme sayesinde Magritte’in fırçasına biraz daha yaklaşabiliyoruz.
Magritte’in “Cazip Gerçeklik” olarak adlandırdığı tablosu gerçek ile gerçek olmayanın iç içe geçmesiyle, yanılsama ve gerçekliği elverişli duruma getirmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Jacques Lacan Matisse’i resim yaparken gösteren o “tuhaf” ağır çekim filmden bahsederken “Gerileme” teriminden bahseder hemen devamında da “Gerileme terimine farklı ve yeni bir anlam” verişten bahseder. İşte bu yeni ve farklı anlamı “Jest” ile yapar. Lacan, Jest ile ilgili şunu söyler:
“Duraklamak ve askıda kalmak üzere girişilmiş bir harekettir.”
Küçük ve zararsız bir parantez açıp aynı – mı değil mi bilmiyorum ama- Lacan aynı seminerde Bakış ile ilgili konuşurken “Bakış dışarıdadır” der. Lacan’ın cümleleri ile açıklamaya çalışırsak şöyle bir anlamı çıkar bu kıskanılası cümlenin;
“Şeylerin olduğu tarafta bakış vardır, yani şeyler bana bakar, bu sırada ben de onları görürüm.”
Peki Magritte’in bu tablosunda “Yanılsama” nerededir? Masada mı yoksa duvarda mı? Bu iki nesneden biri kendini diğeri ile kamufle etmektedir ama hangisi!
Küçük bir detayla daha can sıkmaya devam edelim. Magritte’in tablosuna bir kez daha dikkatli bakarsak ayaklarının havada olduğunu görürüz. Yani gerçekle tüm bağlarını koparmış. Masa olmakla bir bağı bağı olmayan bu şeyin bir anlığına beliren görüntüsünün gerçekle olabilecek tek bağı zaten gerçek olmamaktır. İşin komik yanı bu gerçek olmayış da kendi gerçekliğini barındırır içinde. Masanın ayaklarının zeminle bağının kalmaması aynı duvardaki içe doğru eğimlerin sandalye, oturak olarak şüphe uyandırması gibi, ayakların işlevsizliği de bir şüphe yaratmaktadır. Bunun anlamı son derece basittir aslında; bir şey bütünlüğünü yitirdiğinde o yitim yeni bir bütünlük ortaya koyar.
Şimdi tabloyu alıp bir sahneye doğru sürükleyelim. Oyuncuların olmadığı boş bir sahneye bakıyoruz. Sahnede bir masanın üzerinde elmalar, şarap şişesi bulunmaktadır. Magritte’in tablosundaki soruyu değiştirerek bir daha soralım:
Sahne nerededir? Masada mı yoksa masanın konulmasından önce de bulunan ve var olan alanda mı? Eğer ki sahneyi salt boş bir alan olarak tanımlarsak, orada bulunacak olan herhangi bir şey o boşluğa dair bir şey olacak. Eğer sahnemiz masaysa, öncesi için ciddi bir tartışmaya gireceğiz demektir. Ki cevabımız bu iki tanımlama çabasında da bulunmaz. Çünkü masa sahnenin jestidir. Sahne , aynı Matisse’nin fırça darbelerine maruz kalışı gibi masada kesintiye uğrar, sahne masada durur.