Gökçe Şahin (*)
“Anılar devinimsizdir; her biri yerleştiği ölçüde sağlamca tutunur yerine.” Beliz Güçbilmez
Kaybolan yakınlarının akıbetini sormak için 1995 yılından bu yana her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen anneleri konu alan “Küskün Yüreklerin Türküsü”, izleyiciye annelerin gözünden kesitler sunuyor.
Sahnede dört sandalye ve aksesuarların bulunduğu bir masa ile askı var. Kenarda ise bir piyano ile oyunun yer yer geçişleri sağlanmış hem de verilmek istenen duygu pekiştirilmiş. Dört kadın siyahlar içinde sırayla annelerin anılarını anlatıyor. Yer değiştirirken birbirlerine bir bakış, bir dokunuş ile dayanışma içinde oldukları izlenimi veriliyor. Berat Günçıkan’ın kitabından uyarlanan oyunda, sade dekorla beraber projeksiyondan da yararlanıldığını görüyoruz.
Kayıpların fotoğrafları, dönemin gazete sayfalarında yer alan haberler arka plana yansıtılarak gerçekliği belgeleniyor.
Oyuncular temsil ettikleri kişilerin yerine geçmeyerek belli bir mesafeyle oynasalar da, anlatı biçimi seyircinin özdeşlik kurmasının önüne geçemiyor. Aynı mesafeyi seyirci kuramadığı için anlatılan hikayeler de kişiyi umutsuz bir acıya sürüklüyor. Oyunda her annenin tekrarladığı “bunu yapan insan olamaz şeytanın işi” söylemi, oyunu belgeselden kurguya geçiriyor ve hep birlikte söyledikleri “Küskün Yüreklerin Türküsü” dramatik etkiyi daha da pekiştiriyor.
Anneler bu oyunda aslında yalnızca oğullarına hasret, kimseyi suçlamayan bir konumdalar. Ancak, Cumartesi Anneleri, birçok anneyi kapsayıcı ve toplumsal olarak da belli bir eylemselliği olan oluşumdur demek yanlış olmaz.
Bu çocuklar ne istiyordu? Devletin bu çocuklarla derdi neydi? Anneler ne zaman, nasıl bilinçlenip bir araya geldiler?
Bütün bu soruların cevabı yanıtsız kalıyor. Oyun yalnızca kurgu olup, anlatıda hikâye biçimi seçilseydi bu soruların yanıtlarını bilmek önemli olmayabilirdi elbette.
Bugün hala devam eden bir oluşumun sahnelenmesi bu bağlamda beklentiyi karşılayamıyor diyebiliriz. Oyunda anneler, politik yanı öne çıkarılmadan, “acılarını içine gömmüş, her biri tek başına kalmış birer anne” olarak yorumlanmaya açık bırakılıyor. Gerçeklik ise böyle bir durumun aksine, Plaza Del Mayo annelerinden başlayan ve Cumartesi Anneleri ile bu coğrafyanın kayıplarını da sorgulayan politik bir yerde durmakta.
Oyuncuların yakalarına taktıkları boş çerçevelerle, her Cumartesi ellerinde çocuklarının fotoğraflarını taşıyan anneleri simgeleniyor. Yalnızca hikayesi anlatılan değil, bütün kayıp yakınlarıyla özdeşlik kurulmuş denebilir.
Cumartesi Anneleri’nin tek bir birey ya da hedefe yönelik suçlamalarının olmadığını, iktidarlar değişse de sorumluların yargılanmasını istediklerini biliyoruz. Bir de kayıp çocuklarının birer mezarları olmasını… Oyunda da daha çok bunun üzerinde durulmak isteniyor.
Metin Balay’ın yönettiği ve Tatavla Sahne’de seyirciyle buluşan Küskün Yüreklerin Türküsü, toplumsal bir acıya seyirciyi de ortak ediyor. Türkiye’de sahnelemesi oldukça az olan belgesel tiyatro örnekleri için de kapıları aralayan bir yerde duruyor diyebiliriz.
(*) Gökçe Şahin, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Lisans öğrencisi
Oyunun Künyesi:
Yazan-Yöneten: Metin Balay
Müzik: Berktay Akyıldız
Hareket Düzeni: Cihan Yöntem
Dramaturji Danışmanı: Fakiye Özsoysal
Piyano: Ceren Akyıldız
Oyuncular
Arzu Ocak
Aydan Akboğa
Ceren Akyıldız
Çiğdem Aksüt
Tuba Zehra Sağlam