Kar Küresinde Kırılan Hayatlar: “Red Light Kışı”

Tolga Polat

İki kişi aynı çiçeği koklasak bile, aldığımız kokunun niteliği ve canlandırdığı duygular her birimiz için farklıdır… İlk aşk üzerine binlerce bilimsel ve edebi genelleme yapılabilir, ama hepimizin ilk aşkı kendine özgüdür… Çok zor bir durumda kalınca birçok kişiye fikir danışabiliriz, ama bir tek biz verebiliriz son kararı… O kararı verirken duyduğumuz yalnızlık, sahip olduğumuz seçme özgürlüğü, duyduğumuz endişe ve sıkıntı, başkalarının durumuna benzeyebilir, ama tamamen tekildir… Her karşılaşma yeni bir koşullandırmadır kimi zaman… İnsanın varoluşu indirgenemez, oradadır ve o karar verilmek zorundadır… Hissettiklerimiz ve inandıklarımız bizi yönlendirir… Genellikle karşılaşmalarda ilk izlenimle aldığımız  kararlar ise kalıcı olur… Bunları mantık dışı olsa bile değiştirmek çok zordur… Orada karşımıza “aşk” kavramı çıkar ve mantığımız çoktan duygularımızın gerisinde kalmıştır…

NoAct Sahne tarafından sahnelen “Red Light Kışı” karşılaşmaların insanın hayatında nasıl etkilere neden olabileceğini şiirsel, erotik ve büyüleyici bir dille anlatıyor… Amsterdam’ın seks vitrinleriyle ünlü Red Light sokağında bir hostel odasında iki genç adam ve bir geceliğine kiralanmış güzel bir kadının hikayesine odaklanan oyunun yazarı, Amerikalı Adam Rapp… Bir yarısı Amsterdam’da diğer yarısı New York’ta geçen oyun, cesur rejisi ve sahici yorumu ile dikkat çekiyor… Yönetmenliğini Edip Tepeli’nin üstlendiği oyunda Gün Koper, Ali Yoğurtçuoğlu ve Ayşecan Tatari rol alıyor… Tatari ve Tepelin’in akıcı çevirisi ile sahnelenen “Red Light Kışı”, Adam Rapp’ın keskin sosyal yorumuna dayanan ve 2006 Obie Ödülü’nü kazanmış bir metin… Sinema uyarlaması da yapılmış olan oyun, ülkemizde ilk kez sahneleniyor… Adam Rapp ‘in bu metni Neil LaBute (“Soğuyunca Acımaya Başlar”, “Vurgun – Üç Oyun” ,“Özel Kadınlar Listesi” ,“Hansel ve Gretel’in Öteki Hikayesi”) oyunlarında olduğu gibi insanın doğasındaki kötücüllüğü, zaafları ve acımasızlığı olabilecek en estetik biçimde yansıtması ile LaBute oyunlarını anımsatıyor bana… Tek bir farkla Adam Rapp’in metninde bu kötücüllüğü şiirsel bir sahicilikte izliyoruz…

Manhattan’daki yaşamlarından kaçan eski üniversite arkadaşları Matt ve Davis Hollanda’ya giderek kendilerini Christina adında güzel bir fahişe ile tuhaf bir aşk üçgeni içine atılmış bulurlar… Ancak Avrupa’da karşılaştıkları adeta bir kar küresi içinde yaşanan romantizm, sonunda onları keşfettikleri gerçeğin gölgesinde bırakacaktır… Amsterdam’da adeta kötü bir kürenin yani Red Light vitrinlerinden bir kar küresi hayaline öykünen oyun, içine aşkı, umudu koyarak hep güvende hissedebileceğimiz bir müzikli ve romantik kar küresini imgesel olarak metnin temeline koyarken,  güvenli kürenin nasıl kırılıp paramparça olabileceğini de metnin finaline doğru çarpıcı bir biçimde göstermektedir… Her kar küresi özellikle yeni yılda daha çok gördüğümüz hediyelerdendir… Çünkü her küre içinde yeni bir başlangıcı ve umudu barındırmaktadır… İşte Christina ve Matt’in hayali de bu kar küresinin kırılmadan en romantik müziği çalmaya devam etmesi üzerinedir… Amsterdam’daki bu 6.500 metrekarelik Kırmızı Fener adlı bu bölgede, üç insanın karşılaşması kendi içsel yolculuklarında “Bir kalpte iki kalp nasıl yaşanır? “ sorununu sorgularken üç kalbinde bir biçimde kırılan bir kar küresinin etrafına nasıl kar taneleri gibi dağıldığını göstermektedir…

Tepeli’nin etkin, akıcı ve cesur rejisi ile sahnelenen oyunun dekor tasarımı, Cihan Aşar tarafından yapılmış… Bu noktada oyuna kattığı anlamlı bütünlük için kendisini kutlamak gerek… Kar küresi imgesi oyunun tüm alt dizgelerine başarıyla hizmet etmekte… Duygusal metaforlara başarılı ışık tasarımı ile katkı sağlayan Ataberk Öge‘yi ve duygusal hezeyanlara katkı sağlayan ustalıklı notaları ile Çiğdem Erken’i de ayrıca kutlamak gerek… Daha önce “Sırça Hayvan Koleksiyonu” , “Çirkin” , “Küskün Müzikal” adlı oyunlardan oyuncu olarak izlediğimiz Tepeli bu kez yönetmen olarak karşımıza çıkıyor… Gerçeklik algısının başarılı bir biçimde kurgulayan ilk profesyonel rejisi ile Tepeli dikkat çekiyor…

 

Ve oyuncular… Ayşecan Tatari bir hayli cesur ve gerçekçi performansı ile son derece başarılı… Kullandığı kusursuz aksan ve rol bütünlüğünde disipline oyunculuğu ile Tatari alkışı hak ediyor…  Ali  Yoğurtçuoğlu gerçekçi, tempolu ve sahneyi yükselten uyumlu oyunculuğu ile dikkat çekerken, Gün Koper ise yalın oyunculuğu beden dili ve sesindeki rahatlıkla ilk andan itibaren seyirciyi ikna ederek, içsel imgelerini yavaş yavaş yol alırcasına sırasıyla ve özenle kurgulayan, düş gücünün yaratıcılığını, son noktaya kadar bir an bile bırakmadan rolünü sürdürüyor… Her üç oyuncu da rollerinin zihinsel ve fiziksel birlikteliğini eylemde eşzamanlı sürdürmek konusunda ve kısıtlı bir dekor yapısında fiziksel bütünlüklerini koruyan etkin oyunculukları ile son derece ikna ediciler…

İnsanın içindeki kötülüğü, insan doğasının ürünü olan ve iradeyle kontrol edilebilen bu hayvani gerçekliği kötünün betimlendiği eski biçimler, kavramlar dışından farklı bir gerçeklikte anlatan “Red Light Kışı” bu sezonun dikkat çeken oyunlarından… Bir kar küresinde içinde kırılan kalplerin hikayesini anlatan oyun, bu sezonun mutlaka izlenmesi gereken yapımlardan…

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku